• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/2433443823537106/?multi_permalinks=2451325328415622&notif_id=1574335095257990&notif_t=feedback_reaction_generic
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi74
Bugün Toplam161
Toplam Ziyaret100203
Takvim

 

                            

    • EKİN ZAMANI OKUL MÜZELERİ
    • Mimar Sinan İlkokulu

Müzeleri

 

 

Hatay Arkeoloji Müzesi - Hatay

MÖ 4 binli yıllardan başlayan tarihi geçmişi ile Hatay, birçok dönemin ve medeniyetin kültür ve tarihi vesikalarını bünyesinde toplayan bir şehirdir. Hatay’da kazı çalışmaları 1932 yılında başlamıştır. 1933–1938 yılları arasında Amik Ovası'nda Cüdeyde, Dehep, Çatalhöyük ve Tainat'ta, Chicago Üniversitesi Chicago Oriental Institute tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. 1936 yılında, British Museum adına Sir Leonard Wolley, Samandağı El-Mina Mevkii'nde, 1937'den 1948 senesine kadar da aralıklarla Açana Höyüğü'nde hafriyat ve kazı çalışmaları yürütülmüştür.
 
Fotoğraf: Gülcan Acar
 
1932-1939 yıllarında Princeton Üniversitesi’nin yaptığı araştırmalarla müzenin esas zenginliğini oluşturan mozaikler ortaya çıkartılmıştır. Bu zenginlikler, merkezi Antakya’da olmak üzere Harbiye, Narlıca, Güzelburç, Samandağ ve çevresinde yapılan kazılar sonucu çıkartılan ve koleksiyonu tamamlayan mozaiklerdir.
 
Fotoğraf: Gülcan Acar
 
Antakya’da yürütülen 1932-1939 yılı kazı çalışmalarında çoğu Roma Dönemi'ne tarihlendirilen mimari ve diğer buluntular kentin zenginliğini ve ihtişamını ortaya sermiştir. The Committee for the Excavationandits Vicinity adlı komitenin yaptığı kazı çalışmaları başta Antakya, Harbiye olmak üzere Samandağ’da Seleuceia Pieria'da sürdürülmüş ve kazılarda ortaya çıkan zengin mozaik eser koleksiyonu bugün dünyanın yaklaşık 20 müzesine ve özel koleksiyonlarına dağılmış durumdadır. Antiokheia kökenli birçok eser bugün Hatay Arkeoloji Müzesi’nin yanı sıra Princeton Universitesi Sanat Müzesi (ABD), Worcester Müzesi (ABD), Louvre (Fransa) gibi müzelerde saklanmakta veya sergilenmektedir.
 
Fotoğraf: Gülcan Acar
 
Kazılarda çıkan eserlerin tek yerde toplanması için başlayan çalışmanın ardından 1939 yılında tamamlanan Hatay Arkeoloji Müzesi, 23 Temmuz 1948 yılında Hatay’ın Anavatana katılışının 10’uncu yılında ziyaretçilere açılmıştır. Müzenin sekiz sergi salonundan biri olan Lahit Salonu 2000 yılında tamamlanarak teşhire sunulmuştur. Müzede yer alan sergi salonlarına ek olarak müze bahçesinde de eserler yer almaktadır. Beş deposu bulunan müzenin 1140 metrekarelik bir oturma alanı mevcuttur. Eserler 984 metrekarelik bir alanda sergilenmektedir. 2011 yılı itibarıyla toplam eser sayısı 35 bin 433 olarak kayıt altındadır.
 
Fotoğraf: Gülcan Acar
 
1939 yılında açılan ve dönemin koşullarında ve mevcut eserlere göre yapılan müze binasının artık günün koşullarına uymaması, modern müzeciliğin ihtiyaçlarına cevap vermemesi nedeniyle yeni müze yapılması çalışmalarına başlanmıştır. Bakanlığımız Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Hatay Valiliği koordinesinde yürütülen projede 26 Mayıs 2011 yılında temeli atılan müze binası açılışı 28 Aralık 2014 tarihinde yapılmıştır. Dünyanın ikinci büyük mozaik koleksiyonu olarak değerlendirilen eserler 3 bin metrekare alanda sergilenmektedir.
 
