Zaman içinde yaşam koşullarında meydana gelen değişiklikler geleneklerde de kendini göstermektedir. Ancak küçük yerleşim birimlerinde, eski gelenek ve göreneklerin birçoğu hala yaşatılmaktadır. Geleneksel ritüeller daha çok kız isteme, söz kesme, nişan, düğün, hastalık, adak adama ve asker uğurlama gibi olaylarda yoğun bir biçimde görülür.
Hastalıkların tedavisi için başvurulan bazı yöntemler şunlardır:
- Nazara inanılır, kurşun döktürülür.
- Kabakulak hastalığının geçmesi için, ağzı kıbleye bakan bir fırından alınan is, şiş yerlerin etrafına çizgi halinde sürülür ve okunur.
- Temrenin geçmesi için ocaklı denilen kişilere okutulur ve üzeri arpayla çizilir.
- Sıtma hastalığının geçmesi için, pamuk ipliği okunarak bileğe bağlanır.
Halk arasında kullanılan deyişlerden bazıları da şunlardır:
- Ekici ol bilici olma.
- Sofrada elini, mecliste dilini sakla.
- Taş taşı, söz taşıma.
- Deli ile devletli bildiğini işler.
- Gömleğinin deliğine bakmaz, poyraza karşı gider
- Kısmeti kesilen köpek, kurban bayramında uykuya yatar.
- Tarlanın taşlısı, kadının saçlısı, erkeğin yaşlısı vefalı olur.
- Kocasından sonra kalkan karıdan, hazirandan sonra
Din,İnanış ve Töresel Yapı
Sünnet Gelenekleri:
Sünnetin sözlük manası, takip edilmesi alışkanlık haline gelen yol, hal ve tavır, gidiş, adet, değişmeyen karakterdir. Kur’an-ı Kerim’de on iki ayette geçen sünnet kelimesi, “Allah’ın değişmeyen hükmü, O’nun değişmeyen icraatı, öteden beri cereyan ede gelen adeti evvelki ümmetlere tatbik edilen kanun-i İlahi; Allah’ın kullarında geçerli olagelen sünneti” gibi manalar taşımaktadır. Halk arasında bu kelime ile, çocuğun erkeklik organının uç tarafını kaplayan derinin çepeçevre kesilip atılması işi ifade edilmektedir. Ancak bu iş, basit ve sıradan cerrahi bir operasyon değildir. Aksine sünnet, yüzyıllar boyu toplumumuzda aksamadan devam etmiş ve edecek olan, aynı zamanda dini bir görev kabul edilen “Peygamber adeti”dir. Sonradan Müslüman olan bir erkeğin hemen sünnet ettirilmesi; Müslüman olmakla, sünnetli olmanın denk tutulması demektir ve sünnete verilen değeri göstermektedir. Çocuk da sünnet olmakla İslam toplumuna katılmakta ve Müslüman olmayandan ayrılmaktadır. Bu bakımdan sünnet töreni çocuk, ailesi, akrabaları ve yakınları için çok önemli bir olaydır. Aynı zamanda çocuğa karşı yapılması gereken ana-babalık görevi ve onun “ilk mürüvvetini” görmektedir. Manisa’da genellikle okulların kapalı olduğu yaz tatili sünnet zamanı olarak seçilir. Eskiden Perşembe ve Cuma günleri yapılırken şimdi, özellikle Pazar günü tercih edilmektedir. Saat olarak da salonlarda yapılanlar hariç 10.00 ile 13.00 arasıdır. Pek mecbur kalınmadıkça Manisa’da öğleden sonra sünnet düğünü yapılmaz. Sünnet töreni erkek çocuğun yetişkin erkek topluluğuna girmesi için ilk adımdır. Sünnet için 7, 9, 11 yaşları tercih edilir. Sünnet için hazırlıklar yapılır, sünnet elbisesi alınır. Sünnet karyolası hazırlanır. Sünnetten bir önceki gece (cumartesi) “kına gecesi” yapılarak çocuğun eline kına yakılır. Ertesi gün lokma yapılarak davetlilere ikram edilir. Sonra sünnet çocuğu süslü bir ata veya arabaya bindirilerek konvoy hareket edince hocalar mevlid okumaya başlarlar. “Susadım gayet hararetten kati Sundular bir cam dolusu şerbeti” beytinden sonra mevlid şerbeti ikram edilir. Mevlid bitince konvoy eve dönmüş olur. Burada attan inmesi için sünnet çocuğuna babası tarafından bir gayr-ı menkul bağışlanır. Attan inen çocuğa mutlaka “Harmandalı”, ardından da “Çiftetelli” oynatılır. Bu sırada çocuğa takı takılır ve takı takılması bitene kadar çocuk oyununu sona erdirmez. Bundan sonra çocuğa sünnet gömleği giydirilir ve sağlık memuru tarafından sünnet edilir. Sünnet işlemi bittikten sonra sünnetçi, artık ve usturasını koyduğu tepsiyi dolaştırarak bahşiş toplar. Bundan sonra misafirler “geçmiş olsun” dilekleriyle sünnet evinden ayrılırlar.
