• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/2433443823537106/?multi_permalinks=2451325328415622&notif_id=1574335095257990&notif_t=feedback_reaction_generic
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi17
Bugün Toplam163
Toplam Ziyaret102002
Takvim

 

                            

    • EKİN ZAMANI OKUL MÜZELERİ
    • Mimar Sinan İlkokulu

Samsun

El sanatları

Samsun, kültür varlığının yanı sıra el sanatları zenginliğiyle Türkiye’de dikkatleri üzerine çekiyor. İl Kültür ve Turizm Müdürü Adnan İpekdal, Samsun’un el sanatları noktasında kendisini kanıtlamış bir kent olarak öne çıktığını belirterek, kentte ahşap işçiliğinin geçmişinin 3 bin yıla dayandığını söyledi.

HER İLÇEDE AYRI KÜLTÜRLER SÜRÜYOR
Adnan İpekdal, “Karadeniz Bölgesi’nin en büyük en güzel ve en modern şehri olan Samsun, el sanatları noktasında da önemli bir yere sahip olan bir yerleşim yeridir. İlçelerinin doğal güzellikleri, tarihi dokusu ve kültürel yanları güçlüdür. El sanatları noktasında yaptıklarıyla Samsun, hatırı sayılı olarak adından söz ettirmeyi başarmaktadır. Bu anlamda Vezirköprü ilçemizde, kilim dokumacılığı ve artık bu ilçemizle özdeşleşmiş olan el sanatı olarak kabul ettiğimiz semaver imalatı önemli bir çalışma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun dışında, Çarşamba ve Terme ilçelerimizde fındık çubuğundan sepet örücülüğü el sanatı olarak yine yaygın olarak devam eden bir meslek ve sanattır. Ayrıca Terme ilçemizde mısır koçanından sepet örücülüğü yapılmaktadır. Bunun dışında ise kadınlarımızın iğne oyaları ve örgü çeşitleri çok zengindir. Tezgahlarda kilim dokuma gibi önemli el sanatlarımız da halen kırsal alanlarımızda sürmektedir. Çarşamba ilçemizde, kalaycılık ve el yapımı ayakkabıcılık önemli bir el sanatı olarak devam etmektedir. Yine Çarşamba’da süpürgeler tarlada ekilen ürünlerden yapılmaktadır. Bu işle uğraşan insanlarımız halen var” diye konuştu.

AHŞAP İŞÇİLİĞİMİZ 3 BİN YILA DAYANIYOR
“Ahşap işçiliği konusunda Samsun’umuz Türkiye’nin en önde gelen illerinden biridir” diyen Adnan İpekdal, “Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın öncülüğünde Vezirköprü ilçemizdeki Oymaağaç Höyüğü’nde bir kazı çalışması yürütülüyor. Burada 3 bin yıla tarihlenen ahşap malzemeler ortaya çıkartıldı. Burada bir su kuyusuna inen ahşap bir merdiven bulundu. İlginç bir özelliği var; çivi kullanılmadan, geçme tekniği ile yapılmış. Kısacası ahşap işçiliği Samsun’da, geçmişi 3 bin yıl kadar geriye giden bir el sanatı alanı olarak önümüze çıkıyor. Kazı çalışmamız halen devam ediyor. Bunun dışında yine Çarşamba ilçemizdeki tarihi Göğceli Cami’mizde uygulanan ahşap oymacılığı ve boyama işçiliği ciddi bir el sanatı varlığı olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla Samsun’umuz el sanatlarında da önemli işlerin yürütüldüğü kent olarak öne çıkmaktadır” şeklinde konuştu.

KIRSALDA EL SANATLARI SAVAŞI VERİLİYOR
Samsun’da el sanatları, teknolojinin getirdiği tüm değişikliklere ve olumsuzluklara rağmen, var olma savaşı veriyor. Samsun’da el sanatı kategorisinde olan halı, kilim, bez dokumacılığı, taş işçiliği, oya, kunduracılık, bakır işlemeciliği, hasır dokumacılığı, zembil örücülüğü, çorap, kuşak dokumacılığı, ağaç oymacılığı ve benzeri gibi pek çok ürün üretimi devam ediyor. Kentte özellikle kırsal alanda, el sanatı alanında faaliyet gösteriliyor.

ALAÇAM:
Ellerindeki en bol malzeme ağaç, saz ve yün olunca Alaçamlılar kilim dokumacılığı, hasır örücülüğü, ağaç işlerinde usta.

BAFRA:
Zembil. Özellikle 20 yıl öncesine kadar Göltepe Köyü’nde yaygın olan ve ancak bugün unutulmaya yüz tutmuş mahalli bir el sanatı. Zembil örücülüğünde kullanılan malzemeler; saz bitkisi, kurutulmuş mısır koçanı yaprakları, 50 cm uzunluğunda ortadan ikiye katlanmış ve iğne vazifesi gören çelik tel, saz bitkisinden yapılmış kındıra, hazır kumaş boyası veya tabii boyalar. Tabii boya, genellikle soğan veya yeşil ceviz kabuklarının kaynatılmasıyla elde ediliyor.

ZEMBİLİN ÖRÜLÜŞÜ:
Mısır koçanı yaprakları ıslatılıp, yumuşatılıyor. Bir mısır koçanı yaprağı, boyunca 3 eşit parçaya bölünüp, kındıra üzerine muntazam sıkıştırılarak sağdan sola sarılıyor, 8- 10 cm. sarıldıktan sonra sarılan kısım içe bükülüyor. İlk örülen kısım ortadan sarılarak çevriliyor. İstenilen şekil - de örülüyor. Koçan bittiği yerde iğne ile dolanıyor. Boyanmış mısır koçan yapraklarından aralara desen de konuluyor.

