Beşik kertmesi:
Geçmiş de; yöre de azınlık sayıda ki bazıaileler ce uygulanmış bu adet gereği, kız ve erkeğin küçük yaşlarda, hatta beşikte iken, zamanı gelince birbirleriyle evlenmeleri kararlaştırılırdı.
Beşik kertmesini güçlendiren manevî unsurlar vardır. Bu yöntem, ana, baba ve aile büyükleri tarafından verilen karara dayandığı için; saygı, bağlılık ve yücelik duygularını kapsar. Çocuklarının mutlu olmaları adına aile büyüklerince verilen ve gençlerin benliklerine yer eden bu kararlar, bir anlamda vasiyete dönüşürdü.
Gençler için vasiyete uyulması bir görevdi. Bu nedenle beşik kertmeli nişanlıyı terk etmenin uğur getirmeyeceği düşünülürdü.
Beşik kertmesine benzer bir yöntem de, henüz evlenme çağına gelmeyen çocukları küçük yaşta sözleme, başka bir deyimle nişanlamak dı. Daha çok yakın akraba arasında uygulanan bu yöntemde erkeğin anası ya da babası kendi çevresinde beğendiği bir kızı, yaşına bakmaksızın, oğluna ister, karşı taraf da bunu kabul eder. Böylece küçükler nişanlanmış olurlar, nikâhları da kıyılır. Bu yöntemin bir başka sebebi de kızın, büyüdüğü zaman, kaçırılması, zorla alınması ihtimalini önlemektir.
Görücülüğe gitmek:
Gelin adayının ana baba tarafından belirlenmesinde uygulanan diğer yöntemlerde görücülüğe veya kız bakmaya gitmek deyimiyle adlandırılır. Her ikisinde de amaç aile yaşantısına, çevre şartlarına uyum sağlayacak, ev işlerine yatkın, becerikli bir kız bulmaktır. Görücülük,bir kızın aranan şartlara haiz olup olmadığını gözlemek için kayınvalide adayının katılımıyla ya da kayınvalide adayı olmaksızın tanıdık, akraba kadınların haberli ya da habersiz bir şekilde yaptıkları bir ziyarettir. Böylece adayda aranan niteliklerin bulunup bulunmadığı araştırılır.
"Görücülüğe gitmek" te ; ziyarete gidenlere "görücü" , genç kızın görücüleri karşılamasına "görücüye çıkmak" denir.
Yakın geçmiş de ve günümüz de ; evlenecek olan erkeğin ailesi kız araştırır, uygun kız bulununduğunda oğlanın fikrini alır. Oğlan uygun görürse ,kız istenir. Bu arada kızın fikrine de başvurulur. Büyük bir tepki göstermezse bu iş olur. Hatta erkek tarafı daha önceden kızın tutumunu yoklar. eğer bu işe sert tepki gösterirse o kız istemekten vazgeçilir.
Gelin adayı belirlendikten sonra erkek tarafı, ailesinden kızı ister. Buna "kız isteme" , olumlu karşılık verilmesi halinde evlenmenin kesinleşmesine de "söz kesme" denir. Arkasından evlenmenin hukukî işlemi nikâh, sonra da tören ve şenlik yönü olan nişan ve düğün gerçekleşir.
Geçmiş dönemlerde kaç -göç dolayısıyla bir araya gelemeyen tarafları, vekilleri temsil ederdi. Oğlanın ve kızın muvafakati alınırdı. Bunun için üç kişi kızın evine gider, birisi adayı kabul edip etmediğini sorar. Kızın kabul iradesine göre iki kişi de şahitlik ederdi. Ondan sonra nikâh kıyılırdı
Kız İsteme :
Kız istemeye giderken,isteyecek kişilerden sözcü olan çorabının birini ters,veya başka çorap giyer. Kız verilince üç veya yedi tüfek veya tabanca atışı yapılır.Başlık parası düğün zamanı ve nelerin isteneceği kararlaştırılır. Günümüzde başlık ve görücü usulüyle evlenmek tamamen kalkmıştır.
Nişan:
Nikâhtan önce veya sonra kadınlar arasında olur. Damadın annesi, yakınlarıyla birlikte kız evine gider. Nişan yüzüğü kızın sağ elinin ince parmağına takılır, ayrıca çeşitli altın ve giyecek gönderilir.
Kına Gecesi:
Erkek evinde eğlence olmaz. Erkek tarafından kızlar ve oğlanlar yanlarında kına ile kız evine giderler. Kız evinde kına yakılır. Evin hayatında kızlar horon oynar. aileye çok yakın oğlanlar horana girebilir. Yabancı erkekler horona giremez.
Düğün:
Düğünden önce Pazartesi günü gönderilen eşyayı kapsayan mes- pabuç gelir ve gelin hazırlanır.
Salı günü düğün yemeği pişirilir.
Çarşamba günü oğlanın evinde düğün başlar,yöreye bağlı olarak ;kemençe ,tulum zurna ,akordiyon ve mızıka gibi enstrümanlar eşliğinde Horon oynanır ve türkü söylenir çeşitli şenlikler yapılır. Silah atılır, dinamit patlatılır.Aynı gün ve gece kızın evinde de şenlik olur, kızlar, erkekler horon ederler, türkü söylerler, selim sayarlar.Kız ve erkek tarafı yakınlarını ayrı ayrı düğüne davet eder.
Perşembe günü oğlanın evinde şenlik yapılır, arkasından düğüncü gelini almak üzere kızın evine gider kız tarafının davetlileri kız evinde toplanır ve erkek tarafından gelecek olanlar beklenir. Erkek tarafından gelen davetliler eve yaklaştıklarında evin kapısı kilitlenir.Bu kapının açılması için erkek tarafından bahşiş alınır. Damat kız almaya gelmez.
Gelinin odasından almaya kayınpeder gelir. Yengeye ve geline bahşiş verir ve gelinin yüzünü açar. Gelinin kardeşi gelini kapıya kadar çıkarır ve erkek tarafına teslim eder. Erkek tarafı, en önde gelin, kız evini terk eder. Kız tarafı kızla beraber, arkadan oğlan evine doğru gelir. Oğlan evine yaklaştıkça kız tarafı naz yapmaya başlar. at ister, araba ister, halı ister, geniş yol ister, yolu süpürttürür. Bin türlü zorluk çıkarttırır. Kız tarafı hizmetkar ister. Maksat damadı görmektir. Düğün amiri hizmetkar yok, efendi var der. Nihayet damat görünür. Elinde bozuk paralar vardır. Bunları gelinin başına atar. Bu paralar bereketli sayılır ve bunlarla kese dibi yapılır. Damat misafirlere hoş geldiniz der ve daha sonra yengesi ile eve çekilir.
Gelin yengesi ile birlikte gelin odasına yerleşir. Kayınpeder yengenin getirdiği kete valizini, keteyi getirenden ücret karşılığı alır ve yengeye teslim eder Evin müsait bir yerinde horon başlar. Erkekler oynar, kızlar oturur. Kızlar bu arada hem horonu hem gelini seyreder. Horon saatlerce sürer. İkindi ile akşam arası önce kız tarafına sonra erkek tarafına yemek verilir. Yemekten sonra bir kısım davetli dağılır.Perşembe akşamı gerdek gecesidir.
Cuma günü oğlanın evinde toplanılır. Bu güne sabayi ya da Paça günü, bugün için hazırlanan özel elbiseye (Paça günü elbisesi) denilir. Komşular, gelinin getirdiği eşyayı görmeye gelirler, aynı zamanda kızlar karşılıklı türkü söyler ve horon ederler. Bu toplantı kadınlar arasında olur. Cumartesinden itibaren gelin ev işlerine başlar.Düğünden 2-3 gün sonra kız evinden damadın evine gelinir. Buna "kız bakmaya gitmek" denir. Bunun için mısır unundan helva yapılır, siniye konur, baklava şeklinde kesilir; bir erkek ve bir kadın siniyi damadın evine götürürler. Orada helvanın yarısı alınır, yarısı gelinin babasının evine geri gönderilir, gelin de kadın ve erkekle birlikte baba evine varır, ev uzaksa orada bir gece kalır. Sonra damat evinden gelir, gelini alıp götürürler, damat onlara katılmaz. Bu olaya "Sini" denir. Bu ziyarette, baba evinde kızdan evliliğin ilk günleri hakkında bilgi alırlar; varsa karşılaştığı meseleler sorulur. Bu ziyaretten sonra enişte davetleri başlar. Gelin, evliliğin 7 ve 15. günlerinde kocasıyla birlikte baba evine gider; ikinci yemekte iki akşam kalır.Yeni gelin kırk gün, baba evine yaptığı ziyaretler dışında, akşamları evden dışarı çıkmaz. Zorunlu hallerde yanında bir ya da birkaç kişi bulunur. Çekemeyenler kötülük yapabilirler.Doğumu izleyen kırk gün içinde de bebek ve loğusa evden ayrılmaz. Aile ilişkilerinde bir de süt konusu vardır. Bazı kadınlar çevredeki erkek çocukları emzirirler. Böylece akrabalığa benzer yakın ilişkiler doğar; kadına süt anne, erkeğe uyağı denir.
Düğünlerde en önemli bölümdür. Horon kesilir. Herkes geniş bir hayatta (salon) toplanır orta yerde bir sofra kurulur. Kız tarafından temsilciler ve sözcü, erkek tarafından da eniştenin yengesi ile bir grup katılır. Kız tarafının sözcüsü, çeşitil yiyeceklerle sofrayı donattırır.Bunun yanında sembolik olarak yapılabilecek veya bulunabilecek isteklerde bulunur. Bunlardaki amaç düğünü neşe katmaktır. Örneğin içki istenir, buna karşı şişeye zeytin yağı ile su doldurularak gönderilir. Koç istenir, bir kişi sırtına post bağlar, başına koç boynuzu, boyununa çinlak bağlayarak gelir ve safrayı yıkmaya çalışır, iki kişi tutar ve sonra gelinin yengesi kede verir ve koç gider. Bundan sonra ihtiyar ve kocakarıyı temsil eden ve onlar gibi giyinen kişiler nükteli yanıtlar verirler. Bu sözler gelin ile damata öğüt, çevreye ise neşe verir, ihtiyar ve kocakarı ayrılırken çevreden onlara iğne batırılır.Daha sonra enişte ve yengesi gelir. Gelin ve yengesi de sofrayı görebilecek yerdedir. Enişte hiç konuşmaz çevreden kendisine çeşitli laflar atılır. Fakat yanıt vermez. Onun yerine yengesi konuşur. Bu arada gelin ve enişte arasında gizli bakışmalar da olur. Eniştenin yengesi sorular sorulurken hem onlara yanıt verir, hem de üç tane küçük lokma hazırlar. Sonunda bu lokmanın enişte tarafından yenmesini sağlar. Enişte üçüncü lokmayı yerken hazırladığı paraları (özellikle madeni para) sofraya bırakarak hızla oradan ayrılır. Eniştenin konuşmaması onun kibarlığını ve ağırlığını gösterir.