Yeni Müze binasında Prehistorik, Paleolitik Kültür (Üçağızlı Mağarası Canlandırması), Amuk Kültürü (Amik Ovası Höyük Eserleri), Helenistik Dönem (Antakya'nın Kuruluşu), Roma Dönemi (Mozaikler), Nekropol Kültürü (Lahitler), Bizans Dönemi (Mozaikler), Hatay Orta Çağ Dönemi ve Dinler, Hatay Arkeolojisi tarihi, Güncel kazılar/sergiler olmak üzere dokuz farklı temada 10 bin 700 metrekarelik sergileme alanına sahiptir.
 

Saint Pierre Kilisesi - Hatay

Antakya- Reyhanlı yolu üzerinde kente iki kilometre uzaklıkta Habib-i Neccar Dağı yakınında yer almaktadır. Doğal bir mağara olup eklemelerle kiliseye dönüştürülmüştür. Kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte; İsa’nın on iki havarisinden biri olan Aziz Petrus’un ilk vaaz verdiği yer olduğuna ve mağarada cemaatin ilk kez ‘Hıristiyan’ adını aldığına inanılmaktadır. Bu nedenle St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir.

Mağara, Hıristiyanlığın Roma Devleti tarafından resmi din olarak kabil edilmesinden sonra yapılan eklemeler ile gotik tarzda bir kilise şeklini almıştır. Aziz Petrus’un ilk Papa olarak kabul edilmesiyle Katolik inancının dünyaya yayılmasında bir merkez konumunu almıştır.

Mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde M.S. 4 ve 5’inci yüzyıllara ait mozaik kalıntısı vardır. Ayrıca bir altar, niş içinde mermer küçük St. Pierre’nin heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmaktadır. 1983 yılında Papa VI.Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri ilan edilmiştir. Her yıl 29 Haziran’da Katolik Kilisesi tarafından burada ayin düzenlenir. 

HATAY TIBBİ VE AROMATİK BİTKİLER MÜZESİ

Tarihi ve kültürel zenginliği yanında hoşgörü kenti Hatay doğal güzellikleriyle de önemli bir yere sahiptir. Ülkemizde bulunan yaklaşık 10000 bitki türünün 3300 kadarı endemik, Hatay da ise 2000 den fazla tespit edilen bitki türünden 300 kadarı endemik bitkiden oluşuyor. Buna göre ülkemizde yetişen endemik bitkilerin %10 u Hatay’da yetişmektedir. Bu bölgede 2000den fazla tespit edilen bitki türlerinden birçoğunun tıbbi ve aromatik bitki olduğu saptanmıştır.

Hatay ‘da tespit edilen bazı tıbbi ve aromatik bitkileri tanıtmak amacıyla 2012 yılında restorasyonun tamamlanması sonucu ziyarete açılan Türkiye’nin ilk Tıbbi ve Aromatik bitkiler müzesine ev sahipliği yapan yapı 19. yy da inşa edilen 2 katlı eski bir Antakya Evi. Yani bu mekanda tarihi ve doğal güzellikleri iç içe görmeniz mümkün. 280 tane tıbbi ve aromatik bitki müzede halkın ilgisine sunuluyor. Cam kavanozda ve el örgüsü sepetlerde kullanıma hazır nihai hallerinin sergilendiği tıbbi ve aromatik bitkilere adaçayı, civanperçemi, tilki üzümü, oğulotu, fesleğen, defne, kantaron, karabaş otu, hartlap, çakşır kökü, meyan kökü, taş nanesi, böğürtlen kökü, erguvan yaprağı, pelin otu, hatmi gülü, ebegümeci ve ölmez çiçeği gibi örnekler verilebilir. Bitki örneklerinin yanı sıra büyük ebatta fotoğraflarının, botanik bilgilerinin ve ne için kullanıldıklarının mevcut olduğu müzenin kısımlarını da gezebilir ; alt katta bulunan girildiğinde çok hoş bir kokuyla sizleri karşılayan hülasa odalarında ise bitkilerin yağlarını görüp ne için kullanıldıkları hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

