Niğde
Niğde görenekleri:
Bütün Anadolu'da rastlanan ortak kültür unsurlardır. Bunların arasında hurafelerin de ayrı bir yeri vardır. Niğde'de okur-yazar oranı arttıkça batıl inançlar azaldı. Yakın zamana kadar Salı günü yola çıkmak, Cuma günü çamaşır yıkamak ve dikiş dikmek iyi sayılmazdı. Evden yolcu çıkınca ardından ev süpürülmez ve bir kova ile su dökülürdü. Yolu aydınlık olsun diye, ayna üzerine su dökülerek de yolcu savuşturulurdu. Kırkı çıkmamış (Doğumdan sonra 40 gün geçmemiş) iki kadın biraraya getirilmez, yan yana gelirlerse, uğursuzluk olmasın diye, toplu iğne değiştirirlerdi. Bu görenekler. daha doğrusu batıl inançlar hemen hemen terk edilmiş durumdadır.
Geleneklere aykırı olmayan ve toplumun benimsediği yeni alışkanlıklar olduğu gibi, eskiden beri hemen hemen hiç değişmeyen tekrar edilenleri de vardır. Eskiden beri devam eden geleneklerden bahar aylarında başlayan cumaların kendine has bir yeri vardır. Şehrin Kırbağlan Semtinde başlayan yemekli, eğlenceli kır toplantıları, bir hafta ara ile Tepeyran, Kayaardı ve Tepebağlan semtlerinde devam eder. Bu semtlerde bahçesi olanlar tanıdıklarını davet ederler. Pazar günleri sabahtan akşama k,adar devam ettiği için, herkes yiyeceğini, radyo, pikap ve çalgı gibi eğlence vasıtalanm almayı ihmal etmez. Cumalara davetli olmayanlar, semtlerin herkese açık çayırlık, çimenlik yerlerinde oturarak cumaya katılırlar. O gün bütün seyyar satıcılar, manavlar, kebabçı ve lokantacılar ağaçlı ve gölgeli yerlerde açık hava sergileri açarlar. Folklor gruplan ve şehrin bandosu sevilen mahalli havaları çalarlar. Cumaların başlaması, havaların iyi olduğu ve baharın bütün güzelliği ile kendisini gösterdiği bir zamana rastlar.
Düğünler:
Niğde düğünleri kasaba ve köylerde, eski havası, alışkanlıkları içinde devam etmektedir. Fakat il ve ilçelerde törenler bir gecede biten balolar şeklinde yapılmaktadır. Evlenecek çağa gelen delikanlıya, yaşına ve durumuna uygun bir kız aranır. Bu aramayı halk, 'küfü küfüne, dengi dengine' anlamına gelen sözlerle ifade eder.
Askerden dönen, eli ekmek tutan, ekmeğini kazanan her delikanlı evlenme çağına gelmiş demektir. Oğlanın annesi uygun görülen kızın evine sabahın erken saatinde bir iş bahane ederek gelirdi. Evin ve avlusunun temiz olup olmadığına, kılığına, kıyafetine bakardı. Bu eve girerken yapılan ilk konroldür. Kız kahve pişirmeye gidince gelecekte kayın validesi olacağından ayakkabısını çevirir, eğer oğlanı istemiyorsa asık suratlı ve günlük kıyafetle çıkar, pabuçları çevirmezdi. Bu incelemeler bittikten sonra giderken mümkünse kızı da iyice kucaklar ve öperdi. Bu kucaklama ve öpmeden maksat, kızın ağzının kokup kokmadığı denetlemektir. Eğer şüphelenirse; en yakın tanıdıklarından bir bayanı, bir vesile ile kızın koynunda yatırmaya gayret ederdi. beğenilirse dünür gitme başlardı. Ailede ve sülalede sözü, sohbeti dinlenir büyükler, eşiyle birlikte ziyarete gideceklerini kız evine haber verirlerdi. Hep beraber kız evine gidilirdi. Umumi konuşmalardan, hal hatır sormadan sonra oğlan evi " Allahın emri Peygamberin gavli ile kızınız oğlumuza münasip gördük." diyerek kızı ister. Kızın anne ve babası "Tabii bu işler acele ile olmaz, ilginize teşekkür ederiz. Yalnız dışarıda amcası, halası var. Burada da dayısı ve teyzesi ile görüşelim, kısmetse olur" cevabını verirdi.