VEZİRKÖPRÜ:
Vezirköprü’de heybecilik, semaver yapımı, ip ve urgan yapımı gibi geleneksel el sanatlarını sürdüren zanaatkarlar yaygın durumda.

AYVACIK:
Ayvacık’ta el sanatları denilince, ilk akla, el tezgahlarında halis yünden dokunan ‘Cecim’ geliyor. Yere sermek için dokunan kilimlere Cecim derlerken, kadın ve çocukların bellerine bağladıkları bağlar da Cecim olarak adlandırılıyor.

LADİK:
Ladik dokuması veya Ladik fanilası olarak yapılan dokuma ile el sanatlarını devam ettiriyorlar.

YAKAKENT:
Bölgede kök boyadan dokuma kilim ve makromeden örülerek hamak yapılıyor.

ÇARŞAMBA:
Çarşamba Ayakkabısının ünü tüm Türkiye ve hatta dünyada ün salmıştır. İlçede ayrıca Çarşamba Kasketi (Sekiz köşeli kasket) yapımı halen devam ediyor. Mısır koçanı üzerinden sepet örücülüğü halen devam ediyor.

HAVZA:
İlçe de kuşak dokumacılığı, heykel yapımı, ahşap oyuncak yapımı, taş süslemeciliği yapılmaya devam ediyor.

SAMSUN HALK KÜLTÜRÜ

Törenler

Evlilik insan hayatı için olduğu kadar sosyal hayat için de çok önemli bir olgudur. Belli bir yaşa gelmiş kimselerin evlenmiş olması beklenirdi. Yaşı ilerlediği halde evlenmemiş olmak hoş görülen, istenen bir durum değildir. Bu nedenle kısmet açmakla ilgili uygulamalara Samsun’da da rastlanır. Kısmet açmak üzere yatır ziyaretleri, Hıdırellezde fasulye taneleriyle yapılan büyülük uygulamalar ve muska yazdırmak sık görülen uygulamalardır. Evlilik çağında geldiği halde henüz evlenmemiş çocuğu olanlar Hıdırellez gecesinde fasulye taneleriyle temsili olarak bir ev, bir kız ve bir oğlan tasvir ederler. Bu suretle niyetlerini, dualarını tahkim etmiş olduklarına inanırlar.

Evlilik

Geçmiş yıllarda eş seçimi çoğunlukla görücü usulüyle olurdu. Erkeğin kıza ilgisini, beğenisini iletmesi için kız kardeşi veya yengesi aracılık ederdi. Taraflar birbirlerine mektupla veya sözlü olarak bu aracılarla haber iletirlerdi. Günümüzde kızlar ve erkekler birbirlerini görüp beğenerek evlilik kararı almaktadırlar.

Yöre insanlarının geçimi toprağa ve hayvancılığa bağlıyken erkekler için ideal evlilik yaşı, 18-20 yaş aralığındaydı. Dolayısıyla kızların evlenme yaşı 15-16 olabiliyordu. Günümüz için erken sayılabilecek olan bu evlilik yaşları, gündelik hayatın tarla ve bahçe işlerine bağlı olduğu zamanlar için gayet normaldi.

Erkek evlat 18’ine girdiğinde ailesi gelin aramaya başlardı. Evvela yakın çevre, komşular arasında uygun aday aranırdı. Yakın çevrede uygun bir aday bulunamazsa uzak yerlerden de gelin aranırdı.

Kız İsteme

Erkeğin annesi, ablası veya yengesi beğendikleri gelin adayı için görücüye giderler. Bu ziyaretteki amaç gelin adayının fiziki yapısı, güzelliği, temizliği, oturması ve kalkmasını kontrol ederek nihai bir karara varmaktır.

Kız istemeye gidilecek gün iki tarafın anne, yenge gibi kadınları arasında belirlenir. Uğuruna inanan kişiler kız istemeye cuma ya da pazartesi günü giderler. Kız istemeye gidildiğinde iki tarafın ebeveyni sohbete başlar, damat bu sohbete katılmaz, sessizce oturur. Gelin adayı kahve servisi için gelir, büyüklerden başlayıp en son damada gelecek şekilde kahve servis eder. Damadın kahvesine tuz koymak yaygın bir adettir. Gelin adayı, tuzlu olmasına rağmen kahveyi içip içmediğine göre damat nezdindeki hatırını, damadın samimiyetini de ölçmüş olur. 

Kahveler içildikten sonra sıra asıl meseleye gelir; erkeğin anne ve babası “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle” diye söze girip kızı isterler. Kız tarafı olur verirse söz kesilmiş sayılır. Kimi yörelerde hemen orada söz yüzükleri takılır. Günümüzde söz konusu olmayan başlık parası, yakın geçmişe kadar il geneline yaygın bir gelenekti. Kız tarafı başlık yerine para değil de kulplu veya beşibirlik olarak altın isteyebilirdi. Başlık parası istenildiği dönemlerde maddi imkânı olmayan kişiler kız kaçırma olaylarına tevessül ediyorlardı.

Alevi köylerinde erkek tarafından sözü sayılan biri dünürcübaşı seçilerek kız istemeye gidilir. Cevap olumlu ise söz kesme merasimi için yakın bir tarihte ikinci ziyaret gerçekleşir. Söz kesme merasimine erkek tarafı kahve, kuruyemiş gibi hediyelerle birlikte gider. Söz kesme merasimine dede davet edilir. Erkek dünürler seccadelerin üzerinde dedenin karşısında dara dururlar. Dua ettikten sonra diz üstü otururlar. Dede her ikisine de üç defa kızını verdin mi / oğluna aldın mı diye üç defa sorar. Dede her ikisinden de aldım / verdim cevabını aldıktan sonra hayır duasını eder ve merasim böylece sona erer. Bu merasimde ikrar verme söz konusu olduğu için bu vakitten sonra sözden dönmek düşkünlük sebebidir.