Horonda Bahşiş:
Horon oynarken tulumcu değişik bir ezgiyle horonculara yaklaşır. Bunun anlamı bahşişi istemektir. Ezgi kime yönelik ise o kişi bahşişi verir. Bu horonlardan bir gelenektir.
Eğer horon bir düğünde oynanıyorsa eniştenin kaynatanın, gelinin ve kaynananın horona girmesi gerekir. Horon sırasında geline, enişteye ve yakınlarına türkü atılması güzel bir gelenektir. Bu atma türküler çoğunlukla enişte üzerinde yoğunlaşırdı
Kız Kaçırma , Peşe Gitme , Uyma :
Haçan bir kız kaçacak
Yan basar ayağını
Eve gelirde koymaz
Yemeğinin yağını
İner ahıra bakmaz
İneğinin bağını
Suya giderken kırar
Destinin dudağını
Evlenme çağına gelen kızla erkek arasında aşk, yöredeki deyimiyle, sevda ilişkisinin doğması ,herhangi bir tarafın veya her iki tarafın aile büyüklerince olumlu karşılanmaması halinde ; kız kaçırma,peşe gitme ,uyma yöntemine başvurulurdu.
Burada kızın tavrı söz konusudur.Kız kendi isteğiyle ve ailesine karşı bir tavır koyar. Anlaşmalı olarak oğlanla beraber kaçar. Buna Uyma gitme de denir. Kimse mani olmasın diye bu iş gece olur. Herkes uykuya daldığında, çoğunlukla sabaha doğru kız bohçasını hazırlar evden çıkar, dışarıda bekleyen oğlanla buluşup birlikte kaçarlar. Gündüz oluyorsa bakkala gidiyorum, komşuya gidiyorum bahanesiyle evden çıkıla bilinirdi. Kız kaçırma, eskilerde kalmasına rağmen peşe gitme seyrekte olsa olmaktadır.
Bazen ekonomik nedenlerle de olabilmektedir. Taşınmaz malların bölünmemesi, delikanlının başlık parasını verememesi, düğün masraflarını karşılayamaması, maddi varlığa dayanan seviye farkı, geçmişten gelen husumet, ailenin karşı koyması gibi sebepler yüzünden evlenme engeliyle karşılaşan gençler kaderlerini kendileri belirlerler; kız ana -babanın muvafakat olmaksızın delikanlıya kaçar.
Olayda zorlama yoktur; iki gencin özgür iradeleriyle evlenmeye karar verilirdi.. Ancak kızı, erkeğin peşine gitmiş göstermemek ve çevreye karşı rencide olmasını önlemek amacıyla, olaya sanki zorla götürülmüş havası verilirdi. Kızın oğlanın peşine gitmesine
Peşe gitmede taraflar kısa zamanda anlaşırdı Eğer kızın ailesini utandıran bir durum varsa hoş karşılanmazdı Peşe giden kız uzun süre babasının veya ağabeyinin yüzüne çıkamazdı. Kız kaçırma ve peşe gitme olaylarından sonra anlaşma sağlansa bile düğün yapılmazdı. Ancak elbise kesilir
Eğratluk / Meci :
Gelenek ve göreneklerin önemli bir bölümünü evin dışındaki ortak çalışma, karşılıklı yardımlaşmalar oluşturur. Bunlara eğratlık ya da meci denir.
Komşular birbirlerinin işlerini ücretsiz olarak görürler. Komşuları kendi işinde çalıştırmaya (eğratlık etmek) bu yöntemle çalışan kişiye (eğrat) denir.Eğratlık eden, eğrata, kaç gün çalıştırmışsa o kadar borçlanır, başka bir deyimle onun işinde o kadar gün çalışır.
Eğrata sadece yemek verilirdi .Öğlene kadar çalışılır,topluca öğlen yemeği yenirdi. Menü ,lahana mancasi, minci, yoğurt, mısır ekmeği .Yoğur ğopeçiye kabakdan yapılan kap)konur , ağzıda kutuni ile kapatılırdı.
Eğratlık, meci çalışmaları aynı zamanda bir eğlencedir; bu tür toplantılarda horon edilir, atma türkü söylenir.
Ancak çay ekiminden sonra mısır, fındık dikimi, hayvancılık azaldığı için eğratlık ve meci gelenekleri de birer hatıraya dönüşmektedir.
Haçan yayladan celdum benum atum toy idi.
Aradum buldum oni suyun altina idi.
Eğratlık yöntemi aşağı detayları ile belirtildiği üzere değişik alanlarda uygulanırdı.
Mısır Mecisi:
Tarla kazmak, mısır fidelerini seyreklemek (fitra) yabancı otları temizlemek (çağan etmek) harman,mısır ayıklama gibi ürünün nihai olarak elde edilmesine değin her aşamadada eğratlık yöntemi uygulanırdı. Mısır, iki defa çapalanır.( 1. kat /1. katı vurmak, ve 2. kat / 2. katı vurmak) Bu işler eğratlıkla yapılır.
Mısır Ayıklama
Mısır toplandıktan sonra bir odaya yığılır. Komşular çoğunlukla geceleri toplanarak birbirlerinin mısırlarını soyarlar. Buna mısır mecisi de denir. Mısır mecisi eğlence havası içinde geçer, türkü söylenir. Bir mecide söylenen türküden hatırlanabilen beyit şöyle:
ipler um yiğum dolmaz
Çözerim çile, olmaz.
Bazen mısırların içinden kırmızı mısırlar çıkar, onlara "BEY" veya “KİKİLİ” denilirdi.İki grup olunur ,en çok bey bulan grup diğer tarafı alt ederdi.Galip gelen taraf "KODUK SİZİ AĞIRA" diye hep birlikte bağırırdı, böylece işler oyun haline getirilirdi.İş bitiminde pişirilen koliva (haşlanmış mısır) ve kabaklar zevkle yenilir
Gübre Mecisi :
Evin altındaki ahırda bulunan gübre uzaktaki tarlalara gübre mecisi ile taşınır. Bunun için 30-40 kişi toplanır. Bu topluluk üçe ayrılır. Birinci topluluk yerdeki gübreyi sepetlere doldurur, ikincisi sepetleri yanlarından tutarak taşıyıcıların arkasına yükler; taşıyıcı olan üçüncü takımda gübreyi tarlaya götürür. Bu yöntem çok sayıda hayvan besleyen yukarı köylerde uygulanır.
Fındık Toplama Mecisi :
Fındık, meci yöntemiyle toplanır. Topluluk üçe ayrılır; birinci takım fındığı daldan toplar; ikincisi sepetlere doldurur, üçüncü takım da evlere taşır.
Odun Kesme Mecisi :
Odun kesme mecisinde birinci takım odunu keser, ikinci takım taşınacak şekle getirir, üçüncü takımda evlere taşır .
Hemşin de Yeni Yıl:
Her yeni yıl ,her yerde olduğu gibi Hemşin içinde yeni bir umuttur. Rumi takvime göre yeni yıl sabahı kimsenin evine gelişi güzel gidilmez. Çünkü o kişi uğurlu veya uğursuz sayılabilir. Yalnız, davet edilen küçük bir erkek çocuk davet edilen eve gider. Ona hediyeler verilir ve uğurlu sayılır. Hemşin yeni yıl akşamında başlamak üzere sabahleyin eve gelecek çocuklar için çeşitli mevsimlik yiyecekler hazırlar. Çocuklar gittikleri evde dileklerini dile getiren maniler söylerler."yeni yıl geceleri Devleti bacaları Bana bir şey vermeyenin Tez gelmez kocaları"Ahırında öküzü olan bazı aileler, uğur getireceği inancıyla evinin sağ kapısında içeriye alırlar.Yeni yıl akşamlan genç kızlar için ayın bir önem taşır. Bu akşam yörede tuzlu pelit, yedi evden gizlice alınan mısır unundan yapılan ve içine sadece o akşam için çok tuz katılan bir tür pasta, denilen peliti yerler rüyalarında kimin kapısından su içerlerse o eve gelin gideceklerine inanırlar. Bu gelenek yeni yıl dışındaki akşamlarda da yapılmakta ve bu gelenek ve inanış hâlâ devam etmektedir.
Yaşayan hukuk:
Başka bir deyimle halk hukuku, yüzyıllar boyu bir arada bulunmaktan doğan hukuk kuralları, halk kültürünün önemli bir bölümünü oluşturur. Çeşitli alanları kapsayan bu kurallar yazılı değildir; kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar sözlü biçimde kuşaklar boyu akıp gider. Rize halk kültüründe değişik alanlarda uygulanan bu kurallar çoğunlukla anlaşmazlığa meydan vermeksizin taraflar arasındaki meseleleri çözümler. Bu kuralların çoğunluğu tarım, hayvancılık ve denizcilik konularına ilişkin olanlardır.
Yarıcılık: Geçmiş te Mısır tarlalarının ekimi için uygulanan yarıcılık da taraflardan biri toprak sahibi ikincisi yarıcıdır. Mısırın ekiminden ürünün toprak sahibinin evine taşınmasına kadar geçen sürede bütün malzeme ve işçilik yarıcıya aittir. Bu sözleşmeye yarıcılık ya da yarılığa vermek denir. Çay döneminden sonra mısır ekimi son derece azaldığından günümüzde yarıcılık çay tarımında uygulanmaktadır. Bahçe sahibi çaylığını yarılığa verir. Yarıcı bütün işlemleri yapar. Çay yaprağının satışından elde edilen paranın yarısı bahçe sahibine öteki yarısı da yarıcıya aittir.
Tarlalığa vermek :
Taraflardan biri fidanlık yada ağaçlık sahibi, öteki de kesicidir. Kesici fidanlığı ya da ağaçlığı keser, çıkan odunları arazi sahibine verir. Buna karşılık kesilen fidanlığın, ağaçlığın yerinde meydana gelen tarlayı bir yıl eker; elde edilen mısır, fasulye gibi ürünlerin tamamı kesiciye ait olur.
Ölür İtmez :
Hayvancılıkta uygulanan bu sözleşme şekli son derece dikkate değer bir nitelik taşır. Bu tür sözleşmenin tarafları hayvan sahibi ve bakıcıdır. Hayvan sahibi, belli sayıdaki hayvanını (inek, koyun gibi) öteki tarafa teslim eder. İkinci kişi, daha doğrusu bakıcı, hayvanların bakımını, korunmasını ve beslenmesini üzerine alır.
Sayı her zaman aynı kalacaktır; sözleşme sonunda bakıcı, hayvan sahibine teslim aldığı sayıda hayvan teslim edecektir; 100 koyun teslim almışsa yine 100 koyun verecektir. Onun için sözleşmeye (ölür itmez) denilmiştir. Ancak sözleşme süresince süt, yoğurt, yavru gibi elde edilecek ürün taraflar arasında yarı yarıya bölüşülecektir.
Denizcilikte de Ortaklık Sözleşmesi :
Geçmişte Çayeli'nle Rize arasında eşya ve yolcu taşıyan bir motor için şöyle bir ortaklık sözleşmesi yapılırdı; Motor sahibi ve gemiciler birlikte çalışırdı. Sağlanan gelirden ilkin masraflar çıkarılır; kalan kazanç, 3 payı motora, birer payı gemicilere ati olmak üzere bölüşülür; 4 gemici varsa kazanç 7'ye bölünür, birerden 4 pay gemicilere 3 pay da motora verilir.