Bilhassa "Ne kızı ver, ne de dünürü küstür." prensibine dikkat edilirdi. Oğlan evi de kız evinin "Kız evi, naz evi" olduğunu bilir, bu ziyaretlerini bir kaç defa tekrarlardı. Söz alındıktan sonra yapılacak tören, alınacak eşyalar ve hediyeler konuşulurdu. Başlık parası ve takılacak altınlar da burada tesbit edilirdi. Şerbet içme denilen nişan töreni iki türlü olurdu. Birincisinde tarafların yakın akrabaları, bir araya toplanır, mütavazi bir tören yaparlardı. Buna cep kahvesi de derlerdi. İkincisi ise davetlilerin çok olduğu törendir. Bunun için oğlan evi kız evine şeker,kahve, lokum, sigara, kibrit gönderir, bunların davetlilere yeter miktarda olmasına dikkat edilirdi.
Nişandan üç-dört gün evvel, çarşıdan beraberce beğenilip alınan elbiseler, "okuyucu" denilen bir kadınla kız evine gönderilir, kız evi okuyucuya bahşiş vermeyi ihmal etmezdi. Artık nişan günü gelmiştir. Oğlan evi oğullarını yanlarına almadan kız evine gider, oturulur, konuşulur ve kahveler içilirdi. Aile büyüklerinden birisi, hayırlı uğurlu olsun temennisiyle kızın parmağına yüzüğü takardı. Şeker tutulurdu. Kız önce kayınpederinin ve kayınvalidesinin, sonra da babasının, annesinin, orada bulunanların ellerini öper, orada bulunanlardan bir büyük "Otur kızım" sözünü üç defa tekrarlar, kız otururdu. Nişan bittikten sonra samimiyetini arttırmak için iki tarafın yakın akrabaları yemekli gündüz gezmelerine giderdi. Buna "süs dünürlüğü" de derler.
Gelin esvabı beğenilip, elbiseler dikildikten sonra artık düğün töreni başlar.
Gelin Hamamı:
Oğlan evi, sabun, kına, para göndererek gelin ve yakınlarının hamama gitmesini sağlarlardı. Hamama toplu olarak gidilirdi. Kızın annesi hamacının yanına oturur, genç misatiriere sabun, yaşlılara da hem kına hem de sabun verir ve hamamı yönetirdi. Hamama girmeden önce soyunma yerleri önünde bulunan geniş havuzun etrafında ikişer sıra dizilinir, ellerinde yanmış mumlar olduğu halde kız evinin getirdiği hediyeler hamamcıya ve natırlara verilirdi. Kız ortaya alınır, milli kıyafetleri ile ud ve tefin ve diğer çalgıların müziği ile ahenkli olarak havuzun etrafında dolandırılırdı. Bu dönme esnasında kızın başına yakın akrabalardan yaşlı bir kadın para atar, kız soyunur, hamama girilirdi. Kızı natır yıkar, çıkarken de peştemalını natıra verirdi.
Sandık Günü:
Sandık Salı günü gönderilirdi. İki tarafın yakınları kendi evlerinde ayrı ayrı toplanırlardı. Oğlan evinde toplananlar; kıza ait manto, elbise, ziynet ve çamaşırları misafirlere gösterek itina ile bohçalarlardı. Kızın eşyaları yanında kızın anne, baba, kardeş, enişte, dayı, emete (hala), teyze, dede, nine, emmi (amca)'sine münasip olan çamaşır, elbiselik, çorap, yazma, çevre, peşkir gibi hediyeler de konarak kız evine gönderilirdi. Eğer başlık parası ,alınmışsa bunlar yapılmaz, yerine elbiselik gibi daha ağır hediyeler alınırdı. Buna "kulluk" da denir. Bu hediye bohçaları içerisine "ağız tadı" olarak bir kutu şeker konur, bunlar okuyucu veya mahallede sebeplenmesi istenilen biriyle gönderilirdi.
