Meddahlık, taklit ve canlandırmalarla dinleyiciyi eğlendirmek amacıyla öykü anlatma sanatı olarak tanımlanabilir. Bu sanatı icra edenlere Arapça öven, metheden anlamında meddah denilmektedir.
Meddah, sanatını icra ederken bir sandalye üzerine oturmakta, değnek (pastav) ve mendil (makreme) gibi aksesuarlar kullanarak öyküsünde canlandırmalar ve taklitler yapmaktadır. Değnek dinleyicinin dikkatini çekmek ve anlatımları güçlendirmek için bir ses efekti olarak kullanılabildiği gibi oyunda anlatılan eşya ve canlıların temsili için de kullanılmaktadır. Mendil ise ses değiştirmek veya çeşitli karakterlere bürünmek için kullanılmaktadır. Meddahların oyunlarında kullandığı bu eşyaların meddahlık geleneği içinde simgesel anlamaları olduğuna ilişkin tarihi kayıtlar da vardır.
Meddah öyküsünü anlatmaya değneğini yere üç defa vurarak Hak dostum, hak sözleriyle ve bir tekerlemeyle başlar. Kişi ve yer adları yüzünden kimse üzerine alınmasın diye isim isme, kisip kisbe, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer şeklinde bir ifade kullanarak kimseyi gücendirmemeye çalışır. Anlatım esnasında bazen duraklayıp dinleyicinin anlamasına ve yorum yapmasına olanak tanır, bazen de en heyecanlı yerde keserek dinleyenlerden para toplar. İcrasını her ne kadar sürçülisan ettikse affola diyerek tamamlar.
Meddahlar anlatımlarında çeşitli efsaneleri, hikâyeleri, tarihi olayları ve kişileri kendilerine konu edinebildikleri gibi güncel sosyal ve siyasal olaylara gönderme yapan kurmaca ve bağlamlara başvurabilmektedirler. Böylece toplumsal ve siyasal eleştiriler, bu kurmaca ve bağlamlar vasıtasıyla dinleyenin zihnine gönderilen alt mesajlarla ama aynı zamanda da açıkça ifade edilebilmektedir. Bu nedenle meddahlar, içinde yaşadıkları dönemin sosyal, siyasal ve ekonomik koşulların aynası olarak nitelendirilmektedir. Bu yönüyle meddahların sergilediği oyunlar çağdaş anlamda epik tiyatroya da yaklaşmaktadır.
Meddahlık, Geleneksel Türk Tiyatrosu ve temaşa sanatının günümüze ulaşabilmiş az sayıdaki türlerinden biridir. Meddah oyunlarının konuları, çoğu zaman seyirci profiline, ilgisine, sosyal ve siyasal gündeme bağlı bir şekilde doğaçlama olarak belirlenmektedir. Bu yönüyle hemen her oyun, belli bir kurgu ve dizgeye sahip olsa da aslında eşsiz ve özgündür.
Meddahlık geleneğinin usta-çırak ilişkisi içerisinde sözlü anlatımlar yoluyla yaşatılması, anlatılan öykülerin günümüze ulaşmasını güçleştirmiştir. Dolayısıyla yayımlanmış meddahlık metinleri oldukça azdır. Geçmişte meddahlar sanatlarını saray ve köşklerde, sünnet düğünlerinde ve kahvehanelerde icra ederlerken günümüzde özellikle Ramazan ayında ve dini bayramlarda, televizyon programlarında ve çeşitli sahnelerde sergilemektedirler. İcra edilen eserlerin yer ve zamanındaki bu değişimler ve hikâyelerin konusundaki güncel kurgular ve bağlamlar, modern meddahlık olarak tanımlanan örneklerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Sinan Bayraktar, Ahmet Yenilmez ve Uğur Uzunok bu alanda dikkat çeken çalışmalara imza atmaktadırlar.