Kamu İşlerinin Görülmesi:
Kamu işlerinin görülmesi hukuki esaslara bağlanır. Örnek olarak değirmeni alalım. Önce değirmeni işletmek için bir kişi görevlendirilir. Buna değirmenci denir; değirmenci Allah'a yakın, dine bağlı, namuslu, temiz, dili güzel olmalı, çevreyle iyi geçinmeli, eli uzun olmamalı. Görev süresi bir yıldır; değirmenci isterse süre uzatılabilir; değirmencinin ailesi, nöbet bekler, öğütülecek mısır varsa gecede çalışılır. Değirmenciye belli bir ücret veriler; bu ücret belli miktarda mısır olur. Bu miktar nüfus başına bölüşülür. Mısırın öğütülmesi işi sıra usulüne göre yürütülür. Ancak bazen komşu köylerden gelenlere öncelik tanınır.
Anlaşmazlıklar :
Yörenin saygın kişileri tarafından çözülür. Bu kişilere heyet ( dayı) denir.
Bir anlaşmazlık olduğu zaman dayılar bir araya gelir. Bir çeşit hakem kurulu oluştururlar. Böylece anlaşmazlıklar hakem yoluyla çözüme kavuşturulur.
Gurbetçilik :
Tabiatın cömert olmayışı eski devirlerde Rizeliyi gurbete çıkarmak zorunluluğunda bırakmıştır. 1914 Harbinden önce daha çok dış memleketlere olan gurbete göç, İstiklal harbinden sonra Türkiye içine yönelmiştir. Bugün Samsunun köy ve merkez nüfusunun %30'u İstanbul'da 300, Ankara'da 150 bin civarında Rizeli bulunduğu meydandadır.
Buralarda ev, yurt ve ticarethane sahibi oldukları halde çoğu doğduğu diyarla bağını kesmemiştir. İzmit ve Sakarya vilayetlerinde, Yalova, İzmir ve Bursa çevrelerinde büyük topluluklar halindedirler.
Vilayet nüfusunun üç mislinden fazla Rizeli,Türkiye'nin çeşitli diyar, şehir ve kasabalarında yerleşmiştir.
Derinlemesine tetkike değ.er, başlı başına sosyal bir konu...
Gurbet elinden, zati ihtiyaçları dışında, memlekette kalan aile efradına, geçim parası biriktirmek ve göndermek zorunluluğu karşısında, gibi ne olursa olsun muvaffak olmak zarureti her tehlikeyi göze almak mecburiyetiyle karşılaşmıştır.
İcabında gemici, marangoz, kayıkçı,betoncudur; tüccar, armatör, fabrikatördür. Her işe atılır, şahsi bütün kabiliyetlerinden istifade eder. İstanbul'da deniz ticaret ve nakliyeciliğinde,kereste ticaretinde önemli yeri olduğu gibi endüstri alanında da başarılar sağlamış,birçok fabrikalarında sahibidir
Göç ettiği yerlerde, tarım alnında da başarılı olmuştur. Bu başarısını Samsun Vilayetinin, Marmara Havzasının, İç Anadolu'nun birçok yerlerinde hatta Van ve Tatvan'da izlemek kabildir.
Gittiği her yerde siyasi sahalarda partilerin bütün kademelerinde, birinci planda yerleri elde ettiği, bütün siyasi teşekküllerin kurultaylarına, Türkiye'nin bir çok vilayetlerinden delege temsilcisi olarak gönderildiklerini görmek mümkündür.
Hayatta gözü pek olmadıkça başarı elde edilmez kanısındadır. İyi bir kolonizatör olduğunu, yerleştiği bazı illerde ispat etmiştir.Rize'de iken, kendisinde mevcut aile, kabile bağlılıklarının yanı sıra dışarıda da hem şehri olarak da birbirlerini çok tutarlar, tesanüt bu defa tamdır.
Rize dahil, şark vilayetlerinden büyük şehirlere, İstanbul'a ve sanayi mıntıkalarına, gurbetçi akınları olduğu ve devam ettiği bir hakikattir. Burada belirtilmek istenen nokta Karadeniz ve Rize halkının göç hareketinde başka güdülerin varlığını açıklamaktır. Orta Anadolu yerlisinin belki satın alma gücü, nakit parası yoktur, hiç olmazsa, buğdaya, hayvana, yani ekmeğe, süte, ete, gıda maddelere bir nebze sahiptir, açlık korkusu yoktur.
Ürün kaynakları, 3-4 aylık yiyecek ihtiyacını ancak temin edebildiğinden Rize köylüsü ; İstanbul da , Kasımpaşa da oturandan ve / veya çalışandan farklı durumda değildir. O da İstanbullu gibi günlük ekmeğini, sebzesini, yağını, tuzunu, giyeceğini satın almak zorunluluğundadır.
Yani ne köylüdür, ne de şehirli. Köyde otururmasına rağmen, şehirli gibi çalışıp kazanması lazımdır.
Gurbetçilik ; bugün çay bölgesi olan sahil kısmında çok azalmış ise de, diğer bölgeler halkı hala bu yoldan geçim temini peşindedir.
İş mevsiminde eli kolu tutan işe gider, 100 haneli köyde, bazen 7-10 ihtiyar erkek kalır. Erkeğin ayrılışı, bütün aile işini kadınlara yükler.
Kaynak:
"Türkiye'de Çaycılık ve Turistik Sosyal Kültürel Ekonomik Rize" Y.Müh Rahmi ARER
Kara Koncula :
Kara koncula, kışın en soğuk ve en çok kar yağan dönemidir. Bu mevsimde dışlarıda gezmenin tehlikesini telkin için şu hikeyeyi anlatırlardı. Kara koncula korkunç bir canavardır. Yolda karşılaştığı insanları önce bir sınavdan geçirir. Sınavı geçenleri serbest bırakırlardı. Sınavı kazanmak için bütün sorulara "Kara" ile başlayan cevap vermek gerekirdi. Şu sualleri sorardı:
- Benum adum Kara Koncula, senun adun nedur?
- Benum da adum Kara Ahmet.
- Nereden celursun?
- Karayerden
- Nereye cidersun?
- Kara yere
- Ne yemeğu yersun?
- Kara lahana
- Ne yemuş yersun?
Karayemuş
Sınav bu sorularla devam edermiş. Sınavı kazanırsan kurtulursun ve sana:
- Haydi culer cule der ve seni uğurlarmış. Büyükler veya çocuklardan birisi evde “Kara Koncula” olur ,bu oyun oynardı.
Çakal Düğünü :
Her hangi birini çakal ısırdığında 40 gün düğün yapılırmış. Sebebi de çakalın ısırdığı kişiyi 40 gün uyanık tutmakmış. Kuduz çakal tarafından ısırılan kişi 40 gün uyanık tutulabilirse kudurmaktan kurtulurmuş.
Çakal düğününde şöyle yapılırmış: Köyün ortasında büyük bir ateş yakarlar, delikanlılar bu ateşin etrafında horon kurup oynarlarmış. Horona genç kızlarda katılırmış. Bu şekilde şenlik kurulup eğlenmeye "çakal düğünü" derlermiş.
Daha sonraları gençler bir araya toplanıp sebepsiz yere sırf eğlence olarak, yaptıkları bu tip eğlencelere de "çakal düğünü" demeye başlamışlar.
Bazen çakallarda bu bağrışmalara karşılık veririmiş. Bu da şakalaşmalara neden olurmuş.
Ev Yapanlara Hediye :
Eskiden ev yapanlara hediye getirirlerdi. Bu hediye evin bahçesine bir meyve ağacı dikmek şeklinde olurdu. Bazen de değişik dokumalar hediye edilirdi. Ev tamamlanıp sıra çatı yapmaya gelince omuz ağaçları çakılır ve çatının tam tepesine beyaz bir çarşaf asılırdı. Usta keserini daha hızlı vurur ve bu vuruşların sesi ta uzaklardan duyurulurdu. Bu sesleri duyan ve çarşafı gören komşular bez cinsinden hediye götürür bunlar çatının bir ucundan diğer ucuna asılırdı. Çatı tamamlana kadar bunlar bunlar asılır, sonunda ustanın olurdu.
Cami Yemeği:
Cami hocasına her hane sıra ile öğlen ve akşam yemek getirirdi. Halk genellikle hocaya yemeğin en iyisini gönderir, bir şey eksik etmemeye çalışırdı. Mıhlama, pilav, yoğurt, baklava, ev makarnası, cırağta
Hoca yemeği ile ilgili şöyle bir fıkra
Oflu Hoca bir gün kabağın cennet meyvesi olduğundan ve kabak yemenin faziletlerinden bahseder. Bu vaazdan sonra hocaya her gün kabak yemeği gelmeye başlar. Hoca, kabak yemekten bıkar. Öğle kabak akşam kabak. Hoca, kabak yemekten bıkar. O kadar bıkar ki bir gün ezanı şöyle okur:
"Eşhedü En Lailahe İllallah
Sabah kabak, akşam kabak bezdik ya resulallah"
Bunları Unuttunuz mu?
Kapandı Gitti Çağı
Şaravaz, pepeçura, kastaniça kabağı
Sacayak, pelki, hosti, kapandı gitti çağı,
Kunci, minci, korkota, koloti unutuldi,
Malahtara, likmene hasret kaldı gazyağı.
Burma, mabeyin, darni, kot, tereteri, hopeçi,
Gerdel, lahmi, pulama, küpun ağzında peçi,
Çali, çupi, kutuni, davli ve kondaridan,
Şimdi bahsettuğumde güleyi bizum paçi.
Lağus, şokali, lobya, pafuli, perçem, andi,
Metuşi, sehter, çiten altındakiler yandi.
Zimbilaçi tikeni, kardaşi hamduspara,
Benum gibi fukara, sirgan yedi uyandi.
İşkemi, seke, konsol, evun temele taşı,
Çiçili, kolistavra, langonanun kardaşi,
Furnesi, tumurlisi, çumuşi, çilbur yerken,
Paluzenun yanında dururdi etmeğaşi.
Hurtuli ve şurtuli, muncur, sumsuk, zibidi,
Pifoli, koso, muşi, kurçeli bizum idi.
Pasmanika, lohtiko, zuzuli ve çimidi,
Fundukla fitrukayi acep hangimuz yedi.
Murmurisle mamuris uyuturdi bizleri,
Pumburi, şepidinun hala bende izleri.
Çilipuli ve puli, karatağuk, çişona,
Alemidiye donuk makoçinun gözleri.
Geçen zaman içinde, değişti bizdeki dil,
Şimdi bu sözcükleri, ister oku, ister sil.
Rizeli arkadaşum, anam, babam, kardaşum
Alem bilmezse bile, ne deduğumi sen bil.
Mustafa KAR 1987
Sanatı tanımlamaya çalışan çeşitli görüş ve düşünceler çoğunlukla sanatın güzeli, güzel olanı ifade etmeye çalıştığına atıf yapar. Beslendiği unsurların çeşitliliği ve etki ettiği, hitap ettiği kitlenin kültürel yapısı sanat kavramının anlam alanını zenginleştirmekte ve tanımını güçleştirmektedir.