Kız Yanı:
Çarşamba günü yapılırdı. Kızın müsaitse evinde, uygun değilse bir komşu evinde toplamIır, çalgı olarak tef, ud bulunurdu. Kızı yakın arkadaşları giydirirken ayağının altına büyükçe bir sini koyarlar öylece giydirirlerdi. Daha sonra kız, büyüklerinin ellerini öper, iki eli göğsünün üzerinde "divan dururdu." Odaya kim gelirse elini öper, tekrar otur denirse yerine oturur ve davetlilerin karşılanmaşı böylece devam ederdi. Misafirlerin gelişleri tamamlandıktan sonra cerez tabir edilen, geniş bir sininin ortasına tabak içinde akide şekeri, etrafına leblebi, onunda etrafına kuru üzüm ve karamanlı tabir edilen çarşı ekmeği dörde bölünmüş şekilde konurdu. Bu törene gelenler kıza hediye getirirdi. Çok davetliler de "Benek" dediğimiz bir miktar parayı getirip, kızın annesi selavatlaşırken veya elini öperken, kimsenin göremiyeceği bir şekilde eline sıkıştırırdı.
Bu törene oğlan evi de toplu olarak gelir, fakat kız evi bunlardan benek almazdı.
Kına Gecesi :
Çarşamba günü akşamı, kız evi ve yakınlan uygun bir ev düzenlerler, kız iyi ce süslenirdi. Kızın arkadaşları da milli kıyafetlerini giymek suretiyle geceye katılırlardı.
Oğlan evi en önde fenerler, çalgılar, arkalarında erkekler, onlardan sonra en arkada hammlar olduğu halde toplantının yapıldığı eve gelirlerdi. Gelin yüzü duvaklı olarak çıkar, aşağıdaki ,ağıtlardan kendisine yakışanlardan birini söyleyerek ağlardı.
Samah :
Aynı gece güveyinin sadıç ve yakınları, büyük bir evde veya mevsime göre bir mesire yerinde öğleden sonra toplanırlar, çalgılar çalınır, yemekler yenir, içkiler içilirdi. Bu toplantıda önemli görev sağdıcındı. Zira sağdıç bütün, hali ile güveyiden sorumlu olduğu için, bilhassa çok içmemesine ve bir zarar gelmemesine dikkat ederdi. Samah daha kurulmadan güveyi giydirilirdi.
Güvey Giydirilmesi :
Kız evi Perşembe günü öğleden sonra oğlana iç çamaşırı, fes, tabaka, sigara, çakmak, ağızlık, çorap, tesbih, traş takımı ve harçlık konmuş bir cüzdanı kefeye sarılı olarak gönderirdi. Güvey bir kaç arkadaşı ile giyim odasına gelir ve bohça açılırdı. Evvela gömleği çıkarılır, mahallede anası, babası sağ olan bir çocuk bulunarak, gömlek çocuğun başından geçirilir, sonra güvey giyerdi.
Güvey Hamamı :
Perşembe sabahı güvey, sağdıcı, yakın arkadaşları ve çalgılarla birlikte hamama giderlerdi. Hamamı yakın arkadaşlarından veya akrabalarından birisi tutar, misafirlerin sabun, çay, kahve ve yıkama paralarını hamamı futan öderdi. Hamamdan sonra hep beraber çalgılarla eve dönülürdü. Oğlanın varsa kız kardeşi, babası ve yakınları kızı almak için giden kafileye katılırdı.
Gelin iki türlü getirilirdi:
Birincisi kız çeyizleri arasında şilte ve kaynataya bir baş yastığı göıürmüş ise gelin tahtırevanla, ikincisi ise, yaya gitme zorunda idi.
Yüz Açımı:
Ertesi gün yüz açımı yapılırdı. Oğlan evinde bu düğüne çift örtme de derler. Çalgılar çalınırken kayınvalide gelinini sağ yanına almak suretiyle oturur, gelin ayakta divan durur; kaynana ile selavat1aşır, yaşına göre el öper, böylece oğlan evinin düğünü bitmiş olurdu.
Niğde özgün el dokuma halılarıyla dünyaca tanınan bir kenttir. Ayrıca Çancılık, palancılık (semercilik), bıçakçılık ve keçecilik bu bölgede hala sürdürülen geleneksel el sanatları arasındadır.
PALANCILIK (SEMERCİLİK)
At, eşek, deve, katır gibi binek ve yük hayvanlarının sırtına göre hazırlanan ve binicisinin rahatı düşünülerek yapılan oturaklara Niğde’de “Palan”, bu zanaatla uğraşanlara da “Palancı” denilmektedir. Palan, hayvanın yüklenmesini ve yüklenen yükün taşınmasını kolaylaştırmaktadır. Palanda iskelet ağaç kullanılmamakta, “topak berdi” adı verilen ot kullanılmakta bu özelliğiyle de semerden ayrılmaktadır.
