KARABÜK GELENEK-GÖRENEKLERİ
Doğum Gelenekleri
Yaşamın başlangıcını oluşturan doğum üzerine, yörede pek çok gelenek ve inanış bulunmaktadır. Bir kısmı halen uygulanan doğum gelenekleri, hamile kadının yapması gerekenlerle başlayıp, çocuk doğum ve bakımını da kapsar.
Hamile kadının yerine getirmesi gereken sorumlulukları üzerine inanışlar şu şekildedir.
Anneye gebe iken hiç haram yememesi öğütlenir. Eğer haram yerse çocuğun hırsız, söz dinlemez olacağına inanılır. Gebe kadına yaramaz, kötü huylu çocukları eleştirmemesi öğütlenir. Böyle çocukları eleştirirse doğan çocuğun da onlar gibi kötü huylu, haylaz olacağına inanılır. Balık gibi çocuk da elde avuçta durmaz diye gebe kadına balık eti yedirilmez. Çocuğun dudağı yirik olur diye gebe kadına tavşan eti, çocuğun vücudunda benekler çıkar diye ciğer yedirilmez. Gebe kadına acayip hayvanlara bakmaması öğütlenir. Kadın gebe iken yılan ve gelincik görürse kirlendiği inancıyla yıkanır.
Doğacak çocuğun cinsiyetini belirlemek üzere de bir takım inanışlar mevcuttur. İnanışa göre, kadının oturması için sedir üzerine iki minder koyarlar, minderlerden birinin altına makas, diğerinin altına da bıçak yerleştirilir. Kadın makas olan mindere oturursa doğuracağı çocuk kızdır, bıçak üzerine oturursa doğuracağı çocuk erkektir.
Doğuma ilişkin inanış ve gelenekler de şu şekildedir: Loğusa evi, komşuların teklifsiz girip çıktığı bir yerdir. Büyük küçük herkes yardıma koşar. Doğum, köylerde birbirine el verme suretiyle yetişen pratik ebeler tarafından yapılır. Ebelere çok hürmet edilir, onların, büyük küçük herkesin yanında analık vasfı vardır. Bayramlarda ilk defa ebe ananın eli öpülür.
Heyecanla beklenen doğumun neticesi erkek olduğu takdirde derhal babasına haber verilir, kız ise fazla sevinilmez, haber vermekten çekinilir. Çocuk doğunca sesi çıkmazsa, çocuğun tepesinde tef çalar gibi sahan çalınır. Çocuk soğuk suya sokulur. Doğduktan sonra çocuğun her yanı tuzlanır. Yine doğduktan sonra çocuğun hemen göbeği kesilir ve kızsa kulağı delinir. Göbeği kesildikten sonra kesilen parça, çocuk hoyrat, serseri olmasın diye ahıra atılır. Çocuğun ilk pisliği yıkanmaz bezi ile birlikte tavana atılır. Çocuk doğar doğmaz beyaz bir beze sarılır, bir müddet bekletildikten sonra hazırlanan leğende yıkanır, tekrar hazırlanan örtüye sarılarak babasına götürülür, doğumu müteakip lohusa da yıkanır ve yatar.
Durumu iyi olanlar yedi gün sonra mevlit okuturlar. Çocuğun bezleri kırk gün dışarı asılmaz. Aynı günlerde doğum yapan kadınlar birbirlerini kırk gün görmemeye dikkat ederler. Eğer görürlerse çocukları kırk basarlar diye yıkarlar. Doğumdan üç gün sonra çocuk adı verme merasimi yapılır. Hısım akraba davet olunur. Çocuğun babası yoksa yakınlarından biri çocuğun kulağına ezan okuyarak adını koyar. Adı koyan kişi, çocuğun kulağına üç defa ismini seslenir. Çocuğun adı böylece verilmiş olur.
Doğumdan sonra ilk kırk gün içinde her on günde bir olmak üzere anne ve bebek kırklanır. Son kırklama kırkını bastırmayalım diye 38. veya 39. gün yapılır. Kırklama şöyle yapılır; Pınardan (çeşmeden) arkaya bakılmadan yeni su getirilir. Getirilen sudan kırkar kaşık su iki bakır tasa ayrılır. Bu suların içine altın yüzük bir tarak bir de şişe atılır. Anne ve bebek yıkandıktan sonra ayrılan bu sular “Kırk Allah, kırkbir Allah” diyerek başına dökülür. Genellikle anne daha önce kırklanır. Bu kırklama evde yapılır. Eğer çocuk büyümez ve gelişmezse kırk bastı diye ocağa götürülür. Bu durumda çocuk ocakta kırklanır.
Sünnet Gelenekleri
Sünnet çocuğuna giydirilen elbise genellikle beyaz renklidir. Üzerine “Maşallah” yazan omuzdan bele çapraz uzanan bir kurdele “şerit” takar. Çocuk beyaz renkli simli, sipersiz şapka giyer. Sünnet günü belirlenir, hazırlıklar başlar. Karyola ipekli kumaşlardan çocuğun hoşlanacağı şekilde süslenir. Çocuk, genellikle dokuz yaşında yazın okul tatillerinde sünnet ettirilir. Çocuk arkadaşları, akraba çocukları ile birlikte gezdirilir. Öğlen vakti sünnet evinde davetlilere yemek ziyafeti verilir. İkramda bolluk dikkati çeker. Safranbolu’da kirve olayı yoktur. Çocuk ailenin kararlaştırdığı birinin kucağına oturur ve onun kucağında sünnet olur. Bu kişi ailenin yakın akrabası ve komşusu da olabilir. Yalnız bu kişinin sünnet olayında nasıl davranıldığını bilen, deneyimli birisi olması gerekir. Bu kişi psikolojik olarak çocuğu sünnete hazırlar ve çocuğu rahatlatmaya çalışır.