Sanattan ayrı olarak el sanatlarına konu olan ürünlerin kullanım değerleri vardır. Geleneksel el sanatlarımız mesleğinin ustası zanaatkârların elinde belli bir biçime kavuşan ürünleri işaret eder. Örneğin bugün Rize yöresinde, artık üretimine devam edilmese de, geleneksel el sanatları arasında saydığımız pilekilerin yapılma amacı, ürünü gören insanlarda göz zevki oluşturmak, güzel yargısının oluşmasını sağlamak değil, yemek pişirme kabı ihtiyacına cevap vermektir. Genel olarak el sanatı ürünlerinin hemen hepsinin üretilme amacı öncelikle kullanım değerlerinin olmasıdır. Bakırdan yapılan mutfak eşyaları, fındık çubuklarından örülen sepetler, dokuma tezgâhlarından çıkan ürünlerin hepsi öncelikle insanların gündelik ihtiyaçlarına cevap vermek üzere üretilmişlerdir. Hepsi birer ihtiyaç nesnesidirler. Zaten bu nedenle üretim süreçleri sanattan ayrı ve farklı olarak “zanaat” sözcüğüyle tabir edilmiştir. Günümüzde geleneksel üretim biçimlerinin hemen tümü el sanatı olarak tabir edilmektedir. Zanaatkârların yaptığı ürünü “el sanatı” yapan ve zanaatkârı sanatkâr yapan, mesleklerini icra ederken gösterdikleri ustalıktır. Ustaların hünerlerini ortaya koydukları ürünler sıradan üretimin yanında kendilerini hemen fark ettirirler. Eşyaya gerekli olan biçimi vererek kullanım değerini temin etmenin yanında ayrıca bir nitelik olarak onu “güzel” kılabilen ustalara sanatkâr sıfatı verilir.
Geleneksel el sanatları, insanların gerek günlük faaliyetleri için ihtiyaç duydukları eşya ve aletlerin üretilmesi gerekse estetik zevkin gelişmesine katkı yapmaları bakımından kültürümüzün önemli unsurları arasındadır. El sanatlarının öğrenilmesi mutlaka usta-çırak ilişkisi üzerinde gelişir. Bu süreçte çırak sadece meslek öğrenmekle kalmaz; mesleği öğrenirken bulunduğu yörenin gelenek ve göreneklerini, söz kültür unsurlarını ve halk kültürü araştırmalarının inceleme konusu olan çeşitli bilgileri de edinir.
Günümüzde geleneksel el sanatlarımız endüstriyel market ürünleri karşısında ihtiyaç ürünü olarak rağbet görmemektedirler. Geleneksel el sanatları içinde demircilik ve bakırcılık gibi çok fazla emek isteyen meslek kollarında üretilen ürünler, uzun yıllar kullanılabilecek dayanıklılığa sahiptirler. Gerek dayanıklı olmaları gerekse üretim aşamalarında çok fazla emek istemeleri nedeniyle bu meslekler günümüzde geçerli olan endüstriyel üretimle rekabet edememektedirler. Günümüzde uzun ömürlü ve dayanıklı ürünler değil, modaya uygun ve dolayısıyla da kısa ömürlü ürünler tercih edilmektedir. Kısa ömürlü ürünlerin tüketimini dayatan modern dünyada, emek isteyen uzun ömürlü ürünlere yer yoktur. Dolayısıyla da modernleşme ile doğru orantılı olarak el sanatları, yerini endüstriyel ürünlere bırakmaktadır.
El sanatı ürünlerinin talep görmemesi sonucunda bu mesleklere yönelik ilgi de azalmıştır. Mesleğin devam etmemesi, el sanatı ürünlerinin kaybolmasının yanında, mesleğin icrası için gerekli olan halk bilgisinin de kaybolmasına neden olmaktadır. Bu bakımdan geleneksel el sanatları ustalarının, sadece mesleği yaşatan değil, geleneksel halk kültürünü günümüze taşıyan ve yaşatan insanlar olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Çay tarımının yaygınlaşmaya başladığı 1960’lı yıllara kadar yöre halkının geçim faaliyetleri tarım, hayvanlık, balıkçılık, imalat ve ticaret üzerine kuruluydu. Bölgedeki tarım faaliyetleri için ihtiyaç duyulan aletlerin yapımı demircilik, ahşap işçiliği ve örücülük gibi el sanatlarının gelişmesine zemin hazırlamıştır. Ev inşa etmek için taş ve ahşap işçiliği; mutfak eşyalarının üretimi için gerekli olan bakırcılık marangozluk gibi el sanatları yörede köklü geçmişe sahiptir. Zengin bitki örtüsüne sahip olan bölgede ağaç işlerinde kızılağaç, şimşir, ıhlamur, kestane, ceviz, fındık, gürgen, erik, elma gibi ağaçlar kullanılır. Bu ağaçlarla çekme sofra, iskemle, sandalye, kaşık, tekne, kovan, yayık, kadı, gerdel, kepçe, ezmelik, beşik, sandık gibi çok çeşitli alet ve eşya yapılırdı.
Dokumacılık Rize’de ilkçağlardan bu yana yapılmaktadır. Yörede yetişen kendir bitkisi dokumacılığın temel hammaddesi olmuştur. Bu saydıklarımızın dışında yöre müziğinin başlıca enstrümanları olan kemençe ve tulum çalgıları da Rize ve çevresindeki ustalar tarafından yüzyıllardan beri üretilmektedir.
Zengin bitki örtüsüne sahip olan bölgede ağaç işlerinde malzeme olarak kızılağaç, şimşir, ıhlamur, kestane, ceviz, fındık, gürgen, erik, elma gibi ağaçlar kullanılır (KK. Şahin Çolak).
Bu ağaçlardan çekme sofra, iskemle, kaşık, tekne, kovan, yayık, kadı, gerdel, kepçe, ezmelik, beşik, sandık, bavul, hedik, namaz tahtası gibi çeşitli alet ve eşyalar yapılır. Ahşap eşyalar kullanım amacına uygun ağaçlardan yapılır. Mesela gerdel, kestane tahtasından, yayık çam tahtasından yapılır. Mutfakta kullanılacak ve dayanıklı olması istenen kaşık eşyaların yapımı için ise şimşir ağacı tercih edilir.
Ceviz ağacından yapılan konsollar eski evlerde mutlaka bulunan ve bugün antika kabul edilen mobilyalardandır. Yükseklikleri 1-1,5 metre kadar olan konsolların en üstte iki veya üç, alt sıralarında ise tek gözlü çekmeceleri olurdu. Üstte bulunan küçük çekmecelerde takı ve süs eşyaları saklanırdı.
Her genç kızın çeyizi için mutlaka sandığı olurdu. Bu sandıkların yapımında da yine ceviz ağacı tercih edilirdi.
Örgü malzemeleri arasında en güzeli daha çok Artvin dağ köylerinden getirilen sarmaşık tabir edilen bir nevi köktür. Örgüyle yapılan işlerde az da olsa renk karıştırılarak örgüye muhtelif desenler verilir.
Çocuklar, büyükler, ihtiyarlar ve kahvehaneler için farklı boy ve tiplerde iskemle ve sandalye yapılır (Özgüner, 1970: 81). İskemle örme işinde sarmaşık, kendir ipi ve mısır yaprağı gibi çeşitli malzemeler kullanılır. Pazar ilçesinde tabure formunda, “kuli” denen sandalyeler yapılır. Kuli yapımı için en iyi ağaç kestanedir. Sandalyelerin yapımında kullanılacak ağaçların on bir veya on ikinci ayda kesilmiş olması gerekir. Bu dönemde kesilen ağaçlar sert ve kuru olur. Kesilen ağaç biçildikten sonra kuruması için bir yıl bekletilir. Rizelilerin güzelle yararlıyı bütünleştirdikleri tasarımlar olarak dikkat çeken iskemleler Trabzon tarafında daha çok dikdörtgen şeklinde yapılırken Rize’de yapılanlar kare şeklindedir (Barışta, 1997).
Ahşap tekne yapımı:
Tekne yapımcılığı denizi ve ormanı birleştiren son derece orijinal bir meslek ve kadim bir sanattır (Davulcu, 2015: 55). Doğu Karadeniz’de hemen tüm kıyı şehirlerimizde tekne yapan ustalara rastlamak mümkündür. Bölgede yapılan tekneler türlerine göre şu şekilde gruplandırılabilir; balıkçı tekneleri, gezinti tekneleriyle kayık ve sandallardır. Bugün üretimine devam edilen teknelerden önce, daha basit kayıklar yapılıyordu. Kayığın iskeletinin yapımında kestane ağaçlarından hazırlanan malzemeler kullanılır. Kestane ağacı yüksek mukavemetli ve uzun ömürlü bir ağaç olması nedeniyle ustalarca tercih edilmektedir (Davulcu, 2015: 69). İskelet üzerine çakılan tahtalarla da kayık doğal şeklini alınır. Kayıkların alt kısımlarına sürtünmeye karşı dirençli olması için sert ağaçtan kayak eklenir. Arka kısmına takılan manivelalı bir tahta ile de yönünü tayin etmesi sağlanır.
Yapımı tamamlanan her tekneye bir isim verilir. Teknelerin suya tören eşliğinde indirilirler. Suya atmak veya denize atmak denilen teknenin suya indirilme merasiminde mutlaka bir kurban kesilir (Davulcu, 2015: 78).
Beşikler:
Bebek uyutmak için yapılan beşiklerin yanın sıra daha küçük ebatlarda yapılan beşiklerin oyuncak olarak da kullanıldığı görülür. Beşiklerin yapımında dayanıklı olmaları için kestane ve ceviz ağaçları tercih edilir. Beşikler ahşaptan boncuk kesilerek süslenir. Canlı renklerle boyanan ünitelerin birbirine çakılmasıyla oluşturulan beşiklerin gürgen ve kestane ağacı kullanılarak yapılan boncuk ve halkaları beşik salladıkça ses çıkarır.
Ahşap Süsleme ve Oymalar:
Betonarme evlerin yaygınlaşmasından önce ev inşaatında ahşap, tüm Doğu Karadeniz’de olduğu gibi Rize’de de yoğun olarak kullanılırdı. Kiremit kullanımının yaygınlaşmasından önce çatı örtüsü olarak dahi hartama denilen tahtalar kullanılırdı. Ahşap kullanımının yaygın olması, ahşap ustalarının zaman içinde sadece ihtiyaca cevap vermekle yetinmeyerek sanat zevkini ortaya koyabilecekleri seviyeye ulaşmalarını sağlamıştır. Buna karşın süslemelere daha çok nayla ve bazı köy evlerinin cephelerinde rastlanır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Ordu ve Artvin arasında 30 yıl kadar önce hemen her köy evinin yanında görülen yiyecek depolanan ambarlara Trabzon ve Rize illerinde serender veya nayla denilir. Tamamen ahşaptan yapılan naylalar, yapımına gösterilen özen ve ahşap işçiliğiyle dikkat çeker. İşinin ehli ustalar naylayı, bir yerden başka yere nakledilebilmeleri için hiç çivi kullanmadan, tamamen ahşap geçme usulüyle yaparlar. Evlerdeki ahşap işçiliğine nazaran naylalardaki ahşap işçiliğinin daha gösterişli olduğu hemen fark edilir. Türk kültüründe nimet kutsaldır. Bu yapıların inşasında gösterilen özenin sebebini de yiyeceğe gösterilen saygı da aramak yanlış olmayacaktır.