Osmanlı saraylarında görevleri yük hayvanlarına vurulan palanların yapımı ve bakımı olan görevlilere Palanduzan-ı Hassa denilmekteydi. Ancak daha öncesinde palanın ilk defa kimler tarafından ya da ne zaman yapıldığına ilişkin yazılı herhangi bir kaynağa rastlanılmamaktadır.
Palan yapımında bağ bıçkısı, burgu, boynuz yağı, dik çuvaldızı, dikiş makinesi, palan demiri, kası çuvaldızı, kör makas, palan makası, tokaç, yaka oyuntu bıçkısı, yüksük aletleri kullanılmaktadır. Palan yapımında iki tür malzeme kullanılmaktadır. Bunlar; kıl çuval, halı, kilim, şeker torbası gibi palanın yüzeyini kaplayan dokumalar ile halkın, Allah tarafından palan için yaratıldığı inancına sahip olduğu, iki metre boyunda, kalem şeklinde, başı kalın, ucu ince, sünger gibi olan, palanın içine doldurulan ve sazlıklarda biten bir ot olan “topak berdi” denilen ottur. Belirli ölçülerde kesilip dikilen dokuma yere serilerek topak berdinin doldurulmasıyla palan yapılmaya başlanır. Doldurulan çulun ağız kısmı dikilir. Dikilerek dokumayla birleştirilen topak berdiye kası vurma(köprü açma) işlemine geçilir. Bu işlem palanın ortasından başlanıp sonuna kadar kasının vurulması ve tekrar baştan sona vurulmasıyla yapılır.
Bir sonraki aşamada palan bükülür ve bu işlemde kör makas, palan demiri, çuvaldız, kalem ve tokaç kullanılır. Palan büküldükten sonra ortaya gelen kısmı “palan kaşı”dır. Palan kaşı genellikle halıdan yapılır. Kaşın yan alt tarafında çuldan yapılan bölümleri ise “palan eteği” veya “çul”dur. Palanın bükülmesinden sonra palan yakasının oyulmasına geçilir. Bu aşamada kör makas, çuvaldız ve yaka oyuntu bıçkısı kullanılır. Palanın bu oyuntusu öyle orantılı olmalıdır ki hayvanın üzerine tam olarak otursun. Palan ustasının hası da işte bu palan yakasından belli olur.
Palanın hayvanın sırtında dengeli tutmak için “kuskun” adı verilen ve hayvanın bacaklarının arkasına sıkıştırılan bir parça konulur. Böylece palan yapımı tamamlanmış olur. Hayvanların kullanıldığı taşımacılık biçimi, zaman içerisinde kültürel yapıda da yerini almıştır.
“Eşeğin palanına, kuskununa bakmaz da Hasan Dağı’na çıraya çıkmak ister.”
“Kendimiz palancıyız, gökten palan yağsa kuskunu boğazımıza geçmez.”
“Palanından alamayan kuskunundan alır.”
Geleneksel yöntemlerle usta-çırak ilişkisi içerisinde öğrenilen palancılık mesleğinin yapım amacında ve yapım anlayışında birtakım değişimlerin olduğu görülmektedir. Son kuşak ustalarca sürdürülen palancılığın günümüzde hala devam etmesinin nedeni, Niğde’ye bağlı köylerin coğrafi yapısının hayvanın yük taşımacılığında kullanılmasını zorunlu kılmasıdır.Artık yalnız ilimiz Bor ilçesinde birkaç ustasının var olduğu bu zanaat kolu turistik amaçlı olarak değişime uğrayarak oturak, tabure gibi fonksiyonlarla üretilmekte ve satılmakta ise de palan ustaları tarafından devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
ÇANCILIK
Çan, genellikle metalden yapılan, içindeki bir dille ya da tokmakla kenar ucuna vurulduğunda çınlayan içi boş bir araç olarak tanımlanıyor. İlk çanlar Tunç Çağında yapılmıştı. Dünya üzerinde çok geniş bir alana yayılmış olan çancılığın genellikle her kültürde iyi belirlenmiş bir yeri vardır. Çanların özel güçler taşıdıklarına örneğin; yağmur yağdırabildiklerine, fırtına bulutlarını dağıttıklarına, muska gibi takılıp hayvanlara ya da taşıtlara takıldıkları, cinleri ürkütüp kaçırdıklarına, büyü yapmaya veya bozmaya yaradıklarına inanılmıştır.