Çocuk sünnet edildikten sonra hemen ağzına bir tane büyük lokum verilir. Buna “Pelte Şekeri” denilir. Bu lokum, çocuğun ağlamamasını sağlar. Çocuk sünnet edildikten sonra duası yapılır ve hemen yatağa yatırılır. Ondan sonra tebrikat faslı başlar. Gelen misafirler çocuğa “aferin, artık adam oldun, hiç ağlamadın” gibi sözler söyleyerek avuturlar. Yine gelen misafirler çocuğa hediye verirler. Bu hediyeler; para ve altın ise çocuğa takılmaz. Çocuğun başını koyduğu yastığın altına konur. Genelde çocuğun ailesinden biri karyolanın başında durur.
Bu kişi aynı zamanda gelen misafirleri “hoş geldiniz, sefa geldiniz” gibi sözlerle karşılar. Çocuğa annesi babası görmeden eskinin en meşhur sigarası olan kırmızı uçlu bir tane “gelincik sigarası” “artık adam oldun” diye içirilir. Belki sünnetin en keyifli olayı budur. Sünnetçi bir iki defa gelir ve pansuman yapar, sargıların ne zaman çözüleceğine karar verir. Daha sonra sıcak suyla dolu leğen buharına oturmuş gibi duran sünnet çocuğunun sargılarının çözülmesi işlemine geçilir. Çocuk bu sargılar alınıncaya kadar, kilot ve don gibi çamaşırlar giymez, etek gibi bol kıyafetlerle dolaşır.
Askerlik Gelenekleri
Genç askere gitmeden bir gün önceki akşam; hısım, akrabalar, dostlar, komşular asker evinde toplanırlar. Genelde askerliğini yapmış olan erkekler anılarını biraz da abartarak anlatırlar. Bu; moralle öğüt karışımı bir anlatımdır.
Gencin beline bağlanacak bir kuşak hazırlanır. Bu hazırlanan kuşağın iç tarafına bir cep dikilir. O cebin içine hem para hem de hastalıklara özellikle, ishal hastalığına iyi gelen, kiren (Kızılcık) çekirdeğinden yapılmış toz (ilaç) konur. Askere gidecek genç ailesi ile hısım akrabaları ile konu ve komşuları ile arkadaşlarıyla helalaşır, kapı önüne su dökülerek uğurlanır. Asker, ailesine, dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektubu “kestana kebap, acele cevap” gibi kafiyeli sözlerle bitirir. Askere gönderilen mektup “yüksek bir Türk gencine takdimdir” diye bir hitapla başlar. Bu hitap cümlesi askere büyük moral verir.
Düğün Gelenekleri
Evlenmemiş erkeklere yörede ergen denir. Ergen olanın evlenme çağı 20-25 arasındadır ve mutlaka askerliğini yapmış olması gereklidir. Evlendirilecek gencin yaşı olgunlaştıkça sararıp solması, yemeden içmeden kesilmesi anasını endişelendirir. Oğlunun ağzını arayan ana bir sırasını bularak kocasına oğlanın dünya evine sokmanın sırası geldiğini anlatır. Babanın anaya verdiği talimat şudur; “Eh, oğlana münasip bir kız arayıver bakalım!”
a)Kız Beğenme: Ana oğlanı evermeyi iş edinerek nerede düğün varsa oradadır ve sık sık hamamlara giderek kız beğenmeye uğraşmaktadır. Oğlunu evermek isteyen analar düğünlere gittiklerinde, beğendikleri kıza göz koyarlar. Ertesi gün oğlanın anası komşularla kızı yakından görmeğe kız evine giderler. Kahveler içilir, kız kahveyi canı isterse verir. Fakat kız anası kızına giyinip kuşanıp görücülere kahveyi dağıtmasını ister. Kız beğenilse de o anda istemek adet değildir.
b)Kız İsteme ve Nişan: Oğlanın baba veya amcası kızın yakınlarına kızın beğenildiğini söyler, Allah’ın emri Peygamberin kavliyle kızı oğullarına ister. Kızı isteyen erkeğe “dünür” kadına ise “dünürşü” denir. Kızın anası damat adayını beğenmezse kocasına çeşitli bahanelerle, gönlünün o işe ısınmadığını anlatır. Konu komşu bu işi artık “dile dolak” etmiştir. Kızın babası veya amcası kızı vermek istemiyorlarsa, sudan bir cevap verirler: “Hele bir düşünelim”denilir, istiyorlarsa hemen söz kesilir. Kızın babasına veya yakınlarına çarşıda nişan olarak bir veya iki beşibirlik altın, yüzük, küpe gibi hediye verilerek kız evine gönderilir. Kız evi ise iki sini baklava yaparak oğlan evine karşılık yapar. Baklava sinileri boşaldıktan sonra içine gelin için elbise konarak geri gönderilir. Oğlan ve kız evinde kurulan bir mecliste düğünün ne zaman yapılacağı kararlaştırılır, hazırlıklar başlar. Şayet bayram varsa oğlan kıza bayramlık olarak boynuzuna altınlar takılmış keçi gönderir.