Süsleme ve oymacılık yörede en üst seviyede, bazı ahşap camilerde görülür. Özellikle minber işçiliğinde sanat değeri yüksek örnekler bulmak mümkündür.
Bitkisel Örme İşleri
Taze mısır fidesi koparılıp kaynatılarak örgü malzemesi haline getirilir. Mısırın dış kabukları da (kapçık) soyulup kaynatılarak örgü malzemesi olarak kullanılır. Kaynatılıp yumuşatılan yapraklar ince parçalara ayrılır. Bu ince parçalar üçlü burgular halinde dokunup uzatılır. Bu şekilde elde edilen iplere çami adı verilir. Bu çamiler iskemle üzerinde dört taraftan gezdirilerek örgü tamamlanır (Güvelioğlu, 2007: 34). Günümüzde geleneksel örgü malzemelerinin yerine sentetik iplikler kullanılarak iskemle örücülüğü yapılmaktadır.
İp haline getirilen kapçıklardan iskemle, koltuk, kazan ve tencere altlığı, şapka, çanta, zembil, el sepeti ve çamaşır sepeti örülür.
Pazar ve Ardeşen ilçelerinde örgü iskemle, sandalye ve koltuklar daha yaygındı. Örgü olarak yapılanlarda mısır yaprağı ya da sarmaşık kullanılırdı. İskemle ve sandalyelerin ayak kısımları çeşitli ağaçlardan, genellikle şimşir ve fındık ağaçlarından yapılırdı.
Mısır bitkisinin sadece yaprağı değil, gövdesi de örme işinde malzeme olarak kullanılabilir. Ekilen mısırdan verim alabilmek için, fideler 30-35 cm boya ulaştıklarında “rokopi” denen seyrekleştirme işlemine tabi tutulur. Koparılan mısır gövdeleri güneşte bekletilip kurutulur. Boyları örücülüğe uygun olanlar seçilerek suda pişirilir. Pişirilen mısır sapları tekrar kurutulur. İyice kuruduktan sonra ip şeklini almaları için birbirlerine sarılarak çevrilirler. Bu şekilde ip oluşturulur. Mısır saplarından paspas, hasır, tava-tencere altlığı gibi basit eşyalar üretilirdi.
Sarmaşık örücülüğü:
Doğu Karadeniz’de yetişen sarmaşığın Rize dışında işlendiğine rastlanmamıştır. Güve tutmayan sarmaşık bu özelliğinden dolayı örücülükte tercih edilmiştir. Toplanan sarmaşıkların yaprak ve dalları temizlenir. Büyük kazanlarda suda pişirilir. Pişirildikçe üst zarı soyulmaya başlar. Zarı soyulan sarmaşıklar kazandan çıkarılır. Zarları temizlenir. Sonra ortadan ikiye bölünür. Gövde çok kalınsa üçe de bölünebilir. Pişirilip kurutulan sarmaşıklar işlenmeye hazırdırlar (Rize El Sanatları, 2004: 30). Sarmaşık kullanılan eşyalar genellikle iskemlelerdir. Naylon ipler çıktıktan sonra sarmaşıktan örülen ürünler kaybolmaya başlamıştır. Çay tarım alanlarının yaygınlaşması, sarmaşığın seyrekleşmesine yol açmıştır.
Sepet Örücülüğü:
Bitkisel örücülüğün hemen bütün Doğu Karadeniz’de olduğu gibi Rize el sanatlarında da önemli bir yeri vardır. Köy yerleşimlerinin hemen tümü dik yamaçlar ve engebeli araziler üzerinde kurulu olan Rize’de ulaşım yakın zamanlara dek ancak iki kişinin yan yana yürüyebileceği dar patika yollardan sağlanabiliyordu. İnsanlar yüklerini şayet at veya eşekleri yoksa bu patika yollarda sırtlarındaki sepetlerde taşıyorlardı. Otomobillerin yüksek köylere ulaşmasına imkân veren yolların yapımına kadar yörede yaşayan insanlar için fındık veya kestane çubuklarından örülerek yapılan sepetler gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı. Bugün yöreye ait eski fotoğraflara baktığımızda örgü sepetleri, doğu Karadeniz kadınını temsil eden bir sembol olarak da görebiliriz. “Genellikle kadınlar, kıyıyla köy arasındaki başlıca ulaşım aracı idiler. Karadeniz kadını kendi yükünü kendi taşır ve nereye gitse sepeti arkasından eksik etmezdi” (Zihnioğlu, 1998: 21). Türkü ve manilerde de sepetten çokça bahsedilmiştir: Ahmet Kabil ile İlyas Kazdal arasındaki atma türküden derlediğimiz dizeler bunun bir örneğidir:
Ahmet Kabil: Yağmur yağdı kesmedi kontenjanum dolmayı
İlyas Kazdal: Ekisper seçtirmeden çayımızı almayı
Ahmet Kabil: Taşıdım sepetleri bak dizlerum tutmayı…
(http://orhannaciak.com/kitap.aspx?kitapid=12&sayfano=65)
Üretilen sepetler daha çok çay, mısır, fasulye ve çeşitli yüklerin taşınması amacıyla kullanılır. Sepetlerin yapımında fındık, komar, kestane gibi ağaçlar tercih edilir. Fındık ve kestane çubukları sepetin örgüsü için, komar ağacı ise sepetin ayakları için kullanılır. Sepetler, örgülerine göre kalın ve ince örgülü olmak üzere iki gurupta incelenebilir. Ağır yükler için yapılan sepetlerde kalın örgüler, hafif yükler için yapılan sepetlerde ince örgüler kullanılır.
Fındık dallarını çıtlatıp kırdıktan sonra çakıyla kesilen düz şeritlerle örülen sepetler ayaklı (topuklu) ve ayaksız olmak üzere iki türlüdür. Topuksuz parçalar yayvan gövdeli ve genellikle saplı tasarımlara sahiptir. Topuklu parçalar ise tek topuklu, ağız kısmına doğru genişleyen üzüm toplamaya yarayan, ince uzun gövdeli tiyeter / teyeter, daha büyük boyutlu iki topuklu ve topuklarına ip bağlanarak sırtta taşınan çay sepeti / sırt sepeti ve üç topuklu yük sepetidir (KK. Bekir Hervenik; Barışta, 1997).
Yöre insanı bir şey imal ederken öncelikle dikkat ettiği konu işlevselliktir. Sepetler de kullanım amaçlarına göre farklı formlarda örülür ve değişik isimlerle anılırlar (http://ozhanozturk.com/2017/08/29/sepet-cesitleri/).
Çiten / Hercel / Küfe / Paska: Çalı sepeti de denilen bu sepetlerin örgüleri geniş aralıklı olur. Taze fındık çubukları hiç yontulmadan, geniş aralıklarla dizerek örülür. Kuru yaprak taşımak için kullanılan büyük sepetlerdir.
Galat: Meyve taşımak için kullanılanlara denir.
Garnal: Yaygın şekilde kullanılan el sepetidir. Kola takılarak taşınır. Yöreye göre “karnal, karnali, ğençkeli” gibi isimlerle de anılır.
Gudeli: Yüksek boylu ağaçlardan meyve toplamak için yapılan, ince-uzun yapılı sepet çeşididir.
Humi: Kestane ağacının kabuğundan yapılan meyve sepetlerine denir.
Kalaf: Daha çok gübre taşımak için kullanılan büyük boy sepettir.
Kalati: Fındık veya kestane ağacının çubuklarıyla örülen bir sepet çeşididir. Daha çok çay taşımak için kullanılır.
Karnal / Garnal / Karnali: Kolda taşınan, derinliği 15-20 cm kadar olan sepetlere denir.
Kuiça / Kuviça: Meyve taşımak için kullanılan, elde taşınan sepetlere denir. Kuviçaların üstlerinde yuvarlak bir de sapı vardır.
Metruş / Metuşi / Metroşika: Sırtta taşınan orta boy sepetlere denir.
Peçehter: Yaprak taşımada kullanılan, çitenden daha küçük sepetlere denir.
Tikina: Çay ve fındık taşımak için kullanılan orta boy sırt sepetine denir.
Tiyeter / Teyeter: Daha çok üzüm toplamak ve taşımak için yapılan ince ve uzun sepetlere denir. Tiyeterlerin dip tarafı sivridir. Dar ve uzun yapısı sayesinde sepetin içindeki üzüm salkımları ezilmeden taşınabilir.
Toka / Sele: Sapı yoktur. Toka ile bele bağlandığı için bu isimle anılır. Hafif yükler için kullanılır.
Sepet Yapımı
Çubuklar kesildikten sonra bir hafta kadar bekletilir. Sonra bir çentik açılarak dizde eğilmek suretiyle tomaç (temeçi) denilen şeritler elde edilir. Şeritlerin bazısının bir tarafı bazısının iki tarafı kabuğundan tamamen soyulur, beyazlatılır. İki tarafı beyaz olanlara diyoçi ve istami denir. Bunlar sepetin boyuna, dikme olarak kullanılır. Tek tarafı beyazlaştırılanlara tomeçi veya ifadi denir.
Sepet yapmaya sepetin ağzı için bir adet kalınca çubukla başlanır. Bunlara merali denir. Bunlar yan yana uzatılıp dikmeler üzerine örülerek sıralanır. Sonra daire haline getirilir ve dikmelere tomeçiler bir alt bir üst şekilde örülür. Dibe doğru sepet daraltılır. İki adet çatallı komar odunu dip kısma karşılıklı olarak yerleştirilir. Bunlara topuk denir. Omuzlara geçirilecek iplerin bir ucu sepetin yarıdan biraz yukarısında, sonmeral denilen çubukla sağlamlaştırılmış kısma bağlanır. İplerin diğer uçları topuklara sabitlenir.
Sepetler boyutlarına ve kullanım amaçlarına göre farklı şekillerde ve boylarda üretilirler.
Çocukların da kullandığı meyve sepetlerine bazı yerlerde dingina denir.
Çok büyük boydaki sepetlere kilelik de denir. Kile, dört kot yani iki tenekelik bir ölçü birimiydi. Bu ölçüler daha çok mısır tartmada kullanılırdı.
Tulum Yapımı
Tulum çalgısı gövde, ağızlık ve nav olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. En basit tanımıyla tulum, içi boşaltılan tulumun uçlarından birine nav diğerine de ağızlık takılarak üretilir. Tulum, hayvan derisinden elde edilir.