Evlenme Gelenekleri:
Evlilik Türkiye’nin diğer yerlerinde olduğu gibi Manisa’da da had safhada önemsenen ve çeşitli dini tören ve inanışların toplandığı bir dönemdir. Evlenme yaşını geçen kızların “kısmetini açmak” için bir takım uygulamalara başvurulur. Bunlardan bir örnek verelim: Üç Cuma, sela vaktinde Ulu Camii’ndeki İshak Çelebi Türbesi’ne hiç kullanılmamış bir kilit, yeni evli bir kadının yemenisi alınarak gidilir. Burada yedi Yasin suresi okunur. Sonra kızın başında kilit iki kere açılır ve kapanır. Üçüncüsünde açılır, kapanmadan gelişte olduğu gibi yemeniye sarılarak eve dönülür. Üç Cuma’dan sonra üç ay beklenir. Kızın kısmetinin açıldığının işareti görülürse “helva hayırı” yapılır. Gerçekleştiğinde de türbenin başında şeker veya lokma dağıtılır. Kilit de anahtarı ile birlikte açık olarak yemeninin içinden türbeye bırakılır ve geri dönülür. İstenecek kıza oğlanın annesi ve yakınlardan birkaç kadın “görücü” olarak giderler. Önceden iki defa kız evinin kontrolü yapılır. Bu yoklamalarda evin düzenine, temizliğine bakılır. Üçüncü gidiş “dünür gitme” şeklinde adlandırılır. Cuma’dan başka bir günde kız istenmez. Dünürcülüğe gelen kadının başında beyaz bir örtü bulunur. Bu örtüden gelenin “dünürcü” olduğu anlaşılır. Kız istendikten sonra eğer verilirse oğlanın annesi evin bir yerine, düğünün çabuk olması için iğne batırır. Kız istemeden sonra “söz kesme”ye gidilir. Dünürcüler ayrılırken, kız evi hazırlanan mendil bohçası ile bir sürahi şerbeti dünürcülere sunar. Sürahiyi alan kadın, evde bekleyen damat adayına şerbeti teslim ederek bahşiş alır. Bu şerbet içildikten sonra içine çerez doldurularak kız evine geri gönderilir. Nişan genellikle aileler arasında ve kız evinde yapılır. Eskiden oğlan evi kız evine içinde çerez, şeker ve meyve olan “nişan seleleri” gönderirdi. Karşılığında kız evinden gönderilen selelerde ise mutlaka karanfile batırılmış un kurabiyesi bulunurdu. O gün gelen kız tarafı münasip gördüğü hediyeyi getirirdi. Bunlara “dürü” denilir ve karşılığı da gönderilirdi. Oğlan tarafı ayrı bir odaya oturtulur, gelin çağrılınca çalgıcılar da çalmaya başlarlar. Gelin odaya iki kişinin koltuğunda ağır ağır girerken başına oğlan evi tarafından şeker, leblebi ve fındık saçılır. Bunun ardından gelin oturur ve oğlan evi de takılar takar. Kız ile oğlana kırmızı bir kordela ile birbirine bağlı nişan yüzüğünü bir büyük takar ve ardından kordelayı keser. Bu kordela küçük küçük kesilerek kısmetlerinin açık olması için genç kızlara dağıtılır. Eskiden kıza yüzük takıldıktan sonra nişanın olduğu gece oğlan evinde “şerbet övme” denilen bir toplantı yapılırdı. Kız evi tarafından bir sürahi şerbet, oğlana bir çevre ile nişan mendili, sağdıçlara ve şerbet övücüye birer çevre gönderilir, oğlan evinde toplananlar bu şerbeti içerlerdi. Ardından damat ve sağdıçlar ortaya çağrılır, ayakta bekletilerek eziyet verilirdi. Ardından damat övülür ve damada nasihat verilirdi. Nasihatte evlendikten sonra damadın annesini unutmaması gerektiği özellikle belirtilirdi. Bu nasihatlerden sonra şerbet övücü nişan tepsisini açarak oğlan ve sağdıçlara gönderilen mendilleri omuzlarına atar, evliliğin hayırlı uğurlu olması dileğinde bulunurdu. Düğünün iki dini bayram arasında olmamasına dikkat edilir. Kız tarafı yatak odası ve mutfak