Çan ve çancılığın Anadolu’da da tarihi bir geçmişi bulunmaktadır. Anadolu insanı çanı bir iletişim aracı, çancılığı da bir meslek olarak benimsemiştir. Çan, çocukların beşiklerinde uyutma ve eğlendirme aracı, atların eyerleri ve başlıklarında bir süs aracı, koyun ve keçilerin boynunda bir haberleşme aracı olarak Türk Kültürü’nde yer almıştır. Anadolu’da olduğu gibi ilimizde de çancılık uzun yıllardan beri süregelen bir el sanatıdır. Bu sanat ilimiz Bor ilçesinde yaygın olarak yer bulmuştur. Önceleri yılın on iki ayı yapılan çancılık artık yalnız yaz aylarında yapılan bir el sanatı olarak devam etmektedir.
Çan yapımında kullanılan aletler; sac makası, çan çekici, dövme taşı, dövme halkası, sava(örs), perçim (çanın kenarlarını birleştirip sağlamlaştırmak için takılan bir çeşit çivi)’ dir. Çanın ana malzemesi sacdır. Bu saclar tabaka halinde alınır. Yapılacak çanın ebadına göre sac makasıyla kalıplar halinde kesilir. 4-5 tanesi üst üste konulur ve yumuşatmak için ateşe verilir.
Ocaktan çıkarılıp dövme halkasına konularak çan çekici ile dövülerek şekil verilmeye başlanır. Saclar dövüldükçe kadeh veya tas şeklini alır. Dövme işlemi saclar istenilen şekli alana kadar devam eder. Daha sonra üst üste konulan saclar birbirlerinden ayrılarak işlemler tek tek yapılmaya devam edilir. Bu parçalardan ya iki tanesi birleştirilerek bir çan meydana getirilir ya da şibikli(yekpare) adı verilen tek parçadan oluşan çanlar yapılır. Tek parçadan yapılacak çanın dövülmüş sacı alınır hafifçe ağız kısmı birbirine yaklaştırılır ve iki kenarı yaklaştırılır, örse konulur ve çekiçle dövülerek birleştirilir. Sağlam olması içinde perçim denilen küçük çivi ile birbirine tutturulur. Sonrasında kulpu takılır. Renk ve sesin oluşturulabilmesi için içine bakır tozu atılır dışı da sarı, bakır metali ve cam parçacıklarının içinde bulunduğu kireçli bulamaçla kaplanarak ateşe verilir ve tavlanır.
Ocaktan çıkarılan çan soğumaya bırakılır. Soğuduktan sonra çanın ses çıkarmasını sağlayan demirden veya sacdan yapılan dili takılır. Çanlarda sesin iyi olması görünüşten daha önemlidir. En son olarak dili takılan çanın sesinin uygun biçimde olması için çan ustası o sesi bulana kadar çanı örste döver. Çanın sesi ayarlanınca da çan yapımı tamamlanmış olur. İki parçadan yapılan çanlarda ise dövülerek şekil verilmiş iki sac perçinlenerek çan şekli oluşturulur. Diğer bütün işlemler aynı şekilde yapılarak bu çanın yapımı da tamamlanır.
Çan çeşitleri; top çan, deve çanı, yassı(iki dilli) çan, keçi çanı(tıngırak) ve dökme çandır. İlimiz Bor ilçesinde önceleri yaygın olarak yapılan çancılık son zamanlarda artık çok azalmıştır. İlçede çancılık, çan yapımının tek ustası olan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca “Geleneksel El Sanatçısı” olarak kayıt altına alınan ‘Çan Ustası’ Ayhan DEMİRÖRS tarafından devam ettirilmeye çalışılmakta ve günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
HALICILIK
Renkli yün, ipek ve diğer ipliklerden atkı-çözgü dokusu üzerine atılan ilmelerle tezgâhta dokunan havlı bir yapıya sahip desenli ya da desensiz bir yaygı olan halı, insanlığın en eski el dokuma sanatlarından biridir. Anadolu’nun ortasında, kültürlerin kaynaşıp yoğrulduğu Kapadokya bölgesinin bir parçası olan ilimizde halıcılığın tarihi çok uzun bir geçmişe sahiptir.