c)Düğün: Düğün Eflani (Pazartesi) günü başlar. Düğün başlarken kız evi tekrar bir sini baklava yaparak oğlan evine gönderir. Düğün günü oğlan evi, gelinin elbiselerini (ayakkabısı hariç) ve bütün giyeceklerini sandığa koyarak kız evine gönderir. “Sepet” denilen bu sandığı, oğlan evi evvela düğünde bulunanlara gösterir.
Evvelden düğüne okuyucu (davetçi) çıkarılmış ve davetler yapılmıştır. Sonra kız evde kendi davetlilerine gösterir. Düğün, kız ve oğlan evlerinde ayrı ayrı kurulmuştur. Düğün evinin kapısı herkese açıktır. Buna rağmen, kapıda iri yarı bir adam nöbet bekler ve gelenleri buyur eder. İçeride merdivenin alt başında, çarşafları almak ve gelenlere yol göstermek için bir kadın bulundurulur. Bu kadına “Mahmacı” denir. Düğün gündüz ve öğleden evvel başlar. Hısım, akrabaya yemek çıkarılır.
Düğün evi, kadınlarla dolduktan sonra, çalgıcılar yerlerini alırlar. Saz takımında zillimaşa, küp(darbuka), def ve bir de türkücü vardır. Davetliler sıra halinde oturur. Sağdıç gelenlere yer gösterir ve hal hatır sorar. Ortada oyun oynayacaklar için yer açılmıştır. Davetliler düğüne “tepbaşı”, “dallı”, “hürriyet yünlüsü”, “şetari”, “sırmalı kadife”, “kaplama”
giyerek, “beşibirlik”, “inci”, “elmas”, “ön ve koltuk zinciri” takarak gelirler. Yüzlerine allık ve aklık sürer, gözlerine sürme, kaşlarına rastık çekerler. Eflani gününde öğleden evvel başlayan düğün, ikindiye kadar devam eder ve herkes dağılır. Eflani günü akşamı, yatsıdan evvel, herkes yine düğün evine gelir. Kapıya takılan fener düğün evine gelinmesi içindir. Gündüz genç kızların düğüne gelmesi ayıptır. Bunun için, onlarda gece düğüne gelirler. Gece düğünleri, gündüz düğünlerinden daha eğlenceli olur. Çevrede oturan kadınlar genç kızları oynamaya zorlarlar. Asıl oyun evvelce tutulmuş ve bahşişleri verilmiş olan çengiler tarafından oynanır.
Herkes susar, bütün gözler çengilere döner. Yine “oyun çekici” kadın bunları ortaya çeker. Çengilerin oynadıkları oyunların bir çok çeşitleri olduğu gibi en belirlileri, Amani, Aç Kapı, Kaşık Oyunu, Genç Osman ve Çatırdağıdır. Salı günü gündüz ikindiye kadar yemek daveti vardır. İkindi üstü düğün evi açılır ve herkes gelmeye başlar. Yatsıdan sonraya kadar yine türküler ve oyunlarla eğlendikten sonra “Helosa” başlar. Bu geceye “Sağdıç Gecesi” denir. Salı gecesi Helosa Türküsü ve Kabem ilahisi söylenir. Daha sonra arpa, üzüm ve fındıktan ibaret çerez serpilir ve herkes yavaş yavaş dağılmaya başlar.
d)Hamam ve Kına: Çarşamba günü sabahleyin, kız ve oğlan tarafı, davetliler ile beraber özel tutulan hamama giderler. Yalnız kızın anası hamam davetine iştirak etmez. Kızın yüzüne duvak yapar. Kabem türküsüyle soyar ve hamamdan içeri sokarlar. Yine aynı türkü ile kızı, göbek taşında yıkar, hamamdan çıkarlar. Hamam dönüşü kızı evin bir odasına kapatırlar ve yanık bir türkü ile ağlatırlar.Kız iyice ağladıktan sonra kız tarafı dostlarına yemek çıkarır. Yemekten sonra yine oyunlar oynanır.
Çarşamba gecesi düğün yine devam eder. Bu gece “kına” veya “kız gecesi” denir. Bütün genç kızlar ve oğullarına evlendirilecek kadınlar düğün evini doldurur. Fazla kalabalık dağıldıktan sonra hısım-akraba kızı kınalamak için kalırlar. Gelinin bir elini ve bir ayağını hiç evlenmemiş bekar bir kız, diğer el ve ayağını da başı bozulmamış yani kocadan ayrılmamış veya kocası ölmemiş bir yeni gelin kınalar. Gelinin yüzü örtüktür ve sürekli ağlar. Kına yakılıp bittikten sonra gelin yatağa yatırılır ve hep birlikte dağılırlar. Çarşamba günü gecesi erkekler de düğün yapar. Erkeklerde de oyun yapılır, içkiler içilir ve türküler söylenip sabaha kadar eğlenilir. Perşembe günü güvey alayı, çalgıcılarla hamama giderler. Hamamdan sonra evde hep beraber yemek yiyerek dağılırlar.