Tulum yapımı üç aşamada gerçekleşir. Birinci aşamada gövdeyi oluşturan tulum hazırlanır. 6-7 aylık bir oğlak kesilir ve hiç bıçak kullanmadan derisi yüzülür. Kıllarını tamamen temizlenebilmesi için derinin iç kısmına kireç ve mısır unu sürülür. Daha sonra süt ya da peynir şırasına yatırılır. Bir miktar tuz, şap ve mısır unuyla terbiye edilir. Terbiye edilen derinin bel ve boyun kısımları bağlanır, arka ayakları gövdeye kadar kıvrılıp dikilir (Taş, 2015: 175).
İkinci aşama nav ve ağızlık yapımıdır. Bu parçalar mutlaka şimşir ağacından yapılır. Şimşir ağacı çok sert ve dayanıklı olduğu için tercih edilmektedir. Nav kısmına bir veya iki tane perdeli kamış yerleştirilir. Tek kamışlı navlarda üstte 6, altta 1; iki kamışlı navlarda ise birinde 2 diğerinde 5 olmak üzere 7 tane delik bulunur (http://www.rizekulturturizm.gov.tr/TR,113022/tulum-yapimi.html). İki kamışla yapılan tulumla çalınan ezgiler genellikle iki sesli olarak icra edilir. Tulumda 6 nota vardır; mi, re, do, si, la ve tüm delikler kapalıyken çıkan sol sesi (https://www.frmtr.com/muzik-enstrumanlari/5745697-tulum-ve-notalari.html). Tulum ezgileri çoğunlukla Hüseyni makamındadır. Çünkü bu makam dışındaki sesleri çıkarmak özel beceri gerektirmektedir. Tulumun her iki kamışı da aynı ses aralığına sahiptir. Bu sayede ezgiler, tulum çalan kişi tarafından çok sesli bir şekilde icra edilebilmektedir
Son aşama, derinin üzerine geçirilecek kılıfın yapımıdır. Bu kılıflar kadife kumaştan yapılmaktadır. Buna süsleme amacıyla simli iplerle yapılan sutaşları eklenmektedir. Tulum, sıcak havalarda kuruyabilir, ıslanırsa da çürüyebilir, bunlara karşı bakım amacıyla badem yağı sürülerek, hafif nemli kalması sağlanır.
Kemençe Yapımı
Kemençe yapımında erik, dut, ardıç gibi sert ağaçlar tercih edilmektedir. Sert ağaçlardan yapılan kemençe hem iyi ses verir hem de dayanıklı olur.
Kemençe yapımında “tekne” denen ana gövdenin yapımıyla başlanır. Dört köşe olarak kesilen parçanın üzerine kemençenin ana hatları çizildikten sonra gövdenin iç kısmı oyularak boşaltılır. Daha sonra “boğaz” adı verilen kemençenin üst kısmı şekillendirilir. Tellerin bağlanacağı kort kulakları, kemençenin boğaz kısmına takılır. Tekne kısmının üzeri ladin ağacından yapılan kapakla kapatılır. Kemençenin ön yüzünde, kapağın üzerinden tellerin geçtiği kısma kravat adı verilir.
Gövdenin alt uç kısmına kurbağacık adı verilen parça telle tutturulmaktadır. Daha sonra kapağa birbirine paralel iki ince delik açılmaktadır. Bu deliklerden birinin alt kısmına küçük bir ağaç parçası yerleştirilmekte ve bu can direği olarak adlandırılmaktadır. Bu takılmadan kemençenin ses çıkarması mümkün değildir.
Teller takılmadan önce cila ve vernik işlemleri yapılır. Telleri taşıması için gövdeye, “eşek” adı verilen ters “u” biçiminde bir parça eklenir. Telleri takılan kemençe akordu yapılarak kullanıma hazır hale getirilir.
Kemençe, uzun ince bir çubuğa takılan at kuyruğu veya misina teli ile yapılan yay ile çalınır. Kemençenin fiyatını çıkardığı ses belirler. Bu nedenle daha iyi ses çıkarması için yay tellerine reçine sürülür.
Türklerin en eski mesleklerinden biri olan demircilik Rize’de çeşitli tarım aletlerinin imalatıyla sınırlı olarak yaşamaya devam etmektedir. Önceleri kaza ve nahiyelerde dahi mutlaka bir demirci bulunurdu. 1960’lı yıllara kadar kazma, balta, orak, çapa gibi tarım aletlerinin yanı sıra ev inşasında gerekli olan kapı tokmakları, menteşeler, ev içinde ocaklarda gerekli olan zincir, sac ayak ve hayvanları koşumları için gerekli olan aletler için demircilere ihtiyaç duyuluyordu. Günümüzde Rize’de mesleğe devam eden demirciler kazma, balta orak gibi aletler yapmaya devam etmektedir KK. İrfan Karaali).
Körük ve örs demirci atölyesinin bel kemiğidir. Çeşitli boylarda çekiçler, kızgın demiri tutmaya yarayan kıskaç ve maşa, pürüz gideren törpü, keski, makas gibi aletler demircinin eli ayağıdır.
Demire su verme, yapılacak alete göre değişik usullerde yapılır. Kızdırılan demire çekiç darbeleriyle istenilen şekil verildikten sonra tam korlaşmadan suya veya yağa daldırılıp söndürülerek su verilir. Bu işlem üç defa tekrar edilir. İlk denemede çok kızdırılırsa alet ters olur ve atar. Son su vermede tuz veya potas da kullanılır. Sebebi ise demir tavında iken hava ile temasını kesmektir.
Teneke fener:
Çayeli’nin tenekeciler çarşısında yakın zamana kadar bulunabilen fenerler teneke olarak isimlendirilen ince galvanizli sacdan yapılmaktaydı. Gelberi ve likmen olarak açıkta yanan türleri de bulunan fenerlerin üstündeki halka ile asılan, üçgen prizma tepelikli ve kenarları camdan yapılmış dikdörtgen gövdelileri de vardı. Aydınlanmak için balıkyağı yakılan fenerlerde sonraları gaz yağı kullanılmaktaydı.
Bakır, kolay işlenen bir metal olduğu için eski çağlardan beri alet yapımında kullanılmıştır. Rize’de ve çevre illerde bakır madenciliğinin tarihi çok eskidir. Madenciliğe bağlı olarak bölgede bakır işçiliğinin tarihi çok eskidir. Osmanlı döneminde, 19. yüzyıla kadar işletilmeye devam eden bakır madenlerinden elde edilen hammadde, Rize ve çevresindeki bakır işçilerinin elinde çeşitli ev eşyalarına dönüşürdü. Rize’de bakır işlemeciliği 19. yüzyılın sonlarına kadar yerli Rumların tekelindeydi. Bakırcılık sanatını Rumlardan ilk öğrenenler Salarhalı (Çaykent) ustalardır.
Rize bakırcılar çarşısı 20. yüzyılın başlarında kuruldu. En haraketli zamanını 1950-1960 yıllarında yaşadı. Bu tarihlerden sonra önce alüminyum daha sonra da çelik tencere ve mutfak eşyaları yaygınlaşmaya başladı. Bakır eşyalar eskisi kadar talep görmez oldu. Bakırcı ustaları geçim sıkıntısıyla başka işlere yöneldi ve çarşıdaki çekiç sesleri azalmaya başladı. 1990’lı yıllara gelindiğinde çarşıda sadece 5-6 dükkân kaldı. Günümüzde Rize’de bakır eşya yapan usta bulunmamaktadır. Mevcut bakırcılar ihtiyaç halinde bakır eşyaları onarmakta ve başka şehirlerden getirttikleri ürünleri satmaktadırlar (KK. Şaban Dal).
Yörede, bakır eşya üretiminde kullanılacak malzeme Rize’den elde edilebildiği gibi Zonguldak, Trabzon, Samsun gibi çevre illerden de temin edilebiliyordu. Örs, tokmak, çekiç, makas, körük, eğe, kaynak makinesi gibi araçlarla, daha çok dövme tekniği kullanılarak bakır şekillendiriliyordu.
Rize bakırcılığında genellikle dövme tekniği uygulanır. Rize bakır dövmeciliği daha fazla işçilik isteyen ince çekiç dövmeciliğine dayanır. Bakır işçiliğine ham bakırın, yapılacak eser ölçüsünde makasla kesilmesiyle başlanmaktadır. Kesilen parça yapılacak ürüne göre, tokmakla dövülerek şekillendirilir. Kabaca şeklini alan parça, körükle ısıtılarak yumuşatılır. Üzerine tuz, şap yağı, nişadır ve suyla yapılan karışım sürülür. Bunun ardından çekiçle dövme işlemine geçilir. Yapılan eşyaya sap eklenecekse lehim yerlerine teneşir ve kaynak tozuyla yapılan karışım sürülür ve kaynak makinesiyle lehim yapılır. Son olarak yüzeydeki pürüzler eğeyle alınıp zımpara ile parlatılır. Rize’de yapılan güğüm, kazan ve ibrik gibi eşyaların alt bağlantı yerleri geçme-dövme şeklinde daha dayanıklı yapılır.
Bakırcılıkta üretilen başlıca ürünler: Güğüm, istemi (büyük güğüm), ibrik, maşrapa, el leğeni, bakraç, sağacak, süzgeç, çamaşır leğeni, hamur teknesi, lahmi kazanı (ineklere yiyecek pişirilen büyük kazan), tava, tencere, pekmez tavası, sahan, lenger (yayvan büyük sahan), tas, sini, tepsi, çaydanlık ve cezvedir.
Bakır İşlemeciliği:
Bakır işlemeciliğinin en önemli özelliği, bu ürünlerin tek parçadan imal edilmesidir. Bu şekilde yapılan bakır eşyalarda lehim, kaynak ve benzer metalleri birleştirici işlemler kullanılmaz.
İşlenecek olan bakır parça ocakta tavlanır. Yumuşatılan bakır çekiçle dövülerek istenen şekle getirilir. İşlenecek olan desen çizildikten sonra çekiçle dövülerek işlenmeye başlar. İşlemelerde en çok kullanılan motifler bitkisel desenler, kuş şekilleri ve hayvan motifleridir (Çiçekoğlu, 2014: 31).
Mutfak eşyası olarak kullanılacak ürünler kalaylanır. Kalaysız bakır eşya kullanımı çok azdır. Kalaycılık da bakırcılığa paralel olarak canlı bir dönem yaşamıştır.
Çok emek isteyen bakırcılık mesleği, hazır mutfak eşyalarının yaygınlaşmasıyla birlikte tercih edilir olmaktan çıkmıştır.
Doğu Karadeniz’de İç Anadolu bölgesinde dokunan kilim ve halıların şöhretinde halıcılık faaliyeti yoktur. Bunun bir nedeni hayvancılık faaliyetlerinin dokuma için gereken yün ve ip için yeterli olacak kadar fazla olmayışıdır. Bir diğer neden de el sanatlarının sadece ihtiyaçları karşılamakla sınırlı olarak üretilmesidir. Evlerde dokuma tezgâhlarının bulunduğu dönemlerde havlu, peşkir, mendil, peştamal ve benzeri giysiler dokunurdu. Yöre insanları keten bezi dışındaki dokuma ürünlerini ticari mal olarak düşünmemişlerdir. Yörede halı türünde sayılabilecek yolluk, paspas olarak kullanılan dokumalara rastlansa da bunlardaki işçilik özenli değildir.