Cam Müzesi

Tarih kitapları, camın tesadüfler sonucunda ilk olarak Akdeniz bölgesinde Antakya’da ve güneyindeki Kuzey Suriye, Beyrut, Sayda sahillerinde bulunduğunu anlatırlar. Yaklaşık 5000 yıl önce bulunan bu parıltı madde insan eliyle pek çok şekle girmiştir. Binlerce yıldan beri Antakya ve civarında imal edilen camlar Anadolu’nun pek çok yerine ve diğer ülkelere gönderilmiştir. Antakya ve çevresinde sıvı ve kuru gıda saklamak amacıyla kullanılan çeşitli formdaki kavanozlar (Katremisler) şişeler damacanalar (elfiler) marteban, yoğurt kapları, cam tabaklar vs. eski camların eritilmesiyle tekrar şekillendirerek elde edilirdi. Kırılan eski cam kaplar ve pencere camları cam ustaları tarafından tekrar, tekrar şişe ve kavanoz haline getirilirdi.

 

1940 yılına kadar bu işleri daha çok gezgin atölyeler yapar imiş. Gezgin cam ustaları Antakya’nın uygun yerlerine kurdukları atölye ve cam ocaklarında Antakya ve civar köylerden topladıkları kırık camları eriterek yeni cam objeler imal etmiş olurlardı. 1940 ve sonrasında cam üretimi Antakya için önemli bir sanayi kolu haline gelmiş ve yeni, yeni işletmeler kurularak bu çevreci üretim birçok aileye geçim kaynağı oluşturmuştur. Burada üretilen yeşil camlar Türkiye’nin pek çok yerine ulaşmış ve pek çok evin mutfağında, kilerinde yer bulmuştur.

 

Antakya’da ilk sabit cam atölyesi 1940’lı yıllarda Asaf ASFUROĞLU tarafından kurulmuştur. Binlerce yıllık Antakya cam geleneği son fabrikanın da kapanmasıyla birlikte son bulmuştur ve tekrar üretilme ihtimali olmadığından müzelik hale gelen yeşil Antakya cam örnekleri 140 yıllık tarihi Antakya evinde “Antakya Camları Müzesi”nde sergilenmektedir. Bu geleneği devam ettirmeye çalışan Şadi ASFUROĞLU antik cam evinde kurduğu üfleme ve rölyef cam Roma, Bizans, Fenike döneminde yapılmış ve Arkeoloji müzelerinde mevcut olan gözyaşı şişesi, koku şişeleri ve ilaç, zehir saklama kapları, sıvı saklama kapları, cam bilezik ve yüzükleri ile cam sikkelerin röprodüksiyonlarını yapmaktadır.

Örenyerleri

St. Pierre Kilisesi - Antakya / Kuruyer
Aççana Ören Yeri - Reyhanlı (Merruş) / Varışlı K.
Çevlik Ören Yeri - Samandağ / Kapısuyu Köyü

Harbiye (Defne): Antalya il merkezine 7 km. mesafede olup her tarafı yeşillik olan güzel bir piknik yeridir. Antik çağın ünlü Daphne kentidir. Efsaneye göre Zeus'un oğlu ışık tanrısı Apollon, ırmak kenarında gördüğü genç ve güzel bir kız olan Daphne'ye aşık olur ve onunla konuşmak ister. Daphne'yi kovalar. Daphne kurtulamayacağını anlar. "Ey toprak ana beni   ört, beni sakla, beni koru" diye yalvarır. Daphne ağaca dönüşür. Apollon şaşırır. Bu olaydan sonra şiir ve silah zaferi defne ağacının dalıyla mükafatlandırılır ve Defne'nin gözyaşlarının Harbiye'deki şelaleleri meydana getirdiğine inanılır. Seleukos Döneminde çağlayanlarıyla tanınan ve dünyaca ünlü bir sayfiye yeri olan Defne, çok sayıda köşkler, tapınaklar, eğlence yerleri ile ünlüydü. Stadyumunda düzenlenen olimpiyatların ihtişamı dillere destandı. Ancak şiddetli depremler bu şehri yerle bir etmiş, günümü gözle görülür herhangi bir eser kalmamıştır.