Gelin Çıkarma: Kız tarafına gelince Perşembe sabahı memleketin en ileri gelen ailelerinden iki kadın gelinin saçını yapıp, süslerler. Gelin giydirilip süslendikten sonra umumun yanına çıkarırlar. Oğlan evi alayının “Gelin alma dümbeleği” duyulur duyulmaz, gelini tekrar bir odaya kapatırlar. Oğlan evini kız evi buyur eder.
Gelenlere bir tarafından şeker dağıtılır. Şekeri alan tabağın içine bahşiş atar. Bu para, şekeri dağıtan kadına ait olur. Oğlan anasına gelinin ayakkabısını ve çarşafını verirler. Kaynana, birkaç kadınla içeri girer ve gelinin ayakkabısını ve çarşafını giydirir. Gelini merdivenden, erkek kardeşi elinden tutarak indirir ve cibinliğin içine sokar. Merdivenden inerken, kaynana kızın başından şeker ve arpa saçar. Şeker tatlılık, arpa da bereket işaretidir. Gelini soktukları cibinlik kırmızı basma ve yerine göre ipekten yapılmış bir oda şeklindedir. Dört köşesine birer sırık geçirilmiştir. Sırıkların uçlarında ikisi kız evinden, ikisi de oğlan evinden olmak üzere dört çocuk tutar. Cibinliğe gelin, gelinle beraber düğün yemeğini pişiren aşçı kadın da girer ve gelinle gereği olan öğütleri ve zifaf gecesi hakkında vazifeleri anlatır. Gelin alma alayının önünde bir tek “dümbelek” çalar. Kaynana ve diğer hısımlar ihram örtünerek, gelin alayının önünde giderler. Bunlar seyircilere elma ve şeker atar bu elmayı kim kaparsa, doğruca güveye götürerek bahşiş alır.
Güvey gerdeğe girdiği zaman bu elmanın yarısını geline yedirir, yarısını kendi yer. Gelin alayı oğlan evine geldiği zaman, gelin cibinliğini içinden çıkarılır ve merdivenin alt başına konulmuş bir koyun derisine bastırılır. Bundan maksat gelinin aile hayatında koyun gibi uysal ve yumuşak huylu olması içindir. Gelini merdivenden yukarı çıkarırken bir ibrik, koltuğunun altına da bir Mushaf verirler. Gelin, hususi suretle serilmiş bir seccadeye de bastırıldıktan sonra, ibrikteki suyu döke döke yukarıya çıkar ve odasına kapanarak beklemeye başlar. Güvey, arkadaşları ve dostları ile beraber akşam namazını camide cemaatle kıldıktan sonra hep beraber alayla eve gelirler. Kapının önünde bir imam güveyin duasını yapar; bitirdikten sonra elini öpen güveyin sırtını sıvazlar. Güvey içeri hızlı girmelidir. Aksi halde, sırtına bir sürü yumruk yer ve çürük yumurta, soğan gibi şeylerde arkasından atılır. Güvey doğruca gelinin yanına gider. Gelin oda kapısında onu karşılar. Güvey içeri girerken gelin ansızın ayağının üzerine basar.
Bu da sözünün üstün olması içindir. Güvey içeri girdikten sonra, geline giderek “Hanemize hoş geldin” der ve adını sorar. Gelin hiç sesini çıkarmaz ve adını söylemezse güvey onu altın veya elmas gibi kıymetli şeyler vererek gelini konuşturur. Gelin adını söyleyip duvağı açıldıktan sonra, beraberce iki rekat namaz kılarlar. Sonra gelin, anasının evinden gelen bir tepsi baklavayı güveye tutar. Güvey tepsiden bir baklava alarak yarısını geline ısırtır, yarısını da kendisi yer. Güvey ev halkı ile yemek yer veya gelinle ayrı yer. Gelin ve güvey yatsıya kadar oturduktan sonra yatarlar. Cuma sabahı, güvey erkenden hamama sonrada eş-dost eli öpmeye gider. Ev halkı gelini süsleyerek bir köşeye oturturlar, geline bakmak için gelenlere ev dolmaya başlar. Gelinin yüzü örtüktür. Sağdıcı gelinin yanına oturur. Kız evi, o gün herkesi “semet’e buyur eder. Semet diye Cuma günü gelinle sağdıcın oynamasına denir. Herkes toplanınca duvak açılır. Elinde oklava bulunan bir kadın gelinin duvağına bu oklavayı dolar ve dua eder gibi geline öğüt vermeye başlar.