Kurulacak evin eşyasının maddi yükü her iki tarafın anne ve babasının sorumluluğundadır.

Nişan

Nişan merasimi genellikle açık alanlarda, komşu ve akrabaların bir araya toplanmasıyla gerçekleştirilir.  Misafirlere ikramlar yapılır ve nişan merasimine geçilir. Nişan esas itibariyle davetlilerin şahitliğinde kız ve erkeğe yüzük takılması olayıdır. Nişan merasiminden önce erkek tarafı kız evine şeker, boya ve kahve gönderir. Gönderilen malzemelerle şerbet hazırlanır. Nişan günü davetliler, sergilenen nişan takımlarını görmeye geldiklerinde bu şerbeti içerler. Yüzükler bir nişan tepsisinin içinde gelinin kız kardeşi veya yengesi tarafından getirilir. Erkek için gümüş, kız için altın yüzük tercih edilir. Birbirlerine kurdele ile bağlı olan yüzükler, ailenin bir büyüğü veya yörenin ileri gelen biri tarafından takılır ve ardından kurdele kesilir.

Nişan merasiminden sonra erkek tarafı, içinde mendil, peşkir, havlu gibi eşyalar bulunan bohçayı masanın üzerine koyup masayla birlikte davetlilerin arasında gezdirirler. Davetliler bu vesileyle yanlarında getirdikleri hediyeleri masaya bırakırlar. Hazırlanan bu bohça ve toplanan hediyeler gelin tarafına verilir. Nişandan sonra bu defa kız tarafı, erkek evi için bohça hazırlar. Bu bohçada damadın yakınları için günlük kullanım eşyaları bulunur.

Nişan merasiminin sadece eğlence ve hediye elverişiyle sınırlı olanları da vardır ve bu tür eğlencelere kemik kırma denir. Bu eğlence için salon aranmaz, eskiden hamamlarda dahi yapılabiliyordu.

Kına Gecesi

Düğünden bir önceki gece kına gecesi tertip edilir. Yöresel oyunların oynandığı kına gecesine gelin ve damadın akrabaları, komşuları, arkadaşları gibi yakın çevre iştirak eder. Gelinin eline kına yakılırken, gelinin etrafında dolanan, mani ve türküler söyleyen kızlar onu ağlatmaya çalışırlar.

Gelin İçin Söylenen Kına Türküsü

Tuz kabım tuzsuz koyan

Anasım kızsız koyan

Yuvasını ıssız koyan

 

Gelinim hatunum kınan kutlu olsun

Vardığın yerlerde dilin tatlı olsun

 

Yakın çevreyi düğüne davet ederken mendil, havlu gibi küçük hediyeler gönderilir. Bazı yörelerde damat, düğüne davet ettiği komşu ve yakınlarına baklava ikram eder. Hediyeli düğün davetlerine okuntu veya davet denir. Gelini “kızbaşı” denen kadın “yunak”ta yıkayıp giydirir. At üstünde, davul zurna eşliğinde evine götürür. Akşam kına gecesi düzenlenir. Kına yakıldıktan sonra armağanlar, bahşişler gelinin başının üzerinden atılır ve duvağı açılır. Geç saatlere kadar eğlenceler devam eder.

Çepni köylerinde gözlemlerde bulunmuş olan Al Çelik’in aktardığına göre; kına gecesinde kız evinden oğlan evine ziyarete gitmiş olanlar oğlan evinden, oğlan tarafı da kız almaya gelin evine gittiklerinde kaşık, çatal gibi eşyalar çalarlar. Bunun nedeni bolluk ve bereket getireceği inancıdır. Düğünden sonra her iki taraf da çaldıkları eşyaları geri götürürlermiş (Çelik, 2011: 63).

Vezirköprü’nün pek çok köyünde geline kına yakıldığı gibi güveye de kına yakılır (Elmas, 1961: 2577). Akviran Köyünde, gerdek gecesinden bir gece evvel güveye de kına yakılır. Kına kız evinden gönderilir. Kınayla birlikte üç tane kenarları gelin teliyle süslenmiş mendil; üç dört tane mum masaya konur. Kınayı yakacak olan kişi bahşişini aldıktan sonra üç defa salavat getirerek, her söyleyişte güveyin eline kına sürer. Güveyin eli yüzük parmağından başparmağına kadar kınalanır. Kına bazı köylerde güveyin sadece serçe parmağına yakılır. Kına sürülürken bir kişi de güvey için kına türküsü söyler. Saz çalanlar kına türküsüne eşlik eder.

 

Güvey İçin Söylenen Kına Türküsü

Güyoğu baban Bursa’ya vardı mı?

Bursa, kınası aldı mı?

Yakın oğlum dedi mi?

 

Güyoğu, güyoğu kınan kutlu olsun

Yarin ağzı tatlı olsun

 

Elimi sundum dastara

Elimi kesti ustura

Mevlâm şirinlik göstere

Güyoğu, güyoğu kınan kutlu olsun

Yarin ağzı tatil olsun

 

Kaplıcaların Havza düğünlerinde de yeri önemlidir. Düğünden önce gelin ve damat hamamları yapılır. Gelin kendi arkadaşları ve yakınlarıyla gündüz damat ise kendi arkadaşlarıyla gece davul zurna eşliğinde hamama götürülür. Hamamda hem yıkanılır, hem de eğlence yapılır (http://samsunarsivi.blogspot.com.tr/2006/04/havza-ilcemizi-tanyalm.html). Eskiden hamam dönüşünde güreş ve koşu gibi yarışmalar yapılırdı. Koşu yarışında birinci gelene tavuk hediye edildiği için bu yarışa “tavuğa koşma” denirmiş (Özdemir, 2009: 192).