 

 

Harbiye, şimdilerde çok ilgi gören mesire yeri, yayla olup aynı zamanda heykeller, turistik eşya yönünden önemli bir beldedir. Yöredeki tezgahlarda dokunan doğal ipekler ise gerek yurt içinde gerekse yurt dışında çok aranan kumaşlardandır.

Titus Kaya Tüneli:(Çevlik) Samandağ ın 5 Km. kuzeyinde denize hakim yamaçlarda M.Ö. 300 yıllarında Seleuykos Nikator tarafından kurulan ve kurucusunun adı ile anılan antik kenttir. Kentin, dağın hemen bitiminde, dağdan gelen derelerin ağzında bir iç limanı vardı. Sellerin bu limanı doldurması tehlikesi ortaya çıkınca imparator Vespasianus zamanında dağ delinerek bir tünel açılması kararlaştırıldı. Tünel Titus zamanında tamamlandı ve derenin önü bir duvarla kapatılarak sel suları , yüksekliği 7 mt. genişliği 6 mt olan bu tünel vasıtası ile uzaklara akıtıldı , böylece limanın dolması engellenmiş oldu. 130 mt si tünel , kalanı açık kanal halinde olan tünelin uzunluğu girişten Çevliğe kadar 1380 mt. dir.

Tünelin deniz tarafındaki girişine göre sağ tarafta , 100 Mt. kadar uzaklıkta kaya mezarları vardır burada kayalara oyulmuş mağaraların içinde bulunan çok sayıda mezarın en çok ilgi çekeni , çukurun tabanındaki geniş mağaradır. içinde çok sayıda mezar bulunan bu mağara diğerlerinden farklı yapılmış yüksek ve gösterişli bir mezar yüzünden halk arasından ''Beşikli Mağara'' olarak anılmaktadır.

Tel Aççana: Antakya Reyhanlı karayolu üzerindedir. M.Ö. 5. yy.a ait iki saray kalıntısı vardır. 17 yerleşim tabakası teşekkül etmiştir. Burada bulunan çoğu eserler Hatay Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.

Kinet Höyük: Dörtyol civarındadır. Kazı çalışmaları devam eden bu höyükte demir çağlarına ait eserler bulunmuştur.

Nekropoller: Kuzuculu'da M.S. 2.-3. yüzyıla, Karakese de M.S. 4.-5. yüzyıla ait kaya ve toprak mezarlar tespit edilmiş, kazılarda lahit, cam şişe ve kaplar, pişmiş toprak kaplar, kandil ve mühürler bulunmuştur.

Ceylanlı:  Bizans ve Gündüzoğulları döneminde büyük yerleşim yeri olduğu kalıntılardan anlaşılan köyün yakınında, kayalıklarda üzerinde yazıtlı kaya mezarları vardır.

İmma: Antakya-Cilvegözü yolu üzerinde Reyhanlı yakınında şimdi piknik yeri olarak kullanılan antik dönem yerleşim yeri vardır.

Tainat: Yapılan kazılarda bir Hitit sarayı ile tapınağın ortaya çıkarıldığı Tainat'ta bulunan eserler Hatay Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.

Dor Mabedi: Kapısuyu yöresinde, Çevlik bölgesine hakim bir tepede, sütun kalıntıları görülebilir.

Su Kanalları: Seleukos Döneminde, Harbiye (Defne) çağlayanlarından Antakya'ya su getirmek için yapılan 10 km uzunluğundaki kanalların ve köprülerin kalıntılarını günümüzde de görmek mümkündür. Antakya içinde kalan tek bölümü Memekli Köprü olarak anılmaktadır.