Kutlu olsun, kutlu olsun
Ahırın akibetin hayırlı olsun
İki oğlan bir kızın olsun
Anan evinde uçtun
Kocan evine düştün
Bu gece kocana gutçun
Kutlu olsun, kutlu olsun
Kutlu olsun diyenin akibeti de hayırlı olsun”
Maniyi okuyarak gelinin yüzü açılır. Yüzü açılan gelin mahcup mahcup bakar. Şeker dağıldıktan sonra, artık gelinin oynamasına sıra gelmiştir. Gelin sağdıçla başlayarak bütün genç akrabalarıyla oynamak zorundadır. Gelin oynarken, yere avucundan çerez serper. Herkes bu çerezleri kapışır. Sonradan gelin, döktüğü çerezlerden bir kısmını toplayarak kaynanasına verir. Kaynana bu çerezi bereketli olsun diye erzak ambarına koyar. Gelinle sağdıç son bir defa oynarlar. Güvey merdivenden çıkarak gelini alır ve para saçarak odasına girer odada beraberce kahve içtikten sonra dışarı çıkar ve evden gider. Gelini tekrar umumun yanına getirirler. Kaynana kalkar, geline takısını takar. Arkasından akrabalar da geline takı takarlar takı takma işi bittikten sonra gelinle sağdıç merdiven başında durarak misafirleri uğurlarlar, düğün artık sona ermiştir
Düğün bittikten sonra “Varma-Gelme” denilen karşılıklı ziyaretler başlar. Varma-Gelme, düğün bitip her şey tamamlandıktan sonra, yine pazartesi günü gelin ve kaynana başta olmak üzere, ağlan evi ve akrabalarının, yakın komşularla beraber kız evine yemeğe davet edilmesidir. Davetlilere evvela kahve dağıtılır. Kahveler içildikten sonra sofra kurulur. Bu sofra davetlilerin sayısına göre, birkaç tane kurulabilir. Ortaya evvela büyük bir kase ile pirinç çorbası konur. Bu yendikten sonra “Bütün et” denilen, fırında kızartılmış, üstüne maydanoz ve baharat ekilmiş et yemeği gelir. Sonra, birkaç çeşit sebze yemeği, lahana, yaprak dolması, yoğurtlu kebap, haluşka, ekşili köfte, muhallebi, su böreği, deli oğlan sarığı tatlısı, fasulye, pilav gibi yemeklerle karınlar doyurulur. Daha sonra misafirler bir fincan sade kahve içerler. O gün akşamında da aynı şartlarla erkekler yer, içerler. Perşembe günü de oğlan evi, bu ziyafeti kız evinde tekrar eder. Böylece yiyip içmekle başlayan kasaba düğünü, yine yiyip içmekle sona ermiş olur.
Eskipazar’da düğün bazen Cuma günü öğleden sonra, bazen de cumartesi günü başlayıp pazartesi akşamları son bulur. Eskipazar’da düğünle ilgili en önemli kavram “sinsin” dir. Düğünün başladığı ilk günü akşamı gençler uygun bir meydanda toplanırlar. Meydanın ortasına ateş yakarlar. Burada dans ve tiyatrovari bir takım hareketlerde bulunurlar. Buna Eskipazar düğünlerinde “sinsin töreni” adı verilir.
Yenice’de düğün ile ilgili kavramlarda çeşitlilik görmekteyiz. Bu kavramlar; darabul gecesi(danacılar), hak alma, urba kesme, posta ve maşalılar, bahçe çıkarma, gelin çıkarma, ebe parası, üç günlük ve yüz görümlüğü biçimindedir.
Bunlardan darabul gecesini anlatmak gerekirse: Bu gecenin en önemli konukları danacılardır. Bunlar kız tarafının erkek akrabalarıdır. Düğün sahipleri danacıların geleceği saati dikkatle beklerler. Çünkü danacılar düğün evinin en çok önemsediği konuklardır. Kız alma günü zorluk çıkarmamaları için her istekleri özenle yerine getirilir. Danacılar genellikle düğün evine geç saatlerde gelir, hediye olarak da kız babasının kendilerine verdiği hediyeyi(yorgan veya döşek) düğün sahibine verirler.
Eflani İlçesinde düğünlerde söz konusu olan kavramlar ise: “Kız Çıktı Havası”, “Yenge Bölüğü” ve “üç Gecelik” adlarıyla anılmaktadır. Bunlardan yenge bölüğü kavramını açıklayacak olursak; damat ile sağdıç bir araç temin ederek Cuma günü sabahı kız evine giderler. Sabah kahvaltısını orada yaparlar. O köyde bulunan kadınları, beraberinde götürdükleri araca bindirerek düğün evine varırlar. Düğün evine getirilen bu kadınlara “yenge bölüğü” denir.
Ovacık İlçesinde düğünler Çarşamba günü başlar, aşağıdaki türkü bu yöreye aittir.
Gelin Alma Türküsü
Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek
Anassını babasını şaşurabilsek
Çiğdem toplamaya bayıra gelin
Seğmen seyretmeye çayıra gelin
Yazı yastık minder oğlan anası
Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası
Şu doruktan şu doruğa aştuk da geldik
Çifte davul çifte köçekle koştuk da geldik
Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek
Kızın babasıynan anasını şaşurabilsek
Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası
Ölüm Gelenekleri
Öleceği anlaşılan bir kişiyi ailesi ve yakınları gece gündüz sıra ile beklerler. Hastanın yakınları, dostları, komşuları ziyarete gelirler, helalleşirler. Hasta ölünce sala ile cenaze olduğu bildirilir. Ölü sabaha kadar beklenir. Ölünün çenesi ve ayakları bağlanır. Ölünün üstüne şişmesin diye bıçak, kayış konur. Ölü bulunduğu odaya kedi girmemesine dikkat edilir. Kedi ölünün üzerinden atlarsa evden başka cenazelerin çıkacağına inanılır. Ölü kadın ise yıkandıktan sonra elinin içine konur. Ölünün ağzına, burnuna ve kulaklarına pamuk, kefenine çörekotu konulur.Tabutun üzeri ayetler yazılı kumaşla örtülür. Ölen kişi kadın ise tabutun başına baş örtüsü, erkek ise şapkası asılır.