Türkiye’de doğrudan meddahlıkla ilgili kültürel faaliyet, etkinlik ve sanatsal çalışmaların sayısının az olduğu düşünülse de ülkenin dört bir yanında düzenlenen tiyatro ve mizah festivallerinde, kutlama ve halk günü programlarında Geleneksel Türk Tiyatrosu başlığı altında meddahlık yer bulabilmektedir. Ayrıca, geleneğin yaşatılması amacıyla üniversitelerin güzel sanatlar fakülteleri, konservatuar ve tiyatro bölümlerinde, belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile organize edilen tiyatro kurslarında meddahlık dersleri verilmektedir. Kaybolmaya yüz tutmuş bu eşsiz kültürel mirasımızın gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından meddahlık geleneği konusunda araştırma, tespit ve envanter çalışmaları devam etmektedir. Meddahlık geleneğinin İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültürel Mirasının Başyapıtları Listesi’ne kaydettirilmesinden sonra koruma eylem planı kapsamında Gazi Üniversitesi Türk Halk Bilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu işbirliğiyle Mitten Meddaha Halk Anlatıları Uluslararası Sempozyumu 25-27 Kasım 2004 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir.
Geleneğin 2008 yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi'ne alınmasından sonra da 20-25 Aralık 2010 tarihleri arasında Ankara’da konu ile ilgili uzman, akademisyen ve sanatçıların katılımıyla unsurun karşı karşıya kaldığı sorunlar ve olası çözümlerin tartışıldığı ve buna bağlı olarak ikinci bir eylem planının oluşturulduğu Meddahlık Çalıştayı düzenlenmiştir.
Eylem planı kapsamında günümüz meddahlarından Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Sinan Bayraktar ve Ahmet Yenilmez’in performansları ile TRT arşivinden Erol Günaydın, Münir Özkul, Gazanfer Özcan ve Hakkı Karadayı’nın canlandırdıkları meddah gösterileri DVD olarak bir kitapçık eşliğinde yayımlanmıştır.
2003 yılında İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültürel Mirasının Başyapıtları arasına giren Meddahlık Geleneği, 2008 yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi'ne alınmıştır.
ÖRNEK : I
ALAYLI ÖMER EFENDİ (Alıntı: http://www.edebiyatforum.com/
Ömer Efendi, kahvede arkadaşına nasıl askerlikten kıdem aldığını anlatmaktadır:
- Tilafone etmişler, Urganın garargâhına vardım. Gumandan begin çadırına girdim. Temennayı çaktım.
- Neğören Ömer Efendi, dedi.
- Sen neğören beğem, dedim.
- Seni imtihan edecez, gıdemine goycaz, dedi.
- Goyun beğem, dedim. Çadırın direğinde dürülü hartayı indirdi, masanın üstüne yaydı.
- Bu ne ki? dedi.
- Hartadır beğem.
- Ya şu gördüğün uzun, kızgıl çızgılar ne ki? dedi.
- Huduttur beğem, dedim.
- Ee, Eşkolsun Ömer Efendi sağa, dedi.
- Ya şu mavi boyalı gısım nedir? dedi.
- Denğizdir beğem, dedim.
- Ya şu nokta nokta siyah çızgılar ne ki? dedi.
- Gara pampurdur, beğem, dedim.
- Eşkolsun Ömer Efendi sağa, dedi.
- Bura nire? dedi, parnağınla göstürttü.
- İstanbul'dur, beğem, dedim.
- Ya şurası nire? dedi.
- Paris'tir, beğem, dedim.
- İstanbul'dan Paris'e ne kadar vakitte geden? dedi.
- Eşeğinen dört saatte varırık, emma yolda bir ahbab çıgar gayfe mayfe ısmarlar, beş saatte giderim, dedim.
Eşkolsun Ömer Efendi sağa, dedi; galktı ağnımdan şapadanak öptü. Beni gıdemime goydular.
- ÖRNEK : II
EBE, HALLAÇ, ABDULLAH AĞA
(Alıntı Adresi: http://www.diledebiyat.net
Hotun Fatihi Osman Han zamanında, İslamboli Abdullah Ağa pederi Haci Ali vefat. Mal-ı pederi tüketti, iflas. Pederinin karındaşlığı hem-cıvarı Hacı Veli’nin Emeti nişanlısı iken,
“Böyle sefihe kız vermem,”
demiş idi. Terk-i diyarına sebeb budur. Bu parasız Mısır’a vusul. Zen-i mükellefeye harf-endaz; hanesine vusul buldu. Fail mef’ul, mef’ul fail.