 

Düğün

Düğünlerin büyük çoğunluğu çalgılı, danslı eğlencele ortamlarında yapılmaktadır. Bunun dışında Mevlit veya Kur’an okunan düğün törenleri de yapılmaktadır. Günümüzde geleneksel düğün âdetleri başka birçok ilimizde olduğu gibi Samsun’da da büyük oranda terk edilmiş ve salon düğünlerine geçilmiştir.

Düğün günü damat, çalgılar eşliğinde mahalledeki evlerin önünden geçerek gelin evine kızı almaya gider. Gelin almaya "gelin geverilmesi" de denir. Kız evinde gelin, babası veya erkek bir yakını tarafından odadan çıkarılır. Kapıdan çıkarken gelinin beline kırmızı bir kurdele bağlanırdı (Kuru & Yayla, 2011: 117).

Çepni köylerinde gelin almaya giden gruba “Gelin almacı” denir. Buna köy halkından kadın-erkek, çoluk-çocuk isteyen herkes ve dışarıdan düğüne gelenler katılır (Çelik, 2011: 58).

Gelin eve girerken başının üstüne şeker, tohum, para gibi bir şeyler saçma âdeti halen görülmektedir. Salon düğünlerinde bu âdetin yerine konfeti ikame edilmiştir. Eve girmeden evvel adağı olanlar gelinin önünde kurban keserler. Yine gelin eve girmeden evvel yere bırakılan bardak veya benzeri cam bir eşyayı kırar. Bu sayede uğursuzluk, kaza ve nazarı dışarıda bırakarak eve adım atmış olur. Gelinin koltuğunun altında ekmek ve elinde Kur’an’la eve girmesi geçmiş yıllarda köy düğünlerinde görülen âdetlerdendi. Gelin eve girdikten sonra geline takılan merasimine duvak adı verilir. Davetliler takılarını takar, hediyelerini verirler. Evdeki kabul, hediye ve ikramlar akşama kadar devam eder.

Düğün günü damat evinde keşkek, pilav, kuru fasulye gibi yemekler pişirilir. Damadın yanında sağdıç olarak görevli bir arkadaşı bulunur. Sağdıç bütün gün damadın eli, ayağı gibi hareket eder. Düğünden evvel güvey evinde yufka açılır. Açılan yufka evin mutfak duvarına asılır. Gelin doğum yaptıktan sonra kaynananın duvardan indirdiği yufkayla gelini için çorba yapar. İnanışa göre bu sayede gelinin karnı ağrımaz, doğum sonrası sancıları çok çabuk geçer. Yufkanın asılı olduğu çivi veya çiviler yerinden sökülmez; Çiviler duvarda asılı kaldığı sürece karı-koca mutlu olacağı rivayet edilir.

Yörede düğünler salonlarda müzikli, eğlenceli olabildiği gibi mevlit ve Kur’an okunarak da düzenlenebilmektedir. Dini nikâh düğün günü yapılır. Misafirlere yiyecek, içecek veya kuruyemiş ikram edilir. Gelin ve damada hediye olarak para veya altın takılır.

Kur’an okunan düğünlerde düğün bittikten sonra erkek evinde kısa bir mevlit merasimi yapılır. Bunun ardından damat, büyüklerinin elini öper. Evdeki diğer misafirler damadın sırtını yumruklayarak onu gerdek odasına sokarlar.

Düğünden bir sonraki gün “duvak günü” olarak anılan gündür. Bu günde gelin tüm çeyizlerini yatak odasını süsleyecek bir şekilde sergiler. Eve gelen komşu ve misafirler bu çeyizlere ve eve bakarak “Hayırlı olsun” dileklerini iletirler.

Kavak ilçesinde geleneksel köy düğünleri kına gecesi, gelin alma duvak olmak üzere üç gün sürerdi. Duvak, düğünden sonraki gün, gelin ve damadın yanı sıra sadece kadınların katıldığı, kırsal alanda yapılan bir eğlencedir. Düğün boyunca sağdıç adı verilen kişinin damadın yanında durur ve bütün ihtiyaçlarıyla ilgilenir. Düğün günü yapılması gereken işlerden sorumlu olan kişiye kahyabaşı denir. Düğüne gelen davetlilere çitçi denir. Davetlileri karşılamak ve ihtiyaçlarıyla ilgilenmek yiğitbaşı adı verilen kişinin görevidir. Davetliler, köçek adı verilen kişinin oynadığı oyunlarla, yaptığı şakalarla eğlenirlerdi. Düğün yemekleri de zerdalici adı verilen kişinin sorumluluğunda olurdu.

Çitçi denen düğün davetlileri, üç gün sürecek olan düğün için gelmiş olan çitçiler yatılı misafirdirler. Kız tarafından gelen çitçileri ağırlamak meşakkatli bir iştir çünkü ne isterlerse yapılması gerekmektedir. Eğer istekli yerine getirilmezse düğünün ikinci günü kızı almak güçleşecektir.

Ladik çevresinde düğünler perşembe günü başlar. Cuma sabahı damadın arkadaşları “soku dövme”ye başlar. Çevreden getirilen yarmalar dibek taşında çeşitli eğlenceler arasında dövülür. Kız evinden gönderilen giysiler harmanda damada giydirilir. Düğün kış ayındaysa harman temizlenerek yere bir kilim serilir. Giysiler kilimin üstüne konur. Damadı yiğitbaşı ve sağdıç giydirir. Damat giyinirken dualar okunur. Bunun ardından eğlence başlar.

Ladik’te düğünlerde “köçek” tabiri edilen kadın kılığına girmiş erkekler oyunlar oynar ve düğün sahibi için davetlilerden para toplar.