Tabutu, cenaze namazına gelenler mezarlığa sıra ile tutarak taşırlar. Mezara da toprağı sırayla atarlar. Toprak atarken kürek elden ele alınmaz, yere koyar. Ölmeden önce kefenlik biriktirilir. Bu para hocaya, sala veren kişiye, mezar kazıcılarına, suyu dökene, ısıtana dağıtılır. Ölünün yıkandığı suyun ısıtıldığı kazan ters çevrilerek üç gün durdurulur. Ölünün çıktığı odada ölümünün elli ikinci gününe kadar ışık yakılır. Ölünün giysileri üç gün sonra yıkanır. Ölü gömüldükten yedi gün sonra mevlit okutulur. Gelenlere gülsuyu, şerbet, şeker gibi şeyler dağıtılır. O gece ölünün kemiklerinden ayrılacağına inanılır. Daha sonra isteyenler, ölen kişi adına kurban keserler. Bu kurbana kabir kurbanı denir.
Geleneksel el sanatları bir ulusun kültürel kişiliğinin en canlı ve anlamlı belgeleridir (Onuk, 2002). Bu anlamda ilimizin zengin kültürel birikimiyle beslenerek günümüze kadar gelen bazı el sanatlarımız şunlardır.
EFLANİ CEMBER BEZİ YAPIMI
Eflani İlçesi’nin kültürünün bir parçası olan Eflani dokuması ve diğer adıyla Cember Bezi 60x120 cm boyutlarında iki parça olarak dokunur, yıkanarak beyazlatılır ve ortadan dikilerek 120x120 ebatlarında oluşturularak başörtüsü şeklinde kullanılır.
Cember bezi için iplikler “haşıllama” denilen bir yöntem adı verilen un ve su karışımında kaynatılır ve kurumaya bırakılır. İplikler tam kurumadan kelebe ve çıkrık yardımıyla masuralara sarılır. Daha sonra iplikler dokuma tezgahının taraklarına geçirilerek dokunur.
Az emek gerektiren fitilli cemberler günlük, işlemeli cemberler ise özel günlerde kullanılır. Yazın güneşten korunmak için ağartılmış beyaz renkli kış aylarında ise koyu nefti yeşil renkli cemberler kullanılmaktadır.
Eflani’de cember motifleri varlık ve nesnelere ya da günlük hayatta kullanılan bir objeye benzetilerek isimlendirilmiştir. Mekik cemberlerde “tek fitil, çift fitil, top fitil, analı kızlı, satır eteği, işlemeli cemberlerde “yılan eğrisi, baklava kesimi, tülü perde, göveç içi, kovalama, şeker kestirmesi, kabak çiçeği ve yapraklı adı verilen motifler bulunmaktadır.
Ancak günümüzde bu dokumadan başörtüsü fazla kullanılmamaktadır. Bu nedenle kullanım alanı değiştirilerek ve yöresel çeşitlilik kazandırılarak yeni ürünler dokunması yoluna gidilmiştir.
Eflani Cember Bezi Dokuma Ustası Mükerrem KOCATÜRK
SEPETÇİLİK
Eskipazar İlçesi’nde sepet örücülüğü birkaç ustamızla ayakta kalmaya çalışmaktadır. Üretim ve yapım aşamasında birkaç gün öncesinde su ile ıslanan yabanı fındık ağacı özel el aletleri ile dilimler halinde uzun olmak kaydıyla yarılarak hazırlanır. Bu işi yapan kişi kendi beceresini de kullanarak değişik boy ve ebatlarda pazar ve çiti (sebze, meyve, saman ve ot taşımak için) örerek üretilir.
Sepet Yapımı Ustamız Muammer KAVAK
BASTONCULUK
Yenice İlçesi’nin en önemli el sanatı ve turistlik eşyası diyebileceğiz Yenice bastonu, başta kızılcık olmak üzere kayın, şimşir gibi ağaçlardan yapılmaktadır. İlçede kasım ve şubat aylarında kesilen ağaçlar en az altı ay çubukların kabukları yer yer açılarak doğal koruma yöntemine tabi tutulur. Daha sonra ateşte ısıtılarak eğrilikleri düzeltilip el rendesi ile pürüzsüz hale gelen çubuklara baklava, burgu ve yılan şekli verilir. Aynı yöntemle yapılan sap kısmı da çubuğa monte edilir.
Yenice ‘de çoğunlukla el tezgahlarında üretilen bastonlar yekpare dediğimiz sapları ekleme olmayıp çubuk ile bir bütün oluşturan bastonlardır.
Zımparalama ile pürüzsüz hale gelinceye kadar zımparalanarak boyama işlemine geçilir. Boya olarak çini mürekkebi ve kezzap kullanılır. Bir kat dolgu verniği atıldıktan sonra oyma ve metal telle takma işlemi yapılır. İki defa daha dolgu verniği atılarak sıfır zımpara ile su zımparası yapılır. En son iki kat parlak atılarak baston yapımı tamamlanır.
KAŞIKÇILIK
Yenice İlçesi Yazı Köyü’nde tahta kaşık yapımı uzun bir geçmişte dayanır. Günümüzde birçok zanaat dalında olduğu gibi kaşıkçılık ile uğraşanların sayısı da azalmıştır. Şaban ve Kemal İNCEBACAK kardeşler babalarından kalma tahta kaşık yapma geleneğini evlerinde kurdukları tezgahlarında devam etmektedir.
Tahta kaşık yapımında şimşir ağacı kullanılır. Kayın, gürgen, yabani ahlat gibi ağaç türlerinden kaşık yapılmaktadır. Kaşık yapmak için belli bir boyuta ulaşmış ağacın kök kısmı tercih edilir. 30-50 cm arasında boylanarak kesimi yapılır. Daha sonra geniş ağızlı keser ile yontularak kaşığın iskeleti oluşturulur. İskeletin, törpü ile girinti ve çıkıntıları düzeltilir. Yüz bıçağı ile kaşığın ağız kısmının çerçevesi hazırlanarak düzeltilir. Aynı bıçakla kaşığın sap kısmı inceltilerek şekillendirilir. Kaşığın ağzı kısmı eydiğ adı verilen yarı hilal şeklindeki bıçakla oyulur. İç kazıyan ve dış kazıyan adıyla bilinen metal aletlerle düzeltilerek yapımı tamamlanır. Yapımı tamamlanan kaşıklar parlak bir görünüm alması için zeytinyağı ile yağlanır.
Kaşık Yapımı Ustamız Şaban İNCEBACAK
DEMİRCİLİK
Safranbolu’da demircilik sanatının geçmişi oldukça eskidir. Demircilik, sıcak ya da soğuk demiri, demirci ocaklarında ısıtarak işleme ve biçimlendirme işlemidir. Safranbolu’da soğuk demir ve sıcak demir üzerine çalışan demircilerin özellikle çilingirlik, nalburluk, sobacılık, güllap, bıçak, saban, burgu kapı ve pencerelerin bütün demir parçalarının takım olarak yapımı konusunda ustalıkları vardır.
Ayrıca kazma, kürek, bel, çapa, tırmık, diğren, çan, sacayağı, orak, tırpan vs. gibi günlük hayatı kolaylaştıran bütün aletleri yapıp tamir etmektedirler. Safranbolu’da eğe dışında örs de dahil olmak üzere kendi mesleklerinde kullandıkları demir araç gereçleri de kendileri yapmaktadır.
Safranbolu’nun demirci ustaları evleri ile meşhur olan ilçenin evlerinde kullanılan bütün demir araçları büyük bir ustalık ve sanatçı özverisi ile yapmaktadır.
BAKIR İŞLEMECİLİĞİ
Safranbolu İlçemizde kırk yıldır bakır işlemeciliği yapmış olan Gaziantepli Ustamız Mustafa ÖZDAL’ı 2019 yılında kaybettik. Kendisi; çekiç ve çeşitli çelik uçlu kalemlerle “Kazıma, Kakma (Kabartma), Tarama, Ajur (Delik İşi)” gibi bakır süsleme teknikleri uygulamıştır. Ayrıca; meydan ve divan sinileri, hoşaflık, sürahı, bakraç, maşrapa, lokumluk, çaydanlık, cezve, fincan zarfı, ibrik, hamam tası, kına kabı gibi birçok bakır eşyayı işlemiştir. Eserlerinde Geleneksel Osmanlı ve Selçuklu motiflerinin yanında bitkisel motifleri de görmek mümkündür. Sayısız çırak ve kalfa yetiştirmekle birlikte oğlu Mehmet Kemal ÖZDAL’a da mesleğinin inceliklerini öğretmiştir.
Bu gün bakır işlemeciliği ilçemizde Mehmet Kemal ÖZDAL tarafından devam edilmektedir.
IK
Safranbolu’da geçmişi çok eskilere dayanan kalaycılığın geleneğine baktığımızda geleneksel birçok veri bulmak mümkündür. Bakırın bu kadar önem verildiği ilçede bakır eşyaların korunması amacıyla yapılan kalaylama işlemi/kalaycılık Dursun ÇAVDAR ve Hüsnü AVUÇ Ustalarımızla zamana meydan okumaktadır. Kalaylama işlemi, öncelikle kalaylanacak bakır kabın pürüzsüz hale gelmesi için çekiç yardımıyla düzeltilmesi ile başlar. Düzeltilen kaplar kum ya da kömür parçaları ile temizlenir. Bu işlem daha sonları zımpara ile yapılmaya başlanmıştır. Temizleme işlemi yapılırken diğer tarafta kalay eritilir. Daha sonra kabın içine bir miktar kalay dökülür ve pamuk yardımıyla bakır eşyanın her bir köşesine iyice dağıtılarak kalaylanır.
Kalay Ustamız Hüsnü AVUÇ
Kalay Ustamız Dursun ÇAVDAR
YEMENİCİLİK
Safranbolu’da geleneksel giyim-kuşamında ayağa giyilen giysiler/ayakkabı çeşidi olarak karşımıza çıkan yemeni; üstü deri, altı kösele, astarı deri olan tamamen doğal bir ayakkabıdır. Yandaki dikişler elde işlenir. Terletme ve kokutma yapmayan çok rahat bir ayakkabı çeşididir. Yemeninin yapımında oltan dikişi kullanıldığı bilinmektedir Günümüzde ise oltan dikişi yerine saya ile taban astarını, bunun üzerine de köseleyi monte ve yapıştırmak sureti ile birleştirildiği ve yemeninin kenar dikişlerinin de elde yapıldığı bildirilmektedir.
1960’lı yıllara kadar direnen yemenicilik 1980’li yıllarda sadece sipariş ile çalışan son yemeni dükkanının kapatılmasıyla unutulmaya terk edilirken 1990’lı yıllarda Mustafa ÖNCÜL ile direnişi sürdürmüştür. Günümüzde bu işi tek başına yürütmeye çalışan 1967 yılı doğumlu Erhan BAŞKAYA bu sanatın arastadaki tek temsilcisidir.
SOBACILIK
Safranbolu’da geçmişte demircilikle uğraşan ustaların hemen hemen tamamı sobacılık da yaparken günümüzdeki temsilcileri Ahmet ve Vural ERSİN kardeşlerdir. Atölyelerinde odun sobası, banyo sobası, mangal, anadut, diğren, tırmık gibi ziraat aletleri imalatı ve tamirat yapılmaktadır.
Geleneksel Soba Yapımı Ustalarımız Ahmet ve Vural ERSİN
YORGANCILIK
Geçmişe nazaran sayılarının oldukça azaldığı tespit edilen yorgancılık mesleği, bugün Safranbolu İlçe Merkezinde üç ustamızla yaşamaya devam etmektedirler.
Yorgan yapım için ölçüye göre kumaş kesilir ve üç tarafından dikilir. Kumaşın içerisine konulacak olan pamuk – yöre iklimi ılıman olduğu için yün pek tercih edilmemektedir- pamuk makinesinde yumuşatılır, kabartılır. Tezgah üzerine serili kumaşın üzerine pamuklar yayılır ve yorgan sopasıyla düzeltilir. Pamuk orantılı bir şekilde yayıldıktan sonra kılıfın tersinden sarılır. Pamuk kılıf içine konulduktan sonra ağız kısmı elle dikilir. Tekrar bir sopalama işlemi yapılarak, kumaş içindeki pamuğun her yere eşit dağılımı sağlanır. Pamuğun dengeli dağılımını korumak ve kaymasını önlemek amacıyla ilkinin kenardan uzaklığı 25-30cm. içerde olacak şekilde yorganın kenarlarını çevreleyen dikişler atılır. Böylece yorgan modelini içine alan kenar meydana getirilir. Yorganın kenarı dikildikten sonra tebeşire bulanmış çırpı ipi, yorganın üzerine işlenecek model çizgilerinin oluşturulması için bir uçtan diğer uca vurulur. Bu çizgiler vurulduktan sonra karton kalıplar aracılığıyla modeller çizilir ve dikilir. Modelin ağırlığına göre yorgan dikimi 1 ila 3 gün arasında değişir.
Günümüzde bebek yorganı, sünnet yorganı ve çeyiz yorganlarının yanı sıra günlük kullanım için yastık, yorgan yapımına da devam edilmektedir.
Yorgan Yapımı Ustamız Muzaffer AKÇİN
Yorgan Yapımı Ustamız Abidin TÜRKYILMAZ
DANTEL YAPIMI
Safranbolu’da tentene de denilen dantel kızların çeyizinde yer alır. Bütün ev döşemelerinde dantel kullanılır. Sedir örtüleri, masa örtüleri, yastık, yatak örtüleri, mendiller vb.
Dantel yapılırken seçilen konularda bitkisel ve geometrik bezemeler kullanılmaktadır. Bitkisel bezemeler; gül, lale, zambak, papatya, yaprak ve tomurcuk gibi bezemelerdir.
İĞNE OYASI YAPIMI
Oya; çeşitli iplikler ve iğne, tığ, mekik, firkete gibi çeşitli araçlar kullanılarak yapılan örme tekniği olarak tanımlanabilir. Karabük il merkezinde tığ ve iğne oyası günlük ve çeyizlik havlu, başörtü kenarlarına yapılmaktadır. İl genelinde yapılması rağmen en güzel örneklerine Safranbolu İlçesinde rastlanmaktadır.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞINCA SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS TAŞIYICISI OLARAK KAYIT ALTINA ALINAN SANATÇILARIMIZ
Tel Kırma- Nakış- Tel Sarma Ustamız Nesrin DURAN
Yemeni Ustamız Erhan BAŞKAYA
Demir Kilit Yapımı Ustamız Hüseyin ÖZDEMİR
Bakır İşleme Ustamız Rahmetli Mustafa ÖZDAL
Bakır İşleme Ustamız Mehmet Kemal ÖZDAL
Cam Üfleme Ustamız Mehmet Emin GELİR
YARARLANILAN KAYNAKLAR