eşyalarını, oğlan tarafı ise misafir ve oturma odası eşyalarını alır. Düğünden bir hafta önce kız evine “düğün selesi” gönderilir. Bu selede kız için çeşitli eşyalar vardır. Gönderilenler iki üç gün kız evinde sergilenir. Mukabilinde kız evi de oğlan evine “dürü bohçası” denen bir bohçada oğlan ve yakınlarına hediyeler gönderir. Yine düğünden bir hafta önce kız evinde çeyiz serilir. Bu çeyizde mutlaka kordela, boncuk vs. ile süslenmiş bir süpürge bulunur ki buna “gelin süpürgesi” adı verilir. Kına gecesinden bir gün önce damadın sağdıçları ve yakın arkadaşları kız evinden çeyiz almaya gelirler. Bu iş genellikle Cuma günü yapılır. Gelen hoca önce dua eder ardından Fatiha okunur. İlk alınan “zıpra”sının içindeki Kur’an ile bir ekmektir. Oğlan evine ilk girenler de bunlardır. Bu arada sağdıç hapsedilir yahut sandığın üzerine oturtulur. Makul bir hediye veya para alınmadıkça sağdıç bırakılmaz, sandık verilmez. Kamyona yüklenen çeyizin üstü asla örtülmez. Araca a kız evi tarafından basma, havlu gibi hediyeler asılır. Kız evinde yapılan kına gecesinin davetlisi kadınlardır. Kız, gelinliğini giyer fakat duvağını takmaz. Bununla birlikte mavi veya pembe renkli kına gecesi elbisesi giyenler de vardır. Müzik eşliğinde eğlenilir. Daha sonra kocası sağ, başından tek nikah geçmiş ve evliliği mutlu geçen iki kadın, gelinin iki yanında yer alır. Ve onu meydanda dolaştırıp, oğlan evine götürürler. Gelin oradakilerin ellerini öper ve geline ziynetler takılır. Gelin oyuna kaldırılır ve ardından herkes uğurlanır. Sadece gelinin arkadaşları kalır. Gece yarısından sonra gelin geceliğini giyer, abdest alıp namaz kıldıktan sonra yüzü kıbleye dönük şekilde ortaya oturur. Başına al bir örtü örtülen gelinin avuç içlerine ve ayaklarına kına yakılır. Kız evinde kına gecesi yapılırken oğlan evinde de düğün mevlidi okutulur. Konuklara şeker, sigara ve kahve ikram edilir. Bu gecede tüm hizmet, sağdıçların vazifesidir. “Fincan saklamak” adet olduğu için sağdıçlar dikkatli olmalıdırlar. Eğer dikkatli olmazlarsa düğünden sonra fincanı saklayanın istediğini karşılamak sağdıcın görevidir. Çalgıların çalmaya başlamasıyla düğün için davetliler gelmeye başlar. Düğün sofrasının değişmez dört yemeği vardır: Pirinç çorbası, etli nohut, pirinç pilavı, zerde veya irmik helvası. Öğleden sonra “gelin almaya” gidilir. Oğlan evi kapıda kuzu, horoz vs. ister. Kolay kolay kapı açılmaz. Bu arada da içeride “kuşak merasimi” yapılır: Kızın babası yoksa ağabeyi veya amcası kırmızı bir kuşağı önce üç kere kızın beline dolayıp, dualar okur, üçüncüsünde bağlar. Bundan sonra takı takılır. Gelin alındıktan sonra arabasının arkasından su dökülür. Daha önceden kız evine gelenler oğlan evinin kapısını tutup, horoz veya kuzu isterler ve sağdıçla pazarlık yapılır. Horozu alan “Aloff!” diye bağırır. Gelin arabadan inince başının üzerinden buğday, leblebi şekeri ve bozuk para saçılır. Yeni evlilerin buğday ile evlerinin bereketli, şeker ile geçimlerinin tatlı, para ile de ömürlerinin refah içinde geçmesi temennisi ifade edilmeye çalışılmaktadır. Saçılan paraları toplayanlar bunları “bereket parası” olarak saklarlar. Gelin, üstüne yağ ve bal sürülmüş kapıdan içeriye besmele çekerek ve sağ ayağını atarak girer. Bu arada da koltuğunun altına bir ekmek verilir. Oğlan