Ladik’te düğünlerde gelin ve damat / güvey hamamları yapılır. Gelin gündüz akrabalar ve arkadaşları ile birlikte hamama gider. Damat ise gece davul zurna eşliğinde arkadaşlarıyla birlikte hamama gider. Gelin hamamının yapılacağı zaman, hamam gününden evvel erkek evi kız evine hamamda lazım olacak malzemeleri gönderir. Ayrıca hamamın masrafları da erkek tarafına aittir. Hamamda gelinin şadırvan etrafında dolanması, hamamdaki diğer davetlililerin gelinin başından aşağıya para serpmesi, kadınların hep bir ağızdan mani-türkü söylemeleri gelin hamamının eğlence faktörleri olurdu. 

Mübadillerin yoğun olarak yaşadığı Tekkeköy’de mübadil düğünlerinde konuklar bir bayrağa para asarak, koç ve dana gibi hediyelerle yola çıkarlar. Düğün evine yaklaşırken bir haberci aracılığıyla ya da havaya ateş açarak geldiklerini haber verirler. Düğün evi onları davul zurna ile karşılar. Düğün alanına gelen konuklara ikramlarda bulunulur. Damada düğün alanında tıraş yapılırken, yakasına para asılır (http://samsunarsivi.blogspot.com.tr/2006/04/tekkekoy-ilcemizi-tanyalm.html).

Çarşamba yöresinde çeyiz ve eşya cumartesi günü kız evine götürülür. Buna “sersene götürmesi” denir. Gelin büyüklerinin elini öptükten sonra eğlence başlar. Oyunu gelin açar, yerini arkadaşlarına bırakarak köşesine çekilir. Dağılırken herkese kına verilir (gece kınası). Biri kız biri evli olmak üzere iki arkadaşı geceyi gelinin yanında geçirirler. Ertesi gün öğle saatlerinde düğün alayı yola çıkar. Kız evinin önüne uzunca bir sırık dikilir. Tepesine de bir yumurta bağlanır. Gelenler yumurtayı silah atışlarıyla kırana dek eğlenceler devam eder. Yağlı sırığa tırmanma da düğün eğlencelerindendir.

Gelin, ata ya da arabaya bindirilip yakındaki mezarlığın çevresinde üç kez dolanarak düğün evine gider. Arabadan indirilen gelin büyükçe bir kazan ters çevrilerek üzerine bastırılır. Merdivenlere, kapının eşiğine ibrikle su dökülür. Eve giren gelinin yüzünü kardeşi açar ve çekilir. Dinî nikâhtan sonra gelinle güvey aynı odaya alınır. Düğün yemeğini aynı kaşıkla yerler. Tepsi dışarıya verildikten sonra damadın dışarıda bekleyen arkadaşları da yemekten tadarlar.

Gerdek sonrasında yenge gelinin yıkar giydirir. Aile büyüklerinin elini öptürür. Bunun ardından “duvak günü” denen kadınlar arası eğlenceler başlar. Gelin bu eğlencelerde bir avuç pirinci yere saçar (Yurt Ansiklopedisi).

Yöredeki Çepnilerin düğün adetleri arasında “kapılık” uygulaması vardır. Gelin at sırtında erkek evine geldiğinde, gelinin yakınları damadın babasına gelin için canlıdan ve cansızdan ne vereceksin diye sorarlar. Kayınpeder canlı için genelde bir ahır hayvanı, cansız için de bir meyve ağacı vaat eder. Kayınpederin oğlu için bir adağı varsa kurban da bu esnada kesilir. Bundan sonra gelin attan inmeden eline su dolu bir bakraç verirler. Gelin bakraçtaki suyu atın başından aşağıya döker. Erkek kardeşi gelini attan indirir, ayağını yere bastırmadan evin kapısına kadar kucağında taşır. Kapıdan giren gelinin eline tabak veya bardak verilir. Gelin bunu yere atıp kırar. Bundan sonra gerdek odasına geçer (Çelik, 2011: 59).

Samsun’da biri Ondokuz Mayıs diğeri Vezirköprü’de olmak üzere iki yörük köyü vardır. Bu yörük köylerinin bohça, duvak ve yedilik adı verilen düğün sonrası âdetleri yaşatılmaya devam edilmektedir (Yıldırmış, 2015: 2263).

Yörüklerin düğün sonrası âdetlerinin ilki bohça geleneğidir. Gelinin hazırladığı bohçada gelin olacağı evin sakinleri ve yakın akrabalarına verilecek hediyeler bulunur. 

Gelinin kadınlığa geçmesi, yeni yuvasına yerleşmesi gibi sembolik anlamları da olan duvak geleneği düğünden hemen sonraki gün yapılır. Duvak gününde yeni gelin, gelinliğini giyinerek gelen davetlilerin yanında bulunur. Duvak, müzikli ve yemekli bir toplantıdır.

Düğünlerden sonra gelin ve damadın kız evine ilk ziyareti, düğünden kaç gün sonra yapılıyorsa (3, 7, 15. gün gibi), o günün adıyla anılır. Bazı köylerde bu ziyarete “ters gece” de denir. Ters gece diye anılan ziyaret düğünden sonraki üçüncü akşamdadır. Bu davette güveye ve yakınlarına şakalar yapıldığı olur. Misafir olan güvey veya onunla birlikte gelenlerden birinin ayakkabısı saklanır. Bahşiş karşılığında geri verilir. Bu davette kız evinin sakinleri güveye hediyeler ikram ederler.