Eski bez ve giysi parçaları ince olacak şekilde kesilip uçkur haline getirilir. Bu bez parçalarına purtuli denir. Purtuli topları dokuma tezgâhlarında işin ehli kişiler tarafından dokunarak kilim haline getirilirdi (Güvelioğlu, 2007: 34).
Dokumacılık konusunda Rize ve çevresi zengin bir geçmişe sahiptir. Herodotos’un tarihinde bölgedeki keten dokumacılığından söz edilmektedir (Herodotos, 2012: 165). Rize yöresinde dokumacılıkta kullanılan başlıca hammaddeler kendir ipi, pamuk ipi ve yün ipliktir. Kendir ipinden feretiko, ketan ve şut bezi üretilir. Kendir bezinin çözgüsü ve atkısı kendir ipliğinden olursa kaba ve kullanışsız olur. Çoğunlukla çözgüsü tire ipliği, atkısı kendir ipliği olarak dokunur. Dokumalar bir renkli (monokrom) ve birden fazla renkli (polikrom) dokumalar olmak üzere iki türlüdür.
Tek renkli dokumalar kendir ipi olarak isimlendirilen kenevir ipiyle dokunanlar, yalnız pamuklu iplikle dokunanlar ve kendir ipi, ipek iplik, pamuklu iplik bileşimleriyle dokunan yörede melez olarak isimlendirilen dokumalar şeklinde gruplandırılabilir.
Pamuk ipliğinden Rize bezi, masa örtüsü, çarşaf, peçete ve peştamal üretilir. Yün ipliğinden ise kilim, şal, heybe ve çorap üretilir. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde bahsettiği feretiko, önemini 1950-1960 yıllarına kadar korumuştur. Rize’den top top ihraç edilen kendir dokumaları çay tarımının yaygınlaşmasıyla ve kendir ekiminin yasaklanmasıyla üretimi durma noktasına gelmiştir (KK. Emriye Öksüz; Fatma Kapıcıoğlu).
Kendir bitkisinin ekimi yasak olduğu için geleneksel feretiko üretimi yapılamamaktadır.
Günümüzde üretimine devam edilen pamuklu dokumacılığın tarihi ise daha yakın bir tarihe, 1940’lı yıllara dayanır (Ak, 2000: 215).
Feretiko ve Rize bezi:
Rize’de yapılan dokumacılığın en çok bilinen ürünü Rize bezidir. Rize’deki geleneksel dokumaların en çok tanınmış olanı ise feretikodur. Geleneksel dokumalarda keten ve kenevir liflerinden elde edilen doğal iplikler kullanılıyordu. Kenevir ekimi yasaklandıktan sonra dokumalarda farklı hammaddelerden elde edilen iplikler kullanılmaya başlandı.
Seferberlikten önce Rize’de 200 ton civarında Keten bezi dokunurdu. Üretilen dokumalardan halkın ihtiyacı dışında kalanı ihraç edilirdi. Bu rakam, o günlerin şartlarına göre uluslararası önem taşıyan bir üretim miktarıydı. Bu bez ince, aynı zamanda dayanıklı ve de sağlamdı. Feretikodan yapılan iç çamaşırı, vücudun terini emip kurutabildiği için özellikle Arap ülkelerinde varlıklı kişilerin, şeyhlerin aradığı bir eşya idi. Erkeği gurbette bulunan kadın, tarlasından ihtiyacına göre elde ettiği kendir elyafından, kışın boş ve uzun günlerinde, 3 kilo kadar ipliği bükebilirdi.
Çay tarımı öncesinde, iklimin uygun olmasının sonucu kenevir ekimi Rize de geniş alanlarda yapılıyordu. Rize ikliminin az güneşli ve çok yağmurlu oluşu, kenevir liflerinin sertleşmesine engel oluyordu. Rize de yetişen kendirden elde edilen liflerden çok ince iplik bükülebilmekte ve bununla da kumaş / bez dokunabiliyordu.
Feretiko dokumanın evreleri:
Genellikle Nisan mayıs aylarında ekilen tohumlar 5 ay sonra (Ağustos, Eylül aylarında) olgunluğa erer. Kendir bitkisinin boyu 1,5-3 m arasında değişir. Olgunlaşan kendir bitkileri koparılır. Tohumluk olarak bırakılan (kuvel) olgunlaşması için bir müddet daha koparılmadan saklanırdı.
Hasat edilen kendir bitkisinin kökleri kesilir. Dal, yaprak ve başları temizlenerek açık havada serilir. Güneş ve yağmura maruz kalan bitkinin liflerinin odunsu kısmından ayrılması sağlanır.
Kendirler elle kırılarak lifleri ayrılır. Kol kalınlığındaki life bağ, 40 adet bağa da yumak denir.
Kendir yumakları tokmakla alt üst çevrilerek dövme usulü ile liflerin ayrılarak ince tanecikler haline gelmesi sağlanır.
Dövülmüş yumaklar kofta ile kesilerek (uskuli) küçük yumaklar haline getirilir.
Küçük yumaklar önce vurçi ile sonra ince odun tarakla taranarak iyisi (ros), kötüsü (ifale) ayrılır.
Ros ve ifale lifler roçeye sarılır. Üstüne rokaat bağlanır. Roçe bir değneğin başına konur, değnek beldeki kuşağa sokulur. Yığ ve elle işlenerek iplik haline getirilir.
İplikler kelepçeye çözülerek iplik yumağı (şina) haline getirilir.
Şinalar kazana atılarak odun külü ve kaynar sudan yapılan kül suyu ile ağartılır.
Ağartılan şinalar kendir lif vermesin diye 12 saat kadar mısır unundan yapılan hamurda bekletilir.
Hamurdan çıkarılan iplikler yıkanır. Yıkanan iplikler anemiraya sarılarak sağra yardımı ile kalam ve masuralara sarılır.
Kalama sarılan iplikler feretiko tezgâhına ros olarak sergilenir.
Masuraya sarılan iplikle makoç haline konur. Tezgâha konan tek, çift ros ipliklerin arasında makoç bir sağa bir sola atılır. Her atıştan sonra atılan iplik tarakla sıkıştırılır. Bu işleme devam edilerek dokuma işi yapılır.
Dokunan feretiko bezi çeşitli yöntemlerle ağartılarak kullanılacak hale getirilir.
Rize ırmak ve dere sularında fazla oranda ozonun varlığı, kasarlamada bezlerin beyazlatılmasında önemli rol oynamaktadır. Bazen beyazlatma, deniz suyunda varolan klor sayesinde sahilde de yapılmaktaydı. Rize suları kireç tenörü ölçeği 4 dereceden düşük olduğundan bu nitelik de üretiminden önemli rol oynamaktadır (Rize El Sanatları, 2004: 7-8).
Kendirin lifleri çok yumuşaktır. Bu lifler önce suya batırılarak yumuşatılır, sonra elde eğirilerek ince iplik haline getirilir. Daha sonra da o dönemde İngiltere'den ithal edilen Water cinsi pamuk ipliği ile el tezgâhlarında dokunarak bez haline getirilirdi. Ham kendirin rengini ağartmak için, deniz kenarındaki çakıllar üzerine serilen bu bezler sık sık deniz suyuyla ıslatılarak güneşte kasarlanmaya tabi tutulurdu.
Keten bezinden de gömlekler üretilirdi fakat Rize yöresinde daha çok feretiko gömlek giyilirdi. Feretikodan dikilen gömleklere iplik gömleği denirdi (Kazmaz, 1999: 376).
Feretiko bezi ketene göre çok ince aynı zamanda dört kat daha dayanıklıdır. Dokunduğunda bej rengindedir. Bütün bezler yıkandıkça solarken feretiko yıkandıkça beyazlanır. İpeksi görünüşte olmasına rağmen sert bir kumaştır. Gözenekli yapısıyla vücudun hava almasını sağlar (http://biriz.biz/rizebezi/index.htm).
Rize bezi:
Feretikodan farklı olarak bugün bilinen ve kullanılan Rize Bezinin tarihi çok eski değildir, imalatı ilk olarak İkinci Dünya Savaşı yıllarında yapılmaya başlamıştır. 1959 tarihinde yayınlanan bir makaleye göre Rize’de 1300 dokuma tezgâhı çalışmaktadır (Eren, 1959: 28). Kısa sürede yaygın şekilde üretimine devam edilmiş ancak çay tarımına geçilmesinden sonra Rize yöresindeki üreticiler için önemini yitirmiştir.
Rize bezinin deseni özeldir. Desenler oluşturulurken mahalli motifler kullanılır. İpliği sentetik karışmamış merserizedir. Sıhhat yönünden ter çekici ve serin tutucudur. Rize bezi, kışın sıcak, yazın serin tutma özelliğinden dolayı özellikle gömlek, atlet üretiminde, bunların yanı sıra perde, yatak odası – salon takımları gibi çeşitli ev eşyalarının yapımında da kullanılmaktadır.
Yün Örgüsü:
Başlık, kazak, hırka, yelek, eldiven ve çorap türlerinden oluşan el örgülerinin arasında yün çoraplar, desenleriyle dikkat çeker. Ya kısa ya uzun konçlu olarak yapılan çorapların beş şişle örülenleri ünlüdür.
Çorap Örgücülüğü:
Çorap örme işi, yörede yaşayan kadınların, özellikle yaşlı kadınların, boş zamanlarını değerlendirdikleri uğraşlardan biridir.
Çorap örmede Rizeli kadınlar 5 şiş kullanır. Düz veya fantezi örgü denen iki farklı teknikle çorap örerler. Düz örgüde desen yoktur. Fantezi tekniğinde ise, örgü kabartılarak çoraba çeşitli desenler verilir.
Örgüye çorabın burun (peceh) kısmından başlanır. Çorabın uzunluğu baldır veya dize kadar olur. Sadece ayak kısmını örten çoraplara patik denir. Kadınlar için örülen çoraplar telli ve süslü olabilir. Süs amacıyla çoraplara üçüncü bir ip kullanarak çalik denilen kabarık desenler verilir ve bu çoraplara da “çalikli” denir. Çoraptaki desen ne kadar fazlaysa çorap o kadar değerli kabul edilir.
Genç kızlar çeyizleri için deseni ağır çoraplar hazırlarlardı. Ağır desenli bu çoraplar kaynana verilirdi. Yeni gelinler, kendilerini görmeye gelen misafirlere, onlara verdikleri değeri göstermek amacıyla yün çorap hediye ederlerdi.
Hemşin Çorabı:
Yörede çorap önceleri tamamen koyun yününden işlenerek ve dört şişle yapılmakta idi. İlk zamanlarda tek iplikle yapılan bu çoraplar sadece tek ve düz desenliydi. Yörede keşfettikleri bir bitkiden kök boya elde ederek yünleri boyadı ve desenlere renk kattılar (Rize El Sanatları, 2004: 22). Zamanla desende süslemeler gelişti, nakışlı çoraplar dahi üretildi. Yöreye özgü çoraplar daha çok desenleriyle dikkat çeker (KK. Reyhane Bozkurt; Özlem Kobal; Zehra Muslu).
