• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/2433443823537106/?multi_permalinks=2451325328415622&notif_id=1574335095257990&notif_t=feedback_reaction_generic
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam38
Toplam Ziyaret101877
Takvim

 

                            

    • EKİN ZAMANI OKUL MÜZELERİ
    • Mimar Sinan İlkokulu
Geleneksel Sporlarımız

 

GELENEKSEL SPORLAR

  • AT BİNİCİLİĞİ
  • ATLI OKUÇULUK
  • DİĞER ATLI SPORLAR
    • ÇEVGAN /ÇEVGEN/ÇÖĞEN/ÇÖGEN
    • GÖKBÖRÜ/ OĞLAK OYUNU/ KOKPAR/ BUZKAŞİ/ BUSKASHİ
    • MISIR ODUNU (COP) OYUNU
    • OTARIŞ/ ATLI GÜREŞ/ ER İNİŞ
    • RAHVAN BİNİCİLİK
  • CİRİT
  • GÜREŞ
  • KIZAK
  • MATRAK
  • OKÇULUK
  • TOMAK

AT BİNİCİLİĞİ

 

“At Türkün kanıdır” (Kaşgarlı Mahmud).

“Atı ilk evcilleştirip binek haline getiren Türk-Moğol halklarıdır” (W. Koppers).

“Eski Türkler günlük ihtiyaçlarını dahi at üstünde giderirlerdi. Bunlar adeta doğuştan binici ve asker kavimlerdir” (W. Schmith).

Batının iyi eğitim almış şövalyeleri dahi sıradan bir Türkmen kadını kadar ancak ata binebilir. Türkmenler atla bütünleşmişlerdir” (E. A. Thompson).

“Bir Türk kabilesindeki atın mevcudu, belki de dünyanın tümünde yoktur…” (IX. Yüzyıl P. Cebrini)…

Türk Dünyası binicilik sporlarıyla ilgili yapılan bilimsel çalışmalar, (unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş ve yapılmakta olanları ile yaş ve cinsiyet ayırmaksızın) toplam 48 adet olduğunu göstermektedirler (M. Türkmen & M. Saralaev). Büyük çoğunluğunun Büyük Asya coğrafyasında, çok azının ise Küçük Asya (Anadolu)’da yapıldığı görülmektedir.

  • Unutulmuş Binicilik Sporları (Geçmişte Yapılmış Günümüzde Yapılmayanlar):
    • Atlı Avcılık (Salburun, Cırga Tartuu, Bürküt ve Taz Salmay vb.);
    • Cündilik Hünerleri/ At Üzerinde Akrobasi (Yiğitleme/Cigitovka vb.);
    • Çevgan (Çöğen, Çevgen/ Polo);
    • Keçeye Kılıç Vurmak (Bas Urmay/Ser Almay);
    • Mızrak Oyunu/Süngü Oyunu (Sayış/ Saiş- Er ve Ayel Saiş);
    • Atlı Atışlar (Kabağa-Altın Tavuğa Ok Atma, Cambı Atmay vb.);
    • Oğdarmak /Oğdarışbak/Eniş (At üstünde güreş);
    • Post Kapma (Kön Almak);
    • Gümüş Almak/ Tıyın Almay (koşan at üzerinden yerdeki bozuk parayı almak).

 

  • Unutulmaya Yüz Tutmuş Binicilik Sporları (Günümüzde Nadiren Yapılanlar):
    • Cop Atlatmak/ Mısır odunu oyunu;
    • Çıplak At Yarışı (Yapıldak Yarış/Yenisey Çabış);
    • Papağ (Papağa-Ödüle-Tavuğa At Sürme);
    • Sağmen Yarış/Cırıt (Düğünlerde kısa mesafelerde at koşturmak);
    • Çıplak (Ypıldak) At Yarışlar (üzerinde eyeri olmayan atlarla yarışmak).

ATLI OKÇULUK

Okçulukta gelişmiş olmaları ve at üzerinde menzil silahları kullanabilmeleri, yüzyıllar boyunca Türklerin savaş meydanlarında galip gelmesini ve düşmanlarına karşı üstünlük kurmasını sağlayan en önemli sebepler arasında sayılmaktadır. Mete Han, Asya Hun Devleti içerisindeki tebaasını “yay geren kavimleri bir araya topladım, onlar Hun oldular” ifadesi ile tanımlamaktadır. Türkler içerisinde oldukça köklü bir geçmişe sahip olan atçılık ve okçuluk, Türklerin İslam Dini dairesine girmesi ile birlikte farklı anlamlar da kazanmıştır. Hz. Muhammed’in atçılığa ve okçuluğa teşvik eden hadisleri, atçılık ile okçuluğu Müslümanlar için helal olan eğlenceler arasında göstermesi, atçılığın ve okçuluğun peygamber sünneti olarak değerlendirmesi, sahabenin büyüklerinden olan Saad bin Ebî Vakkas’ın okçuların piri olarak kabul edilmesi gibi unsurlar atlı okçuluğun İslamiyet’i kabul eden Türkler arasında gelişerek devam etmesini sağlamıştır.