Yörüklerde bu ilk ziyaret düğünden sonraki yedinci günde yapıldığı için yedilik adıyla anılmaktadır. Samsun’daki Yörük köylerinde devam edilen geleneğe göre kız ve erkek tarafı yedilikten önce birbirlerinin evlerine gitmez, birbirlerini ziyaret etmezler (Yıldırmış, 2015: 2268). Çepnilerde gelin damatla birlikte, düğünden sonraki üçüncü günde babasının evine gider. Bu ziyarete üç gecelik denir. Gelin ve damat bir gece misafir kaldıktan sonra kendi evlerine giderler. İkinci ziyaret düğünden sonraki on beşinci günde yapılır. Bu ziyarete de evilli denir (Çelik, 2011: 59). 

Yoğun olarak mübadillerin yaşadığı Ayvacık’ta yaz aylarındaki düğünlerde yağlı güreşler de düzenlenir. Bu güreşler düğün sahibi organize eder.

Alevi düğünlerinde düğünün başlamasından üç gün önce davetlilere yemek ikramı başlar, bu ikramlara zor ekmeği denir. Konuklara ikram edilmek üzere velime kurbanı kesilir. Kız evine çeşitli hediyelerle birlikte kuruyemiş ve sokuda dövülen buğday götürülür. Buna cins götürme denir. Cins gönderilen günün akşamında kına gecesi tertip edilir. Kına gecesinde erkek evinde de eğlence tertip edilir. Açık alanda büyük bir ateş yakılır. Ateşin etrafında halay çekilir, oyunlar oynanır. Meydanda yakılan ateşe sin sin ateşi, oynanan halaya da sin sin halayı denir.

Düğünden önce gelin ve damat hamama veya kaplıcaya gönderilir. Düğün günü kız, belinde kırmızı kuşakla evden çıkar. Oğlan evine giderken eğer yakınlarda türbe varsa mutlaka türbeye götürülür. Erkek evine varıldığında gelin eve girmeden koç kurban edilir. Gelinin eve bolluk ve bereket getirmesi için başının üzerinden bozuk para, buğday ve çerez serpilir. Gelin evine bağlı olsun diye kapıya ip gerilir ve gelin o ipi kopararak içeri girer.

Doğum

Türkiye topraklarının her yerinde olduğu gibi, Samsun ili genelinde de çocuk sahibi olmak, özellikle erkek çocuk sahibi olmak çok önemsenir. Evliliğinin iki veya üçüncü yılında da çocuğu olmayan aileler durumdan endişelenir, çünkü çocuksuz aileler “zürriyetsiz” dedikodularına malzeme olurlar. Bu nedenle çocuğu olmayan kadınlar için yaygın şekilde halk hekimlerinin yaptığı ilaçlar, türbe-yatır ziyaretleri ve adak adama gibi çeşitli tedavi yöntemleri uygulanır.

Eskiden doğumlar evlerde, ebelerin nezaretinde gerçekleşirdi. Ebelere yardımcı olsun diye komşu evlerden tecrübeli kadınlar da evde hazır bulunurdu. Doğumu gerçekleştiren ebeye yumurta yedirilir. Bundan murad, bebeğin açgözlü olmasını önlemektir. Evlerde ebe nezaretinde gerçekleştirilen doğumlarda, doğumdan hemen sonra bebek ılık suyla yıkanıp kundaklanır. Bebeğin göbek kordonu, üç parmak mesafeden kesilir. Göbeğin kalan kısmı üç gün içinde kendiliğinden kuruyup düşer. Bu nedenle sonraki üç gün boyunca bebek yıkanmaz.

Bebeğin kesilen göbeği genellikle evin bahçesine gömülürdü. Rastgele bir yere veya çöpe atılırsa, çocuğun ileride evine bağlı olmayacağına, hayatını sokaklarda geçireceğine inanılır. Bundan başka, bebeğin ileride yapması istenen mesleğe niyetlenilerek kesilen göbeğin okul, hastane gibi yapıların bahçelerine gömülmek üzere saklandığı da olurdu.

Bebeğin doğumundan sona “gözün aydın olsun” ziyaretleri başlar. Komşular göz aydınlığı ziyaretine bal, süt, yumurta gibi yiyeceklerle birlikte giderler.

Lohusalık Dönemi: Yeni doğum yapmış kadının bedenen ve manen çok zayıf olduğu lohusalık dönemine çok dikkat edilir. Lohusa kadın doğumdan sonraki kırk günlük süre zarfında hastalanacak olursa buna kırk basması denir. Kırk günlük lohusalık dönemi boyunca hem lohusa hem de bebek yalnız bırakılmaz. Bu dönemde “alkarısı” denen varlığın lohusaya veya bebeğe zarar vermesinden korkulur. Doğumdan sonraki kırk gün içinde ölen bebeklerin sorumlusunun da alkarısı olduğuna inanılır. Alkarısı, insan veya hayvan suretinde ortaya çıkabilir. Alkarısına karşı tedbir olsun diye lohusanın yanına bıçak, makas gibi keskin metaller konur, odada mutlaka Kur’an-ı Kerim bulundurulur. Havza ve çevresinde alkarısına “Karağura” da denir.

Lohusalık süresi kırk gündür. Kırk günün sonunda hem bebek hem de annesi yıkanarak kırklama yapılır. Kırklama için hazırlanan suyun içine kimi yerlerde bir tane, kimi yerlerde ise kırk tane koyulur.

Şehirleşmeyle birlikte geleneksel uygulamaların hemen tamamı yerini Batı kültüründen alınmış uygulamalara bırakmaktadır. Doğumla ilgili burada aktardığımız uygulamalar da yerlerini çiçeklerle süslü hastane odalarına, doğum fotoğrafçılarına ve internet ortamlarında yayınlanmak üzere kayıt edilmiş fotoğraf ve videolara bırakmaktadır.

Ad Koyma Merasimi

Ad koyma merasimi genellikle sabah namazından sonra gerçekleşir. Yere kıble yönünde olacak şekilde bir seccade serilir. Bebeğin önce sol kulağına kamet getirilir. Ardından sağ kulağına ezan okunup bundan sonra kulağına üç defa ismi söylenir.