Titer: Titer, kelebek cinsi bir böcektir. Çok hareketli olduğu için mecazi olarak yöre insanını tasvir eder.
Eğrili: Hemşin’in inişli çıkışlı ve zikzaklı patika yollarını, doğal yapısını tasvir eder.
Kereç: Bu desen ismini büyük meyve ağaçlarının meyvelerini toplamak için kullanılan araçtan almıştır.
Çalikli: Çalılık anlamında olup şive değişikliğine uğrayarak çalikli şeklini almıştır.
Buruk acı: Çamlıhemşinli için gurbet zarurettir. Gurbetteki yakınını düşünen kadının işlediği desenlerin adıdır.
Çorap desenlerinin sarmaşık, bukma (burgu), oluk, kiraz, sepet gibi çeşitleri de vardır.
Hemşin dışında İkizdere’de Cimil ve Kabahor yün çoraplarıyla ünlüdür.
Kıl Örgüsü:
Fındıklı ve Ardeşen’in keçi beslenen köylerinde keçi kılından çorap örülmektedir. Keçi kılları düz ve kıvrımsızdır. Sert keçi kılları, örüldükleri zaman kar ve su tutmaz. Böylece içeriye kar, ıslaklık ve nem sirayet etmez. Keçi kılından çorap, kazak, başlık, eldiven, süt süzgeci gibi eşyalar örülür.
Kırkılan kıllar güneşe serilir. İçlerinden yumuşak olanlar seçilir. Genç hayvanların kılları yumuşak, yaşlıların ki sert olur. Seçilen kıllar taranarak uzunlamasına yan yana getirilmiş olurlar. Taranan kıllar iplik haline getirilir. Keçi kılından yapılan ip ne kadar ince ise o kadar değerlidir.
Taranmış olan kıllar 20-25 gram ağırlığında parçalara ayrılır. Bu parçalara tapul denir.
Boyu 30-35 cm olan, ora kısmı şişman, uçları ince, odundan yapılmış yığ, tapulları iplik haline getirmek için kullanılır. Tapullar yığa takılır ve yığ döndürülür. Yığ döndürüldükçe tapullar ipe dönüşür.
Yağlık, peşkir, seccade, bohça, yastık gibi bir şok ev eşyasına işleme yapıldığı görülür. İşlemelerde yaban gülü, çilek (hamacuna), kavlağan yaprağı, kiraz gibi bitkisel desenler; cami ve taka çizimleri ile üçgen, kare, dikdörtgen, daire gibi geometrik desenler tercih edilir.
Tenteneler ince örgü alanında büyük zenginlik arz eder. Genellikle yatak takımlarına, peşkirlere, bohçalara dikilen ya da tığla monte edilen tenteneler arasında yastık giymesi olarak adlandırılan yastık kılıfları hem işlemeleri hem de tenteneleriyle ilgi çekmektedir.
Kanaviçe, oya, dantel çeyiz işlemeleri için devam edilen işlemelerdir.
Tığ danteli, iğne oyası ve mekik oyası biçiminde çeşitleri olan dantel örücülüğünün Rize’de en çok görülen çeşidi tığ dantelidir.
Tığ danteli: Çember, çarşaf, yastık geymesi (Yastık kılıfı) ve peşkirlerin kenarlarını ve pencere perdelerinin alt kısımlarını süsler (http://orhannaciak.com/kitap.aspx?kitapid=10&sayfano=12).
Kökeni Orta Asya’ya dayandırılan yogurkan - yorgan, göçlerle Anadolu’ya gelip yerleşen insanlar tarafından üretilmeye devam edilmiştir (Taş, 2015: 182).
Genellikle yüzü ve astarı farklı ve kumaştan örneğin ipek atlas, mermeşahi, basma vs. kumaşlardan hazırlanan yorgan kılıflarının ya pamuk ya da yünle doldurulduğu, tek dikişle dikildiği ve ağırlıkla çift kişilik yorgan yapıldığı görülmektedir.
Yörede yorgan yapımında, diğer yöre yorgancılarının kullandığı gibi kumaş, tebeşir, pergel, makas, yüksük, makine ve kalıp gibi malzeme ve araçlardan yararlanılmaktadır.
Yapımı, ilk olarak deri ya da saten kumaşın, mermerşahiyle, bir kenarı açık kalacak şekilde dikilerek kılıf oluşturulmasıyla başlamaktadır. Kılıfın içi pamuk, yün ya da elyafla doldurulmaktadır. Elyaf, yorganın hafif olması için tercih edilmektedir. İçi doldurulan kılıf, içindeki malzemenin kabarması için hallaç motoruna atılmaktadır.
Kabartma işleminin ardından, kılıfın açık olan kısmı da dikilmekte ve hazırlanan bu parça, yüzeyinin düzleştirilmesi için sopalanmaktadır. Sopalama işleminin ardından, içindeki malzemenin kaymaması, yüzeye tutturulması için illeme (teyelleme) yapılmaktadır. İllemenin ardından, kıy işlemine yani kenar sıralarının çekilmesi aşaması gerçekleştirilmektedir. Yorgan yüzeyine uygulanacak deseni, renk belirlemektedir (Taş, 2015: 183).
Doğu Karadeniz’de görülen kesme taştan yapılan geleneksel evler tuğla ve betonarme malzemelerin yaygınlaşmasından sonra seyrekleşmeye ve giderek kaybolmaya başladı. Göz dolma ev ve serender yapımı tamamen durmuştur. Bakanlıkların veya kişisel meraklar ile restore edilen evler pek nadir görülmektedir. Restore edilmeyen evler yıkılmakta yerine geleneksel mimarinin ürünü olmayan betonarme yapılar inşa edilmektedir. Su değirmenleri eskisi gibi rağbet görmediği için, taş köprüler de yerlerini modern yapılara bıraktıkları için taş işçiliğinin gerektiren iş alanı kalmamıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak da kesme taş ustalarına Rize yöresinde artık rastlayamıyoruz.
1960’lı yıllara kadar Rize’de yaygın bir iş koluydu taş işçiliği. Özellikle Çayeli ilçesinde Taşhane ve Kesmetaş Mahallelerinde taş işçiliği yaygın olarak icra edilyordu. Çayeli’ndeki taş ocaklarından daha çok kapı ve pencere kenarlıkları, fırınların içinde kullanılan taşlar çıkarılıyordu. Kesmetaş mahallesindeki taş ocağından alınan taşlar diğer ocakların taşlarına nisbetle daha yumuşaktı. Yumuşak oluğu için pileki yapımına elverişliydi ve bu ocaktan çıkarılan taşlarla uzun süre pileki yapıldı. Burada yapılan pilekiler yakın çevreye ve Rusya’ya gönderilirdi (Kazmaz, 2002: 949).
Rize’nin taş işçiliği örnekleri arasında yakın zamanlara kadar üretimi devam etmiş olan pileki (peleki) adı verilen pişirme kaplarının önemli bir yeri vardır.
Pileki, taştan oyularak yapılan, içinde daha çok mısır ekmeği pişirilen ancak kullanımı ekmekle sınırlı kalmayan, mısır ekmeğinin yanı sıra içinde çeşitli yemeklerin de pişirildiği kaplara denir.
Ev içindeki yer ocağının önemli bir parçası olan pilekiler Doğu Karadeniz’in kırsal meskenlerinde 1970’lere kadar olan yaygın şekilde kullanılmıştır. Bu tarihlerden itibaren aşhaneler bölünerek yerlerini oturma odaları ile mutfaklara pilekiler de kuzinelere veya elektrikli fırınlara bırakmaya başlamıştır (Uzun, 2008: 39).
Geleneksel Karadeniz evlerinde pileki, aşhanenin vazgeçilmez öğelerinden biriydi. Eski evlerde ev içinde yere kazılmış olan hafif çukur, ocak olarak kullanılırdı. Pileki, ocak çukurunun içine, üst kenarı zemine denk gelecek şekilde gömülerek sabitlenirdi. Mutfak bacasından ocağın üzerine sarkan bir zincir bulunur. Ucunda çengel olan ve boyu alçaltılıp yükseltilebilen bu zincirin ucundaki çengellere kazanlar ve güğümler asılır. Pileki ile duvar arasında 10-15 cm yüksekliğinde ve 30-40 cm genişliğinde bir basamak bulunur. Buna tömele taşı / temel taşı denir. Yemek hazırlanırken bu taşın üzerine konan gaz lambalarıyla aydınlatma sağlanırdı. Temel taşı bu nedenle “ışıklık” olarak da adlandırılır. Basamağın üzerinde her an ocakta kullanılabilecek pileki sacı, sacayağı ve kıylık gibi aletler hazır bulunur.
Pileki işlenebilen, ısıyı ileten, ısınınca çatlamayan, homojen dokulu, su ve havayla temasta bozuşmayan kayalardan oyularak elde edilir. Rize’nin İyidere ve Çayeli ilçelerinde pileki yapmak üzere açılmış taşocaklarında, yapısında andezit ve bazalt bulunan ve pileki yapımı için çok uygun olan kayalar vardır. İyidere’nin Taşhane köyündeki Pileki Mağarası, uzun yıllar pileki imal eden ustaların çalıştığı yapay bir mağara olup günümüzde müze niteliğinde bir ziyaret yeridir. Pileki mağarası, pileki yapımına uygun taş katmanlarının özellikle yatay yönde kesilmesiyle genişlemiştir. Bu işleme “kaya kesme” denilmekteydi (Uzun, 2008: 26).
Pileki taşı zeminden kesiliyorsa buna döşeme, cepheden kesiliyorsa buna da kaya denir. Döşemeler aşağı doğru geliştikleri için farklı özellikteki kayaları keserler. Kayalar ise yatay yönde gelişir ve daima aynı özellikteki taşlardan olurlar. Kaliteli pileki için kesici ve yontucu ustaların mahareti kadar taşın cinsi de önemlidir.
Hamsi pişirmek için kullanılan “hamsi pilekisi” veya “hamsi taşı” ve hamsi saklamak için kullanılan “hamsi küpü” de yine pileki çıkarılan taş ocaklarından çıkarılıyordu. Hamsi küpü yaklaşık 45 cm yüksekliğinde ve silindir biçimdedir. Temizlenmiş hamsiler tuzlanarak hamsi küplerinde saklanırlardı (KK. Mustafa Yılmaz).
Taşhanelerde pilekiden başka yemek pişirmede kullanılan “frenk ocağı” ile “güveç kabı” da yapılmaktaydı. Mantuz, mantız da denilen frenk ocakları tüp gazlı ocaklardan önce daha çok memur aileleri tarafından kullanılmaktaydı. Alt kısmına kömür konularak ısıtılır ve üzerinde yemek pişirilirdi. Frenk ocakları ısınmak amacıyla da kullanılırdı. Bugün çok sınırlı da olsa Ünye yöresinde mantuz yapımı devam etmektedir.
Boyutlarına göre çeyrek, yarım, üççeyrek, koltuk ve büyük koltuk olarak adlandırılan bu gereç, özellikle gömme (gömeç) mısır ekmeği pişirmek için kullanılmaktadır (Taş, 2015: 187).