“Zira seni ben sayd eyledim.”
Kaide üzre olur mu? Cariye ile zevk-i vafir-germ.
“Ne zaman gelürsün?”
“Eski nazarla istimal ederim,”
der. Vusul ila İslambol. Sultan Hamamı. Ebe kadına sual.
“Oğul Abdi, ölüler dirilür mi?”
Kızı sual.
“Ayasofya kurbunda bir hallaca verdiler. Misbahı belinde, dükkanı zir-hane,”
der.
“Canım, Ebe Hanım!”
Ebe:
“Hele bir kerre bakayım,”
dedi. Mürekkebi sof ferace, kemik başlı hizran asa, ol semte varub ilk muhibbesine verdi.
“Biz de istedik mi idi, oğlum!”
Seyr eden güğümbaşılıktan ekmek aldı.
“Eli dedik, avuçla cevahir, ev ister. Kızlar Aydın Ağa’nın sarayı, odalığı andıran düz, bekçi bile odalar. Müezzin Çelebi evi karanlıktır, gündüz mumla oturmalı, dağlara,taşlara ölüsü çarşıda yıkanur. Ah, büyük kadın, dört ay evvel olsa! Rüstem Ağa evi , deriz; sonra İvaz Çelebi aldı, sonra Derviş Hoca aldı. Şimdi dört aydır bu hallaç aldı. Mezadda gezdi, yattı. Kelimatından üç,dört sahibin haber aldı, oğul. İbtida Rüstem, sonra Müezzinzade Hacı Çelebi , sonra Derviş Hoca, oğul.”
“Kadın, niçün ağlarsın?”
“Üsküdarda olurum.”
“Pek söyle, arkadan işitdirmezler.”
“Dergehde şeyh değildim, şimdi öksüzüm!”
Biri de onlar gibi açdı elile,içeri,dükkanda bekler. Yüzün bile yumdu; sonra evine. Hasta.
“Evvel dil, ağız verme, karınız gündüz de duysun,”
der, gider.
“Abdi, başlankıçın yaptım; sandık amade. Akşam namazı sine,” “hay kara saplı bıçak hamleye kan düşürme!”
Sultan Hanımı’nda Ebe:
“Hin-i sehre dek gidemem, bre zalim adam. Eyi mi olacak? Sevdayı mehenklidir. Ahşama dak ta’viz, ta’vik, sandıkla erhandır, deyü hallaca tahmil geldi. Tabirat-ı garibe ile ilaç nakli. Hasta-ciğerim, kokum tiryaktır, kurdularbürüncekli. İki bardak balıklı ayazma, sulu manastır, kalfa kapusu murad savmaktır. Ertesi, Üsküdar’da Eski Çamlıcadan yedi kozalak, yalnız selviden, toprak alem dağından bir karış Koca Yemişi. Çubuğunu kocası kendi eline kesmelidir. Abdi’yi duyrurmalıdır,”
der.
Bi-vakt Ayasofya, Et Meydanı, Firuz Ağa,Acı Hamam, Asmalı Mescid,Dikilitaş, Sedefciler, Irgat Pazarı,Keresteciler aşub Kadın Çeşmesi, Okcularbaşı,Eski Darphane, Simkeşhane önü, Sultan Bayezid Hamamı, Kıymacılar Kol. Tabanı yassı yeniçeri ağası tuttular. Bulunmak kabil değil.
“Haseki Bostancısıyım,”
diye düştü.
“Eve gönder!Tövbekar hanım villada ihtifa’acaiben. Garaib ademdir, kukladır.”
Villada da acaib oynadılar. Zarafetle kaçdılar. Oyun tamam, bahşiş.
“Bir dahi artık olmaz,”
mırıldandı.
Anlattı: nakl-i macera. Eve geldi.
“Yetmiş yaşımda, elime daire aldım da oynadım, duydun mu?”
“ne zaman kavga olsa bunu söylersin.”
Murad da ayrıldı, Abdi Ağa’ya vardı. Pederinden kalan, Abdi Çelebi’nin Mısır’dan fazladan getirdiğiyle zam, bedesten, dolap. Evleri durur kirada idi.
“Bir miktar akarat da kazan var,”
der. Baki ömürlerin itmam.