Niğde yöresinde ahşaptan yapılmış ıstarda(halı dokunan tezgâh) dokunan el dokuması halılar Maden (Çamardı), Ulukışla, Melendiz (Çiftlik ve çevresi), Kemerhisar, Bor, Koyunlu yerleşimleri başta olmak üzere il genelinde yüzyıllardır üretilmektedir. Bundan 10-15 sene öncesine kadar her evde ‘ıstar’ adı verilen halı dokuma tezgâhları bulunuyordu ve halıcılık önemli bir geçim kaynağıydı. Günümüzde dokuyucularına getirdiği gelirin azalması, dokuyucuların gelir getiren farklı uğraşılara yönelmeleri sebebiyle eski önemini yitiren halıcılık kimi yörelerde halen insanların geçimine katkı sağlamakta olan bir el sanatıdır.
Hemen hepsi kadınlar tarafından dokunan yöre halılarındaki motifler bereket, şans, sağlık, ölüm, günah, yeniden dirilme, nazar ve sonsuzluk gibi konuları simgeler. Bölge halılarında en fazla kullanılan desenler göz, yıldız, hayat ağacı, akrep, muska, akarsu, dulavrat otu, kuş, koçboynuzudur. Ayrıca yörede ‘kamalı’ denen ve önceleri bölgede yaşayan Rumlardan kalma bir motif olan ‘gamalı haç’ modelli halılar da yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir.
Niğde’nin geleneksel halıları kaba yani kalın dokumadır. 26-28 kalite(dm2’deki ilmek sayısı) olan Niğde halılarının ortasında göbek denen büyük bir motif ve onu tamamlayan iri motifler yer almaktadır. Bunlara göbekli halı denmektedir. Ayrıca çiçekli, kuşlu modelli halılarda bulunmaktadır. Genelde motiflerin bulunmadığı boşlukların fazla olduğu görülmektedir. Halı yapımında kullanılan iplerde koyun yünü kullanılmaktadır. Kirmenle eğrilerek ip haline getirilen yünler doğal boyama yöntemleriyle, çeşitli bitkilerle boyanarak halı yapımında kullanılmaya hazır hale getirilmektedir.
Halılarda en çok kırmızı(al), gök(mavi, lacivert), siyah, pisi tüyü(gri), pas ipi(kahverengi), asma yaprağıyla boyanan yavşan yeşili, cevizin kabuğuyla boyanan tetir gibi renkler kullanılmaktadır. Kullanılan bu ipler artık sentetik boyayla boyatılarak da kullanılmaktadır. Halının yapımında sındı(makas), kirkit, tarak ve bıçak kullanılmaktadır. Halı tezgâhında ise varan gelen, kücü demiri, burgu gibi kısımlar bulunmaktadır. Halı yapımına ıstara, önceleri ağaçtan şimdi ise demirden olan tezgâhlara, eriş adı verilen iplerin çizilmesi(sarılması) ve ayak denilen uç kısmının örülmesiyle başlanır. Daha önceden belirlenen modele göre renkli yün ipliklerle ilmeler(ilmek) atılarak halı yükseltilir. Her bir sıradan sonra ilmelerin atmaması ve sıkı olması için önce geçgi adı verilen ip geçirilip kirkitle sıkıştırılmak için vurulur. Daha sonra varan gelen indirilerek ipler el ile ayalama yapılır, çapraz hale getirilip argaç denilen ip geçirilir ve tekrar kirkitle vurularak ilmelerin sıkılaştırması işlemi yapılır. Bu şekilde dokunarak devam edilen halının yapımı tamamlanır.
Yörede dokunan bu halılar taban halısı, somya halısı, minder, yastık, namazla(seccade) olarak kullanılmaktadır. Günümüzde bitme noktasına gelen Halıcılık, sadece Bor ilçesine bağlı Obruk Köyü’nde her evde bulunan tezgâhlarda, geleneksel özelliklerinin dışında, sipariş üzerine yapılan el dokuma halılarla devam ettirilmekte ve aile geçimine katkı sağlamaktadır. Ayrıca Niğde Valiliği bünyesinde oluşturulan Halıcılık Birliği, çeşitli köy ve kasabalarda kurduğu atölye ve kurslarla il genelinde el dokuma halı geleneğini devam ettirmeye çalışmaktadır. Halıcılık Birliği açtığı kurslarda Niğde’nin geleneksel halı motiflerini gün yüzüne çıkartarak ve yeniden dokutarak bu sanatın devam etmesini sağlamaya çalışmaktadır.