evine gelen gelin yüzü duvakla örtülü olarak içeride oturur. Kucağına gürbüz bir erkek çocuk verilir. İçine çam fıstığı katılmış kırmızı boyalı şerbeti gelinle damat birlikte içerler. İçinde bir yudum bırakılmış bu şerbetten daha sonra evlenmemiş kızlara içirilir. Bundan sonra damat akşama kadar gezdirilir. Akşam ezan okununca damat ve arkadaşları topluca camiye gider. Namazdan sonra önde imam, arkasında ellerinde yanan mumlar olduğu halde, topluluk tekbir getirerek eve kadar yürü. Mum yakılmasındaki amaç, bütün ömrün aydınlık içinde geçmesidir. Kapının önünde imam dua eder ve okunan Fatiha’dan sonra kalabalık hoca, sağdıçlar ve nikah şahitleri hariç dağılır. Sağdıçlar damat içeri girerken sırtını yumruklarlar. Nikah gizli kıyılır. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi, “nikah ağırlığı”nı gelin, damat, imam ve şahitler dışında kimsenin bilmemesi; ikincisi ise, “damadın bağlanma” ihtimaline karşı alınan bir tedbirdir. “Ağırlık” boşanma olursa kocanın karısına vereceği paradır. Gerdek odasına alınan gelin kocanın burada duvağı örtülü olarak bekler. Damat “yüzgörümlüğü” takarak gelinin duvağını açar. Daha sonra gelin ile damat namaz kılıp dua ederler. Ardından kız evinden gelen tavuk ile baklavadan yerler. Sabah sağdıçlar gelip, damadı hamama götürürler. Buradan da kızın babasının evine “el öpmeye” gidilir. Burada kahvaltı edilir ki sofrada bal ve kaymak bulunması adettir. Kahvaltının ardından kayınpeder damada altın saat veya yüzük; sağdıçlara ise gömlek, kravat vs. hediye eder. Geline de kayınbaba ve kaynanası “yüz görümlüğü” olarak değerli bir hediye verir. Aynı günün akşamı, kız evinden bir tepsi katmer gelir. Oğlan evinin akrabaları bunu yerler. Ertesi gün gelin, annesine el öpmeye gider. Bir hafta boyu geline çeyiz bakmaya gelinir. Düğünden sonraki günün ilk cuması, Cuma namazından sonra “gelin görmesi” yapılır. Gelin gelinliğini giyer ama yüzünü örtmez. Gelen akraba ve yakınlar gelini görüp, tanımış olurlar. Akşama kadar eğlenilir.
Askerlik-Gurbetlik Gelenekleri:
Mahallenin askere gidecek delikanlıları, davul ve zurna tutarak kararlaştırdıkları bir günde toplanır, beraberce yer ve içerler. Bundan sonra davul-zurna eşliğinde oynayarak bütün mahalleyi ev, dükkan, kapı kapı dolaşırlar. Kapı, pencere ve hatta sokaklarda, oynayan bu topluluk mahalle halkınca beklenip seyredilir. Önlerine gelince de ya para yahut da havlu, mendil ve çorap gibi bir eşya kafilenin önündeki bir genç tarafından taşınan bayrağın direğine asılır. Ancak hali vakti yerinde planlar bundan asla pay almazlar. Böylece ihtiyaç sahibi delikanlıların yol ve asker harçlıklarının bir kısmı karşılanmış olur. Yolculuk günü yaklaştığında askere gidecek delikanlı yakınlarını tek tek dolaşarak “Allahaısmarladık” der. Onlar da, “Mübarek olsun! Güle güle git, güle güle gel!” diyerek karşılıkla birlikte cebine harçlık, eline de çamaşır, havlu gibi eşya bulunan bohça verirler. Eskiden trenle şimdi ise genellikle otobüsle askerlik yapacağı yere giden delikanlılar, gar veya garajdan davulla, dümbelekle oynanarak coşku içinde uğurlanırlar. Uğurlamaya gelenler “yolluk” olarak mutlaka pasta, börek gibi yiyecek paketi getirirler. Bilinen vasıta hareket edince de “su gibi gitsin, su gibi gelsin” diyerek arkasından su dökerler.