Yaygın olarak kullanılan isimler incelendiğinde Ömer ismi hariç olmak üzere Muhammet, Mehmet, Mustafa, Ali gibi dinî kaynaklı isimlerin çokluğu dikkat çeker. Ömer isminin tercih edilmemesinin nedeni Alevîliğin bölgedeki etkisidir. Dolayısıyla diyebiliriz ki geçmiş yıllarda daha çok din büyüklerinin isimleri çocuklara isim olarak seçilirdi. Aile fertlerinin isimleri incelendiğinde ülkemizin hemen yer yerinde olduğu gibi Samsun yöresinde de erkek çocuğa büyükbabanın kız çocuğa da babaannenin isminin verildiği görülür.

Doğumdan sonraki ilk gün babaya danışılarak bebeğin göbek adı konulur. Üç gün sonra da asıl adı konulur. Bebeğin ismi kulağına ezan okunarak konulduğu için Çarşamba, Terme yöresinde göbek adına “ezan adı” da denir.

Zaman geçtikçe isim tercihleri bu çerçevenin dışına çıkmaya başlamış, popüler ve tanınan insanların isimleri çocuklara ad olarak seçilmiştir. Bunla birlikte ikiz erkek bebeklerde, halen daha hasan-hüseyin isimlerinin tercih edildiği görülmektedir (Karataş, 2017: 8).

Alevilerde ad koyma merasimi doğumdan sonra bir hafta içerisinde yapılır. Ad koyma işini varsa Dede, yoksa ailenin büyüğü yapar. Ad koyacak kişi bebeği kucağına alarak kıbleye döner. Kısık sesle bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okur. Varlıklı ebeveynler ad koyma merasiminin ardından Nesike Kurbanı keserler.

Beşik Töreni: Doğumdan sonraki ilk hafta içerisinde beşik töreni yapılır; daha ziyade çocuğun doğumunun yedinci gününde yapılır bu tören. Çocuğun ilk defa beşiğe yatırıldığı beşik törenine komşular ve yakın akrabalar davet edilir. Davetliler hediyelerini getirir. Bayram havasında geçen beşik töreninde yemekler yenir, çaylar içilir. Bebek dualar eşliğinde beşiğine yatırılır. Beşik genellikle anneanne tarafından alınır. Beşiğin hazırlanıp süslenmesiyle ise daha çok babaanne ilgilenir.

Diş Hediği: Bebeğin dişinin çıktığını gören annesi, komşularını ve yakın akrabalarına “diş hediği” adı altında tatlı, pasta, kurabiye veya havlu, çorap, mendil gibi hediyeler dağıtır. Havza ilçesinde bebeğin ilk dişi çıkınca, evde içine mısır unu katılarak bulgur yemeği pişirilir. Diş bulguru denen bu yemek komşulara ikram edilir.

Samsun’da tespit edilmiş doğumla ilgili geleneklerden biri de yeni doğan erkek çocuklar için ağaç dikme geleneğidir. Çocuk için dikilen ağaçlara “yaşıt” denir. Yurdumuzun başka yörelerinde de ağaç dikme geleneği vardır: Tercih edilen ağaç türü genellikle kavaktır. Kavak ağacı çabuk büyüyen, endüstride kullanılan bir ağaçtır. Erkek çocuk büyüyüp evlilik çağına geldiğinde, kendisi için dikilen ağaçları satıp paraya dönüştürebilmektedir. 

Sünnet: Sünnet için genellikle 2-4 yaş aralığı tercih edilir. Çocuklarını daha ileri yaşlarda sünnet ettirenler de vardır. Türk toplum geleneğinin önemli bir unsuru olan sünnet için bazı aileler yakın çevrelerini davet ederek, küçük bir tören düzenler. Bu törenlerin bazısında sünnet yapılmadan evvel mevlit ve Kur’an okunur. Bazıları ise çalgılı, eğlenceli olur. Davet edilen kişiler çocuğa hediye verirler. Bu hediyeler çoğunlukla altın lira olur. Günümüzde sünnet töreninde çocuğa özel ve süslü bir kıyafet giydirilir. Geçmiş yıllarda, köylerde böyle süslü kıyafetler yoktu, çocuklar sünnet olacakları gün entari giyinirlerdi.

Geçmiş yıllarda çeşitli ilçelerde çocuklar için toplu sünnet törenleri düzenlenirdi. Sünnet esnasında çocuklara bal yedirilir. Sünnet olan çocuk, önceden hazırlaanmış olan karyolaya yatırılır. Sünnet yapıldıktan sonra kesilen parça toprağa gömülür.

Sünnet alanında çocuğu tutan ve sünnet masraflarını karşılayan kişiye kirve denir. Kirve mahrem kabul edilir. Bu nedenle sünnet olan kişi kirvesinin kızıyla evlenemez.

Asker Uğurlama

Yüz yıl öncesine kadar yedi düvele karşı ülke topraklarını korumak ve kurtarmak mücadelesi vermiş olan Türkler için askerlik adeta kutsaldır. Bundan dolayı da askerlik yaşı gelen gençler için vatani görev; askere gidecek gençlerin anne-babalı için ise bir gurur kaynağı, mürüvvet olarak görülür.

Geçmiş yıllarda Samsun ilinin iç kesimlerindeki Havza, Vezirköprü gibi ilçelerinde celp dönemi gelmiş, ertesi sabah birliğine teslim olmak üzere yola çıkacak olan gençlerin isimleri cami minarelerinden anons edilir. Anonsu işiten mahalle halkı akşam vakti ilçe meydanında veya belirtilen yerde toplanır. Askere gidecek olan gençler burada büyükleriyle helalleşir. Büyükler de asker olacak gençlere hediyeler verir, dualar eder. Askerler bu şekilde yolcu edilirdi.

Oğlunu askere gönderen ailelerin bazısı askere giden evlatlarının üzerinden çıkardığı giysiyi oğlu dönene dek yıkamadan saklar. 

Bayramlar

Alaçam, Çarşamba, Tekkeköy ve başka ilçelerdeki mübadil köylerinde çeşitli festivaller bayram adıyla anılır; Pilav Bayramı, Çal Bayramı, Dede dağ Bayramı ve Koyun yoğurt Bayramı gibi… Bu kutlamalara 1950’li yıllardan sonra devam edilmemiştir (Elmas & Satın, 1964: 3576).

Geçmiş yıllarda kurban bayramında, bayram namazından çıkan cemaatten bazıları silah atarak namazdan çıktıkları haber verirlerdi. Ev halkıyla bayramlaşıldıktan sonra kurban kesmek üzere hazırlıklar yapılırdı. Genç kızlar ve delikanlılar ise, bayramlık giysilerini giyinerek harman yerinde veya köyün geniş düzlük bir alanında toplanırlardı. Kızlar burada salıncaklarını kurar bir yandan salınıp bir yandan da maniler söylerlerdi.

Cenaze Töreni

Ölen kişinin aile efradı hemen komşulara, ailenin diğer üyelerine haber veriri. Haberi alanlar cenaze evine gelirler. Ölenin yakınlarını teskin etmeye çalışırlar. İnanışa göre gözleri açık ölen kişinin gözü dünyada kalmıştır. Bu nedenle ölen kişinin gözleri açıksa hemen kapatılır. Mevtanın ağzı, çenesinin altından eşarpla bağlanır.

Cenazeler bekletilmez; akşam vakti ölen bir kişi ertesi gün öğle veya ikindi vaktinde defnedilir. Eğer cenazeye katılmak için uzaktan gelecek olanlar varsa defin, bir sonraki güne tehir edilir. Cenaze günü, sabah saatlerinde camiden selâ okunup, ölüm ilanı verilir. Mevta, dini teamüllere göre, teneşir tahtasının üzerinde yıkanır ve kefenlenir ve tabuta konur.

Ölen kişi defin için bekletilirken pamuklu bir bezle sık sık yüzü silinir. “Rahat suyu” denen bu uygulamanın, ölünün ruhunu ferahlatacağına inanılır. Tabut musalla taşına konulup, namaz için sadece erkekler olmak üzere saf tutulur. İmam, toplanan cemaatten mevta için helallik istedikten sonra defin işlemine geçilir.  Mevta, başı kıbleye bakacak şekilde mezara yerleştirilir.

Defin işlemi bittikten sonra cenaze evine taziye ziyaretleri yapılır. Bu ziyaretler çok kısa tutulur. Taziye ziyaretlerinde yiyip-içmek yoktur. Cenaze sahiplerinin yemek ihtiyaçları için komşu evlerden yemek getirilir. Defin gününün akşamında ölü evinde mevlit ve Kur’an okunur. Mevlit için gelen misafirlere şeker ve meyve suyu ikram edilir. Ölünün yedisinde ve kırkı çıkınca yine mevlit okunur.

Ölen kişinin ardından namaz, oruç ve zekât gibi borçlarına kefaret olması için belli bir miktar para (bu paraya ıskat denir), ihtiyaç sahiplerine dağıtılır. Ölen kişinin kabrinin temiz tutulmasına gayret edilir. Özellikle bayram ve Hıdırellez gibi özel günlerin öncesinde mutlaka mezarlıklara bakım yapılır, büyümüş otlar temizlenir.

 

Ne güller açıp soldu

Ne değerler kayboldu

Dolaştım kabirleri

İçime hüzün doldu

 

Alevi geleneğinde ölüm daha çok, “hakka yürümek” deyimiyle ifade edilir. Ölen kişinin üzeri çarşaf ile örtülüp ayak başparmakları birbirine bağlanır. Helva kokusuna meleklerin geleceğine inanıldığı için, helva pişirilerek ölenin yastığının yanına konur. Ölenin odasında üç gün boyunca ışık açık tutulur. Ölen kadın ise ellerine, yaşı genç biriyse ayaklarına kına yakılır. Cıngıllı denen büyük kazanlarda cenazenin yıkanacağı su hazırlanır. Mevta yıkandıktan sonra yakınlarından başlanmak üzere herkesten helallik istenir. Mevta tabuta yerleştirildikten sonra üzerine kurutulmuş güzel kokulu çiçekler serpilir. Mevtanın ahirette huzur bulması için dar duası edilir ve defin işlemine geçilir.

Alevilerin definlerinde mevta ayakları doğuya, başı batıya, yüzü de kıbleye dönük olacak şekilde kabre yatırılır. Defin işlemi gerçekleştikten sonra dardan indirme duasına geçilir. Önce duaya katılanlardan mevta için helallik istenir daha sonra da mevtadan helallik istenir. Mevtanın öldüğü günün akşamında kurban kesilir. Ölen kişinin kurban kesilene kadar mezarında ayakta beklediğine inanılır. Kurban kesildikten sonra dardan, sıkıntıdan kurtulduğuna inanılır (İpek, 2011: 319-331). Ölenin eksik kalan veya eksik kalmış olabilecek dini yükümlülüklerine karşılık bir tür diyet, borç ödeme olan ıskat uygulamasına rastlanabilmektedir. Iskat olarak belirlenen para cenazeden sonra mezarlığa gelen kişilere veya belirlenmiş olan fakir bir kişiye veya kişilere dağıtılır.

Ölenin vefatından sonraki yedinci, kırkıncı ve elli ikinci günlerde evde mevlit veya Kur’an okunarak ölenin ruhu için dualar okunur.