Asırlarca savaş meydanlarında icra edilen at üzerinde ok atma eyleminin, Osmanlı Devleti döneminde bir oyun ve spor şeklinde de mevcut bulunduğu kaynaklardan tespit edilebilmektedir.

Meydanın ya da parkurun orta yerine dikilen yüksekçe bir direğin tepesindeki hedefe atla dörtnala giderken atın boynuna yatıldıktan sonra yukarı ve geriye doğru dönerek ok atışı yapmaya “kabak atışı” adı verilir. Bu atış tekniği ve sporu Kıpçak Türkleri ile Mısır’a, Babür Şah ile Hindistan’a kadar gitmiştir. Tarihte İran’da hüküm süren Türkler tarafından yapıldığı da bilinmektedir. Atlı okçuluk günümüzde Türklerin yoğun olarak yaşadığı tüm ülkelerde yapılmaktadır.
Bazı şehirlerde “kabak meydanı” olarak adlandırılan meydanların isim kökeni de, bir zamanlar o meydanlarda bu sporun yapılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Fatih Sultan Mehmed, Topkapı Sarayı’nı yaptırınca saray ile Marmara Denizi arasındaki, Bizanslılar’dan kalma Akropol harabelerinin yerini spor alanı haline getirdi. Alanın ortasına da uzunca bir direk dikilerek tepesine kabak asıldı. Enderun cundîleri (hünerli binicileri) burada idman yaparlardı. On altıncı yüzyılın sonlarına kadar o meydan da “Kabak Meydanı” olarak anıldı.

Sağda, solda, geride bulunan hedefler ile kabağa ok atmak sureti ile yapılan atlı okçuluk oyun ve sporlarında hedeflerin merkezine doğru isabet puanı artmaktadır. Kabağı vurmak ise oldukça fazla puan ve alkış kazandırır. Gösterilerde ve oyunlarda kullanılan pek çok parkur mevcuttur. Bunlar arasında oku eğilerek yerden alma, iki hedef arası silah değiştirme gibi farklı uygulamalar da bulunur. Ancak günümüzde spor müsabakalarında kabak atışının yanı sıra kullanılan ve dünya literatürüne Türk Parkuru olarak kazandırılmaya çalışılan 120 metrelik parkurda üç hedef bulunur. Atla dört nala girilen parkurda ilk olarak solda ileriye doğru atış yapılan hedef, daha sonra yine solda geriye doğru dönülerek atış yapılan hedef ve son olarak yana doğru atış yapılan hedef bulunmaktadır. Birinci ok gezlenmiş bir vaziyette at koşturup atılabilir ancak daha sonraki okları tirkeşden ya da kuşaktan çekmek zaruridir.

Atlı okçulukta kullanılan başlıca ekipmanlar arasında yay, ok, tirkeş (ok kabı) ve sadak (yay kabı) bulunur. Ayrıca sporcuların tarihi referanslar esas alınarak hazırlanmış geleneksel kıyafetler ve teçhizat kullanmaları zorunludur.

                             DİĞER ATLI SPORLAR

Anadolu’nun Geleneksel Atlı oyunları arasında bozkır taktiklerini, en iyi Atlı Okçuluk ve Cirit oyunu temsil etmektedir. Ama elbette Anadolu’nun rahvan kültürü ve diğer atlı geleneklerimiz Anadolu mozağinin canlı birer parçasıdır.

Rahvan Binicilik

Rahvan atçılığı Anadolu’da oldukça popülerdir ve hemen her bölgemizde rahvan atı meraklıları vardır. Rahvan atının en büyük özelliği, koşarken bir yandaki iki bacağını ileri doğru aynı anda atmasıdır. Atın doğal yürüyüşünden farklı olan rahvan yürüyüşü sayesinde at, binicisini sarsmadan ve hızını koruyarak uzun mesafeleri aşabilir. Rahvan atı, farklı bir ırk değil bir yürüyüş biçimidir. Tayken verilen idmanlarla ya da rahvan yürüyen annelerinden görerek atlar, rahvan yürüyüşü öğrenirler.

Rahvan at yetiştirme ve yarıştırma geleneği tüm zorluklara rağmen günümüze kadar ulaşmıştır. Bunda, rahvan at yarışlarının Anadolu’da yaygın olarak gerçekleştirilen mahalli panayır eğlenceleri kapsamında sıklıkla yer almasının payı büyük olmuştur. Bütün Türkiye’de yaygın olmasına rağmen, tanıtımı fazla yapılamadığından fazla tanınmayan Rahvan At Yarışlarına sadece yerli ırk atlar katılabiliyor. Ege Bölgesine has bir yarış olarak tanınır.

GÖKBÖRÜ/ OĞLAK OYUNU/ KOKPAR/ ULAK TARTYŞ/ BUZKAŞİ/ BUSKASHİ

 

 

 

Hakkında, eski totem inanışında bir dinî tören olduğu gibi savlar da bulunan Gökbörü oyunu zamanla bir spor biçimini almıştır. Orta Asya Türklerinin düğünlerde ve eğlencelerde oynadığı geleneksel atlı sporlarından biri olan Gökbörü, bölgesel deyişlere göre Gökböri, Kökperi, Kokkeri, Oğlak Oyunu, Ulak Tartış ve Buzkaşi gibi isimlerle de adlandırılmıştır. Türk boylarında küçük farklılıklarla oynanmasına rağmen özde aynıdır.

Gökbörü oyunu bir kurdun avlanmasına ve avını düşmanlarından gizleyerek onlara karşı kollamasına benzemektedir. Adını da bu benzerlik ya da öykünmeden almış olabileceği düşünülebilir. Göktürkler çağında, savaşçı bir toplum olarak kurtların savaşçılığına öykünüldüğü ve onlar gibi savaşmanın arzulandığı/övüldüğü, Orhun Yazıtları’ndaki “Tanrı güç verdiği için babam hakanın askerleri kurt gibiymiş, düşmanlarının askerleri de koyun gibiymiş.” ifadesinden anlaşılmaktadır.
Gökbörü oyunu, Türkistan kökenli olup, binlerce yıldan beri, atlı savaşçıların kendilerini barış zamanlarında zinde tutmak için oynadıkları atlı oyunlardan biridir. Günümüzde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Moğolistan, Tacikistan, Afganistan ve Türkiye’de oynanmaktadır. Türkiye’de uzunca bir zaman oynanmayan oyun, 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin ülkelerini işgal etmesi üzerine Türkiye’ye göç eden ve 1983 yılından beri Van Erciş’in Ulupamir köyünde ikamet eden Kırgızlar tarafından oynanmaya ve yeniden yaygınlaşmaya başlamıştır. Oyun halen en doğal haliyle oynanmakta ve seyredildiği zaman tam bir savaş oyunu havası vermektedir.

Gökbörü oyununun özü at salıp koşarak oğlağı kapmak ve hedefe ulaştırmaktır. Oyun alanı, çizilen geniş daire ile belirlenir. Buna “oğlak kazanı”, “halkal” ya da “adalet çemberi” denir. Oyun genellikle oğlak olmak üzere; manda balağı, yak buzağısı ya da içi samanla doldurulmuş post ile oynanır. Oğlak, oyun alanının ortasına bırakılır. Biniciler aynı uzaklıktan atlarını “şikâr” denilen oğlağa doğru at koştururlar ve eyerden kayarak oğlağı yerden kapmaya çalışırlar. Oğlağı yerden kapan, onu eyerinin üzerine ya da üzengi kayışının altına yerleştirir ve bir ayağı ile kıstırarak sıkıca tutar. Sol elinde dizgin, sağ elinde kamçı olduğu halde dörtnala kaçar. Diğer atlılar oğlağı onun elinden almak için takip ederler. Atlı, sınırlandırılmış alanın çevresinde, şikâr ile bir tur atabilir ve şikârı daha önce belirlenmiş olan yere bırakabilirse bir sayı kazanmış olur. Bu defa şikârı bir başka oyuncu alarak kaçırır. Oyun böylece sürüp gider. Diğer biniciler, şikâr elinde olan biniciye yetiştiklerinde her yönden çevresini sararlar. Herkes şikârı ele geçirmek için çaba gösterir. Ellerinin serbest kalması için kamçılarını dişlerinin arasına sıkıştırırlar. Şikârı ele geçirmek için herkes çeker-iter, çok çetin bir boğuşma olur. Biniciler birbirlerini attan düşürebilirler. Takımlar halinde oynandığı gibi ferdi bir şekilde de oynanabilir. Oyunun süresi katılan binici sayısına göre belirlenir. Gökbörü’de ortaya ödül ya da ödüller konulur.

Bu oyunda hüner sahibi olan oyuncular çapendaz/çavendaz gibi isimlerle anılırlar. Çapendaz olmak kişiye ayrı bir kimlik ve itibar kazandırır. Toy ya da düğün sahibi çapendazları özellikle davet ederek büyük ikramlarla ağırlar. Çeşitli yörelerdeki gelenekler doğrultusunda çapendazların çizmeleri bizzat düğün ya da toy sahibi tarafından çekilir, atlarına su yerine karpuz verilir. Bu ikramlar yapılmazsa çapendazlar oyunu oynamaz ve toy sahibi halk tarafından kınanır.

Bu oyunun, evlilik törenlerinde oğlağın kız tarafından belli bir menzile doğru kaçırıldığı, damadın ve diğer gençlerin onu kovalayarak oğlağı almaya çalıştıkları şekli de mevcuttur. Bu oyun gelinin hünere, iyi bir biniciliğe, cesarete ve yiğitliğe sahip olduğunu gösterirdi. Bu şekilde oynanan oyuna ise Kızbörü adı verilirdi.

ÇEVGAN/ÇEVGÂN/CHOVGAN/ÇEVGEN/ÇÖĞEN/ÇÖGEN

Türkçe Çöğen, Farsça Çevgân ve bugün Tibetçe Polo adıyla bilinen, Orta Asya Türklerinde, İranlılarda, Araplarda, Yunanlılarda, Bizanslılarda ve Uzak Doğulularda değişik türleri görülen, at üzerinde ve ucu kıvrık değneklerle oynanan bir top oyunudur. Selçuklularda bu oyun, “gûy u çevgân” biçiminde adlandırılmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un “tuldı” kelimesinde verdiği bilgilerden bu oyunun bugünkü golf oyununa benzer bir şekilde atsız olarak da oynandığı anlaşılmaktadır. “Çögen” sözcüğü derleme sözlüğünde “cöğen, çöğenek, çöğmel, çöğmen, çöven” şekilleriyle karşımıza çıkar. Tüm bu varyantların genel anlamı “Ucu eğri baston”dur.

Çevgan, Türklerin Orta Asya’da icat ettiği atla oynanan millî bir oyundur. Kaşgarlı Mahmut Divânu Lugati’t-Türk adlı eserinde Türklerin bu oyuna çöğen dediklerini yazmıştır. Çöğen oyununa bazı yörelerde çevgan, tubuk, tuy, bandal ya da çukanyon da denilirdi. Bu oyun geniş ve düz bir alanda (yaklaşık futbol sahasının iki katı) en az dört ve en fazla on kişilik takımlar hâlinde, 1,5 metre civarında çevgen ağacı ile takımların kalelerine karşılıklı top atma şeklinde oynanırdı ve en çok gol atanın galip gelmesi, oyunu idare eden hakemin de at üstünde olması, oyunun 15 dakikalık ve daha fazla sürelerle 3 veya 5 devreli oluşu, oyunda mutlaka davul ve zurnanın olması gibi özellikleriyle bilinmektedir. Oyun alanını belirlemek için alan kenarlarına çekilen çizgiye ve kale taşları arasına gelen ipe “tasıl” adı verilirdi. Sahanın ortasına, söğüt ya da akça ağaçtan yapılmış, ayva büyüklüğünde üzeri deri ile kaplı bir top konur, bu topa da “guy” adı verilirdi.

Bu oyun at üzerinde oynandığı için at ile binicisi arasında büyük bir uyum olması gerekmektedir. Çevgan için hazırlanan atlarda, bazı nitelikler aranır ve bunlara özel eğitim yöntemleri uygulanır. Atın topu takip etmesi, süratle giderken kısa dönüşler yapabilmesi, ani durması ve çabuk hareketlerle rakibini geçebilmesi, binicinin isteklerini çabuk kavraması ve gürültüden ürkmemesi gerekir.

Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde, elçilerin bilmesi zorunlu kılınan hey’ et (astronomi), hendese (geometri), tıp, yabancı diller ve satranç ile birlikte çöğen oyununda da hüner sahibi olmaları gerektiği belirtilmektedir.

Büyük Selçuklu Devleti döneminde, Mübarek Zengi tarafından yazılan “Ferasname” adlı kitapta da çöğen oyunu ve çöğen atının eğitim ve bakımı konuları ayrıntıları ile anlatılmaktadır. Eski Türk hükümdarlarından Nurettin Şehit (Nurettin Mahmut) nişancılıkta olduğu kadar çöğen oyununda da çok usta idi. Nurettin Mahmut, yakın dostu olan İbn’ül Esir’e gönderdiği mektupta kendi el yazısı ile şunları yazmıştır: “Tanrı’ya and veriyorum bizi top oyununa çeken ve onunla düşkün yapan şudur: Biz düşman sınırlarının yanı başındayız, biz otururken bir ses işitir, hemen o sesi aramak için atlanırız. Böyle yapmazsak gece gündüz, yaz kış mücadelemizde başarılı olamayız. Atlarımızı yaslarında olduğu gibi bıraksak hamlarlar. Kovmakta, kovalamakta hazır bulunmazlar, süvarilerinin arzularını kolaylıkla ifa edemezler. Emin olunuz, bizi bu atlı oyuna sevk eden şey, ancak bu gayenin husulünün teminidir.”

“Bugün hemen hemen bütün dünyaya yayılmış olan Polo oyunun ismi “Çevgan” oyununun Tibetçedeki karşılığı olan “pulu” kelimesinden gelmiştir. Çevgan, günümüzde İngilizlerin oynadığı “kralların oyunu, oyunların kralı” olarak bilinen Polo’nun aslıdır. Güney Asya’ya yayılan, daha önce Türk hâkimiyetinde bulunan Hindistan’ı sömürge altına alan İngilizler bu oyunu alıp ülkelerine götürerek kraliyet oyunu haline getirmiştir.
Geleneksel şekli ile günümüzde yalnızca Azerbaycan, İran ve Afganistan Türkleri tarafından oynanan çevgan, 2013 yılında Azerbaycan tarafından “Azerbaycan geleneksel sporu Çevgân/Chovgan (Eski Karabağ atı- spor oyunu)” şeklinde, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne sokulmuştur.

OTARIŞ/ ATLI GÜREŞ/ ER İNİŞ

Orta Asya’daki Türk toplulukları tarafından oynanan bu oyun, at üzerinde bulunan iki kişinin birbirlerini attan düşürmeye çalışması şeklinde oynanır. Atları üzerinde bulunan iki oyuncunun birbirlerinin bileklerini ya da kuşaklarını sıkıca kavraması ile başlar ve oyuncuların birbirlerini çekip itmesi çeklinde seyreder. Taraflardan biri atının üzerinden düştüğünde oyun biter ve oyunu karşı taraf kazanmış olur.

Mısır Odunu (Cop) Oyunu

Anadolu’da artık sadece Balıkesir’de ve Ege’nin birkaç yerinde oynanan bu oyunda amaç, dörtnal koşarak gelen atlıların ellerindeki, mısır odunu denilen bir değneği yere vurdurarak, 5-6 metre gibi bir yüksekliğe çekilen ipin üzerinden aşırmaya çalışmaktır.

Davul zurna eşliğinde ve genellikle düğünlerde oynanan bu oyun, İstanbul’da cirit oyununun yasaklanmasından sonra bir dönem sarayın gözde atlı oyunlarından olmuştur.

CİRİT

Adını oyunun başlıca gereci olan ciritten alır. Arapça kökeni cirid şeklinde olan bu kelime soyulmuş ağaç dalı anlamına gelir.

Orta Asya’daki Türk illerinde rastlanmayan bu oyun, Osmanlı Sarayı’nda en çok oynanan oyundur. Padişahların hususi olarak izledikleri ve yabancı elçilere izletmekten gurur duydukları pek çok kayıtta yer almaktadır.

Her ne kadar Anadolu Selçukluları’nın bu oyunu oynadıklarına dair tespitler varsa da bu, Cirit ile Çevgan’ın pek çok yerde karıştırılması ve iki oyun adının birbiri yerine kullanılmasından kaynaklı bir hatadır. Orta Asya’daki Türk illerinde, İran Türkleri arasında, Mısır’daki Kıpçak ve Çerkez Memlukluları’nda ve Osmanlı Devleti öncesinde cirite dair bir kayıta rastlanmamaktadır.

Bir menzil silahı olarak kullanılan 80-85 cm uzunluğundaki ucu temrenli ciritlerin yerine meşe ağacından yapılan 105-120 cm uzunluğundaki ciritlerin kullanıldığı, savaş ve av talimleri işlevine sahip bir takım oyunudur. Atın süratli, çevik olması, manevra kabiliyetinin yüksek olması ve binici ile atın uyumu oyunda başarılı olmak için büyük öneme sahiptir.

Oyunda esas amaç kullanılan ciritleri rakibe isabet ettirmek ve rakibin attığı ciritlere isabet olmamaktır. Her iki takımın birer alay durağı vardır. Burada bekleyen atlılardan biri, alayları önüne gelerek kendilerine cirit atıp kaçan rakip oyuncunun peşinden at sürerek ciridi ile onu vurmaya çalışır, bu arada karşı alaydaki oyuncular da kaçan arkadaşlarını kollamak üzere alaylarından çıkıp ciritleri ile gelen rakibi karşılarlar. Cirit isabet ettirmek, atılan ciridi yakalamak ve ciritten kurtulmak için eyer boşaltarak atın yan tarafına yatmak puan ve ödül kazandıran hareketlerdir. Tarihi seyri içerisinde ve günümüzde, özellikle gösterilerde yapılan ve “kara cirit” olarak adlandırılan oyun genel olarak bu şekildedir. Oyuncu sayısı, oynanan oyunun büyüklüğüne göre değişkenlik gösterir.

Günümüzde Geleneksel Spor Dalları Federasyonu içerisinde bir spor dalı olarak bulunan “puanlı cirit”te kurallar ve puanlama biraz daha değişmiş, cirit oyununa dair pek çok şey standarda bağlanmıştır.

Bir spor dalı olarak faaliyet gösterilen ciritte, 100 cm. uzunluğunda baş tarafı 2,5 cm. çapında oval, arkaya doğru 1,5 cm. çapında inen, ahşaptan yapılmış ve 2.5 cm çaplı tarafı lastik kaplamalı ciritler kullanılmaktadır. Cirit müsabakalarında takımlar 7 asil ve 2 yedek oyuncudan kurulurlar. Çizgilerle belirlenmiş bir alan içerisinde oynanır. Kura çekimi ile alay tercihi ve cirit kullanma hakkı kazanan taraflar belirlenir. Cirit kullanma hakkı kazanan takımdan bir sporcunun rakip alayı önünde bulunan atış sahasına giderek ciridini atması ile oyun başlar. Her hamle sırasında takım alayından yalnızca bir sporcu çıkarak rakip alaya gider. Rakip alayda hazır bekleyen sporcular, hamle sırası kendisinde olan sporcunun ciridi elinden çıkmadan alaylarından çıkış yapamazlar. Aksi takdirde “erken çıkış” yapmış oldukları için takımları ceza puanı alır. Rakibin ciridini atmasının ardından yalnızca bir sporcu alaydan çıkış yaparak rakibini kovalar, iki sporcunun çıkış yaptığı durumlar ise “çift çıkış” olarak değerlendirilir ve takıma ceza puanı verilmesine sebep olur. Rakibini kovalamaya başlayan kişi elindeki ciritle onu vurarak takımına puan kazandırabileceği gibi, atının başı rakibin atının sağrısı hizasına gelecek şekilde ona yaklaşmak sureti ile onu yakalanış olur ve böylece de takımına puan kazandırabilir. Yakalama durumlarında cirit atılmaz, bu “yakalayıp bağışlama” olarak adlandırılır ki cirit oyunu içerisindeki “hoşgörü” ruhunu yansıtır. Ciritte rakibe 5 metreden daha yakın olunduğu pozisyonlarda cirit atmak da yasaktır. Rakip tarafından atılan ciridi hava da yakalamak da puan kazandıran eylemler arasındadır. Ancak kara ciritte puan kazandıran eylemlerden olan eyer boşaltmak, spor müsabakalarında puan kazandırmaz. Alayına doğru kaçan rakibe cirit atılmadığı ya da rakip alayına girmeden yakalanamadığı takdirde başta anlatıldığı şekli ile oyun devam eder.

 

GÜREŞ

Türklerin en eski sporlarından biridir. Güreş sözcüğünün kökeni, Özbek ve Başkurt Türklerinin “kures” sözcüğünden gelmektedir.

Göç yolları aracılığıyla batıya yayılan güreş, Türklerin Anadolu’ya göçü ile birlikte Anadolu’ya getirilmiştir. Türklerin getirdikleri güreş stilleri, bu yöredeki güreş stilleri ile kaynaşmış, özellikle Ege ve Trakya’da yaygın olan yağlı güreş, Türkler arasında da benimsenmiştir. Selçuklular ile başlayan yağlı güreş, Osmanlılarda bir gelenek haline gelmiş ve günümüze kadar sürdürülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nda da güreşe özel önem verilmiş, vakıf niteliğinde olan özerk güreş örgütleri oluşturularak bu sporun örgütlenmesi sağlanmıştır. Çeşitli bölgelerde kurulan güreş tekkelerinin çalışma yöntemlerinin günümüzde bile geçerliliğini koruyacak kadar ileri ve modern olduğu görülmüştür.

Halk arasında en çok ilgi gören güreş türleri, Karakucak Güreşi ve Yağlı Güreş olmuş, halk dilinde Karakucak “Anadolu Güreşi”, Yağlı Güreş ise “Rumeli Güreşi” olarak adlandırılmıştır.

Karakucak Güreşi

Karakucak güreşi Oğuz kökenli Türklere özgü yağsız güreşlerdir. Bu güreşler Başta Kahramanmaraş ve ilçeleri olmak üzere Türkiye’nin bir çok bölgesinde Festival Organizyonu olarak düzenli olarak müsabakalar yapılmaktadır.

Bu güreşte pehlivanlar yaş, kuvvet ve ustalıklarına göre boylara ayrılarak çimenlik açık alanda pırpıt (kispet) denilen kalın kumaş pantolonla (şalvar) müsabakaları yapılır. Esas olarak savaş alıştırması olup bilinen oyunlarının çoğunu müsabakada yapmak yasaktır. En eski Türk güreşidir.

Yağlı Güreş

Yağlı güreş, geleneksel bir Türk sporudur. Güreşçiler vucutlarına yağ sürerek güreştikleri için bu şekilde adlandırılır. Er Meydanı denilen alanlarda yapılır. Güreşçilerin vucutlarının yağlanması nedeni ile birbirlerini tutmaları zorlaştığından, büyük güç ve ustalık gerektiren bir spordur.

Bugün resmî müsâbakalarda yer alan Serbest ve Greko-Romen güreş türlerinin dışında, sırf millî geleneklerimiz arasında yer alan yağlı güreş ise, Türklerin Anadolu’dan Rumeli’ye geçtikleri tarihten beri memleketimizde yapılagelen bir güreş türüdür. Bugün, yurdumuzda yağlı güreş, düğünlerin, panayırların en önemli eğlencesidir.

Her yıl, haziran ayında Edirne’nin Sarayiçi mevkiinde yapılan tarihî Kırkpınar güreşleri, Süleymân Paşa komutasında, bir gece Çanakkale Boğazı’nı geçerek, Gelibolu’ya çıkan ve Rumeli fetihlerine katılan Müslüman kırk Türk yiğidinin hâtırasını anmak gâyesiyle yapılmaktadır.

Aba Güreşi

Özellikle Hatay ve Gaziantep yöresinde yaygın olan geleneksel bir güreş türüdür. Güreşçiler özel olarak abadan yapılmış keçe yelek ile kısa don giyerler; bele kuşak sararlar. Judoya benzer yanları olan aba güreşinde ağırlık farkı gözetilmez ve yenişme ayakta olur.

Her yıl Nisan ayında Hatay Altınözü’nde yapılan geleneksel aba güreşi şenlikleri yapılmaktadır.

Kuşak Güreşi

Kırım lehçesinde “küreş” denilen bu güreşler hıdırellezde ve “tepreş” denilen eğlencelerde ve düğünlerde yapılmaktadır. Romanya ve Türkiye’deki Kırım Türkleri arasında yaygın bir eğlence töreninin adı olan Tepreş törenlerinde Kırım Türk geleneklerine göre yapılan güreşler diğer geleneksel güreş çeşitleri gibi davul zurna eşliğinde yumuşak toprak veya yeşil düz zeminde eğlence amaçlı yapılmaktadır.

Yaş ve ağırlıklarına göre üç boya ayrılan güreşçiler, bele sarılan iki metre uzunluğundaki özel dokuma kuşaklardan tutarak rakibin iki omzunu yere getirmesi şalka düşmesi için mücadele ederler.

Şalvar Güreşi

Şalvar keçi yününden yapılır. Şalvarın ağız kısmına kösele deri dikilir. Bağı ise kalın örme ipten yapılır. Kısa şalvar diz üstünde baldırın orta yerine gelecek uzunlukta dizayn edilir. Genellikle Kahramanmaraş İl merkezi ve ilçelerinde icra edilen bu Güreş çeşidi yıllardır yapıla gelmektedir. Şalvar güreşi çok eski geleneklere dayanan ve Türkmenler tarafından yapılan bir güreş türüdür. Kahramanmaraş yöresinde yapılan tüm güreşlerde bu tür şalvar kullanıla gelmiştir.

Yapılışı çok eskilere dayanan bu güzelim Güreş şimdi sadece Kahramanmaraş’ın Bertiz, Baydemirli ve çevresinde yılda bir defaya mahsus olmak üzere Festival şeklinde tanzim edilerek bu ananenin yaşatılmasına çalışılmaktadır.

KIZAK

Uluslar arası yarışma niteliği kazanmış tek kişilik “luge” ve çift kişilik “bob” kızak yarışlarına benzeyen geleneksel kızak yarışlarının yerel adı “kayık” yarışlarıdır. Yarışlarda önceden su dökülerek dondurulmuş eğimli kızak yolundan vücudun herhangi bir bölgesinden yardım almadan yukarıdan aşağıya doğru özel ağaçtan yapılmış kızak/kayıkla en uzağa gitmek amaçlanmaktadır.