Ölümle İlgili Adet ve İnanışlar:
Doğum ve evlilikte olduğu gibi ölüm de birçok inanç ve adetin kümelendiği bir safhadır. Bir takım işaretler ölümün işareti sayılır: Cuma vakti köpek uluması, ev içinde çocuğun ulur gibi ağlaması, bir evin etrafında baykuş ötmesi vs. Ölenin ayakkabıları dış kapıya bırakılır. Bu, evde cenaze bulunduğunun ilk işaretidir. Gömülme işi bitene kadar evin kapısı kapanmaz. Evdeki tüm aynalar bezle kapatılır veya ters çevrilir. Cenazenin gömülmesinden sonra taziye için gelenlere ikramda bulunulmaz, ayakkabıları çevrilmez, kadınların da baş örtüleri alınmaz. Ölü evini ziyaretten gelenler doğruca kendi evlerine gitmezler. Başka bir yere daha uğrarlar. Ölümün üçüncü günü irmik helvası yapılıp dağıtılır. Yedinci günü lokma dağıtılır, kadınlar tarafından yetmiş bin Kelime-i Tevhid çekilir. “Kırkı” veya “elli ikisi” çıktığında lokma dökülür, mevlit okutulur, Kelime-i Tevhid çekilir. Ölünün eşyaları ihtiyaç sahiplerine dağıtılır.
Bayramlar-Törenler-Seyirlik Oyunlar
Ramazan Gelenekleri:
Sözlükte, kızgın yerde yalınayak dolaşıp yanmak ile yer yüzünü tozlardan, kirlerden temizleyen yaz sonu yağmurları anlamlarını taşıyan ramazan kelimesi, Müslümanların gündüzlerini yememek, içmemek ve bütün bedeni isteklerden uzak kalarak ibadet ettikleri yani oruç tuttukları aya ad olmuştur. Ramazanda oruç tutan Müslüman açlık ve susuzluğun verdiği ızdıraba sadece Allah rızası için tahammül ederek beşeri arzularını, ihtiraslarını yakıp kül eder. Böylece gönlünü kirlerden arındırıp tertemiz yapar.
Ramazan Hazırlığı: Onbir ayın sultanı şerefine yakışan şekilde toplar, davullar ve manilerle karşılanmadan çok önce hazırlığı başlar: Üçayların başlaması (Recep, Şaban, Ramazan) Manisa’da elle tutulur, gözle görülür gibi hissedilir. Şehre manevi bir hava gelir. Devamlı içki içenler bile bu ayda onu ağızlarına almazlar. Üçaylar orucu tutulmaya başlanır. Beş vaktin dışında nafile namazları kılınır. Genellikle kadınlar da toplanıp “üç aylar tespihine” devam ederler. Yoksullar araştırılıp yardım edilir, yetimler giydirilir. İbadet ve yardımlaşma üçaylarda Manisa’da çok yaygındır. Özellikle ramazanda zekat ve fıtır (fitre) sadakası dışında da fakirlere çokça yardım edilmeye çalışılır. Zenginler yardım edecek yoksul araştırırlar; çünkü “zenginin malının vebali vardır. Eğer fakire az yardım yapılmışsa, dağıtılmayan mal kıyamet günü sahibinin boynuna kızgın bir yılan gibi dolanacaktır” inancı hakimdir. Üçayları tutmayanlar ise ramazandan bir gün, üç gün, bir hafta öncesinden hatta Berat Kandili’nden itibaren başlayarak oruç tutarlar. Buna “karşılama orucu “denir. Evlerde temizlik yapılır. Tahtalar fırçalanır, camlar silinir, çamaşır yıkanır ve ütülenir, bütün eşyanın en yenisi seçilir. Bakırlar kalaya gider. Kilerler elden geçer, sahurluklar ve iftarlıklar düzene girer. Bunun için eskiden koyunlar kesilir; yufka, erişte ve kuskus yapılır; reçeller, hoşaflıklar ve şerbetler hazırlanırdı. Gül şerbeti, fesleğen şerbeti, en çok sevilenler arasındaydı. Gül veya fesleğen yaprakları şişelere doldurulur. Üzerine limon tozu konup güneşe bırakılır. Yapraklar bunun içinde erir. Sonra bu, şekerlendirilmiş soğuk suyla karıştırılarak içilirdi. Yine eskiden zenginler pirinç, un, yağ ve şeker gibi ana besin maddelerini; en az üç böreklik yufka ile taze bezdirmeyi yoksullara dağıtırlardı. Ayrıca zengin-fakir herkese en az üçer kiloluk torbalarda hoşaflık kuru üzümü hediye olarak gönderirlerdi.
Ramazan İlanı: Ramazanın girdiği bir gün öncesi ikindi ezanı ile birlikte Kale’den atılan üç topla Manisalılara duyurulur. Herkes birbirini tebrik ederken (buna “ramazan mübarekesi” denilir) davulcu da ramazan boyu sakinlerini sahurda uyandıracağı semti dolaşıp davulunu çalar ve;
Ramazan geldi dayandı
Camiler nura boyandı
Top atıldı kandil yandı
Kalbimiz ona inandı
manisini söyleyerek ramazanın geldiğini müjdeler. Karşılığında da bahşişler verilir. Çocuklar da arkasