• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/2433443823537106/?multi_permalinks=2451325328415622&notif_id=1574335095257990&notif_t=feedback_reaction_generic
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi73
Bugün Toplam140
Toplam Ziyaret100182
Takvim

 

                            

    • EKİN ZAMANI OKUL MÜZELERİ
    • Mimar Sinan İlkokulu

Aşık Edebiyatı

 

Âşık edebiyatının kaynağı, İslamiyet'in kabulünden önceki Sözlü Edebiyat'tır. 15. yy'dan sonra gelişerek günümüze kadar ulaşmıştır. Şiirini, aşk, doğa, kahramanlık gibi konularda, sazıyla birlikte söyleyen şairlere İslâm'dan önce "ozan", "baksı", "kam" "oyun" denilirken, İslâm'ın kabulünden sonra "âşık" ya da "saz şairi" denmiştir. Bu âşıkların oluşturduğu edebiyata da "âşık tarzı Türk edebiyatı" denir.

Âşık edebiyatı şiirden ibarettir. Bu şiir din dışı bir şiirdir; âşık da denilen şairlerin kopuz, bağlama, cura, tambura eşliğinde söyledikleri sözlü-besteli edebiyat türüdür.

Usta-çırak ilişkisiyle yetiştirilen aşıkların çoğu okuma yazma bilmeyen ancak saz çalma ve şiir söyleme yeteneği olan kişilerdir. Âşıklar, saz şairliğini usta âşıkların yanında öğrenir, sonra onlardan mahlâs alarak diyar diyar gezmeye, ellerinde saz şiirler söylemeye başlarlar.

Gelişme alanları arasında kahvehaneler, asker ocakları, kervansaraylar, bozahaneler, tekkeler, konaklar vardır.

Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir. Aşık şiiri diğer halk edebiyatı ürünleri gibi sözlü edebiyat ürünüdür. 15.yy'dan itibaren yazıya geçirilmeye başlanmıştır.İlk olarak okuma yazma bilen kişilerce derlenerek 'cönk' adı verilen defterlere yazılmıştır âşık şiirleri. Böylece şiirlerin zamanla unutulup kaybolması engellenmiştir. Aşıklık geleneği Anadolu coğrafyasında bugün de canlı olarak yaşatılmaktadır.

Âşık Edebiyatının Özellikleri:

  1. Aşık veya ozan denilen kişilerin, saz eşliğinde söyledikleri şiirlerden oluşur.
  2. Genelde sözlü olmasına rağmen şairler, şiirlerini "cönk" dedikleri defterlerde toplamışlardır.
  3. Şairler, sazlarını omuzlarına alarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır.
  4. Şiirlerde anlatım içten, canlı ve yalındır.
  5. Şairler, halkın içinden çıktığından halk dilini kullanmışlardır. Bu sade dil 18. ve 19. yüzyıllarda bazı şairler tarafından Divan Edebiyatı'nın etkisinde kalmasıyla eski arılığını kaybetmiştir.
  6. Nazım birimi dörtlüktür.
  7. Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
  8. Hece ölçüsünün 7'li, 8'li ve 11'li kalıplarına ağırlık verilmiştir.
  9. Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik, toplumun sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler konu olarak işlenmiştir.
  10. Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı veya mahlası geçer.
  11. Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir. Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b , ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır.
  12. Genellikle yarım ve cinaslı kafiye kullanılmıştır.
  13. Benzetme (teşbih) ve kişileştirme (teşhis) dışında edebi sanatlara fazla yer verilmemiştir.
  14. Bazı ürünlerde yöresel özellikler görülür.
  15. Şiirler genellikle hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi söylenir.
  16. Divan Edebiyatı'nda görülün kalıplaşmış benzetmeler (mazmun) Halk Edebiyatı'nda da vardır. Buna göre sevgili anlatılırken yeşil başlı ördek, inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma saç, selvi boy gibi benzetmeler kullanılmıştır.
  17. Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir edebiyattır. Halk Edebiyatı'nda ise şair gördüğünü, yaşadığını anlatır. Bu nedenle Aşık Edebiyatı, somut bir edebiyattır. Ayrıca Divan Edebiyatı'nda sevgilinin tipi çizilir, adı söylenmez. Halk Edebiyatı'nda ise sevgilinin adı (Elif, Ayşe...) vardır.
  18. Şiirler, işlenen konulara göre "koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt" gibi adlar alır.
  19. Âşık Edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır.

Âşık Edebiyatı'nın yüzyıllara göre en önemli temsilcileri şunlardır:

Not: 19. yüzyıl halk şairlerinden Dadaloğlu, Divan şiirinden etkilenmemiş, böylece aynı yüzyıldaki halk şairlerinden ayrı yol izlemiştir.

OZAN VE ÂŞIK KAVRAMLARI ÜZERİNE

Bugünkü âşıkların ilk temsilcileri ozanlar olup Hun Türklerinden 16. yüzyılın başına kadar bu adla anılmışlardır. Onlar, kopuz eşliğinde şiir söyleyen kişi olarak tanımlanmaktadır. Yüzyıllar sonra ise; “herze söyleyen” “geveze” anlamlarına geldiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Ozanlarla ilgili olarak Dede Korkut Kitabı‘nın ‘Giriş’ diye kabul edilen kısmında da bazı bilgiler bulunmaktadır. Önemli gördüğümüz bu kısmı aynen alıyoruz: “Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye ozan gezer. Erin cömerdini, erin cimrisini ozan bilir.” (Ergin 1971: 3). Yine başta Kazakistan Türkleri olmak üzere pek çok Türk boyu, kopuzun icat edeni olarak Dede Korkut’u bilir. Hatta bu konuda efsaneler bile oluşmuştur:

Korkut Ata doğduğunda olağanüstülükler yaşamış, yeryüzünü karanlık kaplamış. O anda gökten bir ışık inmiş. Bu ışık, Korkut’un dünyaya geldiğinin işaretiymiş. Doğduğunda yanında görülen kopuz da Allah’ın ona hediyesiymiş.

Âşık ise, irticalen (doğaçlama olarak) saz eşliğinde şiir söyleyen kişidir. Ancak saz çalamayıp şiir yazanlar da “kalem şuarası/kalem şairi” kavramıyla tanımlanmaktadır.

Kaynakça: Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN, Türk Halk Şiir

Âşık Şiirinin Kaynakları

Âşık edebiyatı araştırıcıları âşık şiiriyle ilgili olarak iki kaynak gösterirler:

Sözlü Kaynaklar

Bunlar halk arasında ‘kaynak kişi’ adını verdiğimiz insanlarımızdan yapılan derlemelerdir. Bu derlemeler daha çok yaşayan âşıklardan yapılmaktadır. Onlara bu şiiri kimden öğrendiğini sorduğumuzda, kendinden daha yaşlı olan bir âşığın adını söylerler. Âşıklar dinledikleri bu şiirleri çeşitli sebeplerle değiştirebilirler. Hatta hatırlayamadığı yerlere kendisi eklemeler yapabilmektedir. Bu sebeple sözlü kaynaklara ihtiyatla yaklaşmamız gerekmektedir. Ancak bu derlemeleri de yapmayacak olursak, bu eşsiz kültür mirası unutulup gidecektir.

Yazılı Kaynaklar

Diğer halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi, âşık şiiriyle ilgili yazılı kaynaklar da vardır. Bunlardan önemlileri aşağıdadır.

Ayrıca bakınız-> Cönk Nedir? Cönklerin Özellikleri

Divan şairlerinin sanatları ve eserlerinden söz eden tezkirelerde, az da olsa âşıklardan söz edilmektedir.

Bilhassa çok zengin bir kültür derlemesi olan Evliya Çelebi‘nin Seyahatnâme adlı eserinde divan şairlerinin yanı sıra âşıklardan da söz edilmektedir. Ancak bu tür eserlerde zaman zaman bilgi yanlışlarıyla da karşılaşmaktayız.

Bu tür eserler daha çok dinî-tasavvufî Türk halk şairleri için iyi birer kaynaktır. Bugün başta Yunus Emre olmak üzere Sarı Saltık, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli ve benzerlerinin gerçek hayatlarından daha çok menkıbevi hayatları öne çıkmaktadır. Onlarla ilgili bilgileri de büyük ölçüde menakıbnamelerde bulabilmekteyiz.

İlk derleme eserimiz Dîvânü Lügâti’t-Türk, ilk şairlerimizden Çuçu’nun adına yer vermesinin ötesinde, içerdiği bir bölümü aruz vezniyle yazılmış 200’ün üzerindeki manzumeyle (dörtlük ve beyit şeklinde) Türk şiiri araştırıcılarının ilk başvuracakları kaynaklar arasındadır.

Kaynakça: Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN, Türk Halk Şiiri

Âşıkların Sınıflandırılması

Bilimsel çalışmanın esası sistemli çalışma ve sistemli yazmadır. Bu sebeple bu konuda çalışanlar konuyu bilimsel olarak değerlendirmişler ve âşıkları çeşitli açılardan sınıflandırmışlardır. Biz burada bütün sınıflamaları değil, öne çıkan bazılarını vermekle yetineceğiz.

Bu hususta ilk sınıflamayı Fuad Köprülü yapmış ve şairleri iki başlık altında toplamıştır:

a. Kalem şairleri: Saz çalamayıp, hazırlık olarak şiir söyleyen şairler,

b. Meydan şairi: Halk toplantılarında doğaçlama olarak da şiirler tertip eden ve onları sazları ile çalıp söyleyen şairlerdir (Köprülü 1962: 18).

Biz de âşıkları eğitim durumlarına göre aşağıdaki şekilde sınıflandırmayı uygun bulduk:

a. Ümmî âşıklar: Genellikle öğrenim görmemişlerdir. Saz çalmasını bilenlerin yanında, çalamayanlar da vardır. Hazırlıksız olarak şiir söylerler. Şiirleri büyük ölçüde millî veznimiz hece vezniyledir: Aşık Veysel, Fehmi Gür, vb.

b. Okuma yazma bilen âşıklar: Bu âşıklar öğrenim görmüşlerdir, saz çalmasını bilirler. Şiirleri hece vezniyledir. Ayak (kafiye) konusunda, muamma hazırlama ve çözmede başarılıdırlar: Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Yaşar Reyhanı, Hacı Karakılçık, vb.

c. Kalem şairleri: Saz çalmasını bilmezler, öğrenim görmüşlerdir, şiirleri büyük ölçüde hece vezniyledir: Halil Karabulut, Erzurumlu Ümmanî Can, vb.

Bu hususta Fuad Köprülü (1962: 173-177), Eflatun Cem Güney (1962: 256-258), Pertev Naili Boratav (1968: 343), İlhan Başgöz (1968: 9), Asım Bezirci (1993: 2426), İhsan Ozanoğlu (1965: 7), Rauf Mutluay (1972: 39), Özgen Keskin (1983: 9), Mehmet Yardımcı (2004: 159) birbirine benzer sınıflamalar yapmışlardır. Bu sınıflandırmaları genelleyecek olursak, ortaya şöyle bir tablo çıkacaktır:

a. Şehir ortamında yetişen âşıklar: Aşık Ömer, Gevherî, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî, vb.

b. Köy ortamında yetişen âşıklar: Çıldırlı Aşık Şenlik, Ruhsatî, Minhaci, Meslekî, Noksanî, vb.

c. Göçebe ortamda yetişen âşıklar: Karaca Oğlan, Dadaloğlu.

d. Askerî ortamda yetişen âşıklar: Bahşî, Armutlu, Çırpanlı, Kul Çulha, Geda Muslu, Tamaşvarlı Aşık Hasan, Öksüz Dede, vb.

e. Din ve tasavvuf ortamında yetişen âşıklar: Hasan Dede, Ümmî Sinan, Kul Himmet, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal vb.

Batı Türkleri arasında XVI. yüzyıldan bu yana (Azerbaycan, Türkiye ve Balkanlar) âşıkların temsilcileri vardır. Bu üç coğrafyada âşık şiiri şekil ve içerik bakımından benzerlikler göstermektedir. Bununla beraber geçmişten günümüze âşıkların yoğun olarak yetiştikleri çevreler vardır.

Doğu Anadolu Bölgesi’nin Kars, Ardahan, Iğdır, Artvin, Ağrı (Tutak ve çevresi), Van (Erciş ve çevresi), Erzurum, Gümüşhane, Bayburt ve Erzincan illeri âşıklık geleneğinin geçmişten günümüze yoğun olarak yaşatıldığı coğrafyadır.

Anadolu sahasının ilk âşığı Baykan (Bıkan) bu bölgede yetişmiştir. Bununla beraber XIX. yüzyıla kadar bölgede yetişen âşıklar hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Bu yüzyıldan itibaren ise bölgede çok sayıda âşık yetişmiştir. Âşıkların yetişmesindeki en büyük etken bölgenin 40 yıl boyunca (1878-1918) Rus işgaline uğraması, zor tabiat şartları, imkânsızlıklar ve geçim zorluklarıdır.

Bölge âşıkları Çıldırlı Âşık Şenlik ve Narmanlı Sümmanî’yi kendilerine örnek alırlar. Bölgede yetişen âşıklar arasında Ardahan’dan Posoflu Müdamî, Posoflu Zülâlî, Çıldırlı Aşık Şenlik, Aşık Şeref Taşlıova; Kars’tan Arpaçaylı Gülistan Çobanlar, Murat Çobanoğlu, İlhamı Demir, Rüstem Alyansoğlu, Kağızmanlı Hıfzı, Kağızmanlı Cemal Hoca, Sarıkamışlı Mevlüt İhsanı; Ağrı’dan Tutaklı Gamgüder, Eleşkirtli Öksüz Ozan; Van’dan Ercişli Emrah, Ahmet Poyrazoğlu; Artvin’den, Ardanuçlu Efkârı; Gümüşhane’den Kelkitli Kul Nuri; Bayburt’tan Celalı, Zihnı; Erzurum’dan Narmanlı Sümmanı, Nusret Torunı, Hüseyin Sümmanoğlu, Fuat Çerkezoğlu, Tortumlu Mustafa Ruhanî, Hasankaleli Yaşar Reyhanî, Şenkayalı Nuri Çırağî, Erol Erganî; Erzincan’dan Çayırlılı Davut Sularî, vb. sayılabilir.

İç Anadolu Bölgesi’nde Sivas, Tokat, Çorum, Yozgat, Kırşehir, Kayseri, Niğde, Konya ve çevresi âşıkların yoğun olarak yaşadığı illerdir. Bölgede hem dinî-tasavvufî Türk halk şairlerinin, hem de saz şairlerinin yetiştiğini biliyoruz.

Önder olarak seçilen âşıklar arasında Deliktaşlı Ruhsatî ve Develili Seyranî öne çıkmaktadır. Sivas’tan Aşık Veysel, Ruhsatî, Minhaci; Kayseri’den Erkiletli Aşık Hasan, Everekli (Develili) Seyranî, Aşık Gözübenli, Aşık Ali Çatak; Yozgat’tan Hüznî; Kırşehir’den Aşık Said, Niğde’den Aşık Tahirî, KemalîBaba; Konya’dan Aşık Ömer, Aşık Şem’i, Aşık Mehmet Yakıcı, Mehmet Ataroğlu; Karaman’dan Gufranî, Kenzî, vb. bölgede yetişen âşıklardandır.

Akdeniz Bölgesi sınırları içerisinde yer alan Adana, Osmaniye, Hatay, Mersin ve Kahramanmaraş illerinde çok sayıda âşık yetişmiştir. Bölge âşıkları kendilerine önder olarak Karaca Oğlan’ı seçmektedirler.

Adana Kozan’dan Aşık Deli Hazım, Aşık İmamî, Feke’den Aşık Eyyübî, Aşık Hacı Karakılçık; Osmaniye Kadirli’den Abdulvahap Kocaman, Aşık Feymanî; Hatay’dan Aşık Gül Ahmet Yiğit; Kahramanmaraş Elbistan’dan Aşık Mahzunî Şerif bölge âşıklarından birkaçıdır.

Bölge sınırları içerisinde yer alan Çankırı, Kastamonu, Bolu, vb. illerimizde âşıklar yetişmiştir. Çankırı’dan Pinhanî; Kastamonu’dan Yorgansız Hakkı; Bolu’dan Dertli ve Figanı aklımıza gelen âşıklardan bazılarıdır.

Bölgedeki en önemli şehir İstanbul’dur. Osmanlı İmparatorluğu’na 467 yıl başkentlik yapan ilde, semaî kahvelerinin bulunduğu mekânlarda (Beşiktaş, Üsküdar) ve Tavukpazarı semtinde âşıkların çalıp çığırdıklarını biliyoruz. Fuad Köprülü’den öğrendiğimize göre; XIX. yüzyılda İstanbul Tavukpazarı semtinde âşıkların lonca teşkilatı vardı. Erzurumlu Emrah da bir süre bu teşkilatın başkanlığını yapmıştır.

Günümüzde Erzurum, Kars, Ardahan, Iğdır, Ağrı, Van ve Erzincan gibi illerimizden göç eden âşıklar, yoğun olarak Kocaeli, Bursa, İzmir ve İstanbul’a yerleşmiştir. Âşıklar, sanatlarını bu çevrede icra etmektedirler.

Kaynakça: Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN, Türk Halk Şiiri

ÂŞIK FASILLARI

Umay Günay’ın, özellikle Doğu Anadolu Bölgesi âşıklık geleneğinde görülen bir âşık faslının düzenini verirken çizdiği tablo ilgi çekicidir. Bu fasıllarda her şey bir düzen çerçevesinde ve sırayla olmaktadır. Faslın hemen her safhasında karşılaşmalara yer verilir. Günay’ın sistemleştirdiği bu düzen şöyledir:

1. Hoşlama, merhabalaşma: Âşıkların dinleyicilere hoş geldiniz deyip onları selamladıkları bölümdür.

2. Hatırlatma, canlandırma: Eski usta âşıkların şiirlerinden örneklerin verilip, saygı gösterildiği bölüm olup burada karşılaşma yoktur.

3. Tekellüm: Faslın en önemli bölümüdür. Âşıkların güçlerini ve hünerlerini göstermeleri burada gerçekleşecektir.

Bölüm sekiz safhada gerçekleştirilir. Âşıklar bu bölümde kendilerini gösterme fırsatı bulurlar.

a. Açılış: En yaşlı âşığın veya ev sahibi konumundaki âşığın, dar olmayan bir ayakla deyişmeyi açmasıdır.

b. Öğütleme: Burada iki âşığın birbirine nasihat vererek yol göstermesi ve tecrübeleri aktarması yer alır.

c. Bağlama-muamma: Tekellümün bu en zor bölümünde âşıklar birbirlerinin çeşitli alanlardaki bilgilerini ölçerler. Genellikle dar ayaklar tercih edilir. Dinleyicilerin zevkle takip ettikleri bölümlerin başında gelir.

d. Sicilleme: Karşılaşmaya yer vermeyen bölümlerdendir.

e. Yalanlama: İnanılması güç yalanların söylendiği bir bölümdür.

f. Taşlama-takılma: Bölümde âşıklar; bir olayı, arkadaşlarını, hatta kendilerini eleştirip gerekirse taşlarlar.

g. Tüketmece veya daraltma: Buraya kadar birbirlerini yenemeyen âşıkların dar ayaklarla ve dudak değmezlerle birbirlerini zorladıkları bölümdür.

h. Uğurlama veya medhiye: Faslın sonunda, daha önce söyledikleri sözlerle birbirlerini inciten âşıkların, rahatlama amacıyla söyledikleri tam şiirlerdir. (Günay 1993: 47-60)

Kaynakça: Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN, Türk Halk Şiiri