Türk toplumlarında yarışma şeklinde Anadolu’nun pek çok bölgesinde kış aylarında çeşitli kızak yarışları yapılmıştır. Geçmişte geleneksel olarak pek çok bölgede yapılan kızak yarışları günümüzde Kastamonu’nun Küre ilçesine bağlı Belören Köyü, Ağrı ili ve civarında yarışma ortamında belli kurallarla yapılmaktadır.

MATRAK

Geleneksel Türk Ata Sporu Matrak, Padişahlar, Yeniçeriler, Sipahiler ve Osmanlı halkına Cenk ve Kılıç Sanatı olarak Ünlü Türk âlimi Matrakçı Nasuh (1480-1564) tarafından öğretilmiş ve yüzyıllarca uygulanmıştır.

Herkes tarafından yapılabilen bu sporda katılımcılar fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişimlerine katkı sağlamaktadırlar. Nezaket kurallarının üst düzeyde önemsendiği bu sporla mücadele ruhu kazanan katılımcılar gerektiğinde kendilerini koruyacak bir yapıya kavuşmaktadırlar.

Matrak oyununun kuralları Efkan Çalış tarafından yeniden düzenlenerek ve 15 Haziran 2010’da Türkiye Geleneksel Spor Dalları Federasyonu’na bağlanmıştır.

 

OKÇULUK

Türklerde ok ve yayın hikayesi çok eski zamanlara uzanır. Orta Asya’da ok, yay ve kılıç en önemli av ve savaş silahları idi. Kılıç yakın mesafelerde etkili bir silahken, ok ve yay yüzyıllarca “uzun menzilli” bir silah olarak kullanılmıştır.

Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra ok ve yaya verilen önem dini bir anlam da kazanmıştır. Yazılı kaynaklarda gördüğümüz kadarı ile İslamiyetin ilk yıllarında ok ve yay, diğer hiç bir silahın sahip olamadığı özel bir anlam ve önem kazanmıştır.

Okçuluk, Osmanlı’da 15. yy.’ın ikinci yarısından itibaren düzenli ve planlı bir spor faaliyeti   olarak yapılmaktaydı. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu döneminde, okçuluk faaliyetlerinin gerçekleştirildiği 34 büyük meydan tahsis edilmiştir. Çeşitli illerdeki bu yerler “ok meydanı” olarak anılırdı. Ok meydanları antrenmanların ve yarışmalarının yapıldığı yerler olmaları dışında, sporcuların ikamet ettiği, kendine ait ödenekleri, idarecileri ve hizmetlileri olan muazzam tesislerdi. Şüphesiz bu ok meydanlarının en ünlüsü, İstanbul Okmeydanı’dır. İstanbul’un Fethinden (1453) hemen sonra, II. Mehmet (Fatih) tarafından yerleri sahiplerinden alınarak okçuluk sporuna resmi olarak vakfedilmiştir.

Okçulukta en uzun ok atma rekoru Osmanlı hükümdarlarından III. Selim’e ait bulunmaktadır. III. Selim 1798 yılında İstanbul civarında yayı ayağı ile gererek yaptığı atış sonucunda oku 888,86 m.’ye savurarak dünya rekoru kırmıştır. Bu rekor bugüne kadar resmen kırılamamıştır.

Atlı Okçuluk

Türklerde atlı okçuluk tarih öncesi zamanlara kadar uzanır. Yaklaşık M.Ö. 5000’den itibaren Altay ve Tanrı Dağları ve çevresinde ortaya çıkan, daha sonra da İç Asya’ya tamamen egemen olan “Atlı Bozkır Kültüründe” atlara ve okçuluğa büyük önem verilmektedir. Tarihteki Türk atlı okçuları, dört nala giderken eyer üstünde dönüp arkaya ok atarak hedefe tam isabet ettirme ustalıklarıyla tanınmışlardır. Günümüzde düzenlenen müsabakalarda bu savaşçıların yaptığı gibi ok atılmaya çalışılmaktadır.

TOMAK

Osmanlı İmparatorluğunun Cenk Sanatında vuruşma oyunlarından bir başkası da tomak oyunudur. Osmanlı Devletinde Enderun-ı Humayun da ve Anadolu’da halen bir çok köyde  oynanan oyunlardan birisidir. Devlet ileri gelenlerinin ilgi duydukları bu oyuna “Tura”,“Tomakbazı” “Vuku-ı Luab-ı Tomak” veya “Vuku-ı Tomakbazı” denilirdi.

Oynayanları Tomakçı veya Tomakbaz eğitmene ise Tomakçıbaşı denirdi. Oyuncular ellerine birer tomak alırlar ve meydana çıkarlar. Amaç tomakla rakibin sırtına vurmaktır.

Kaynak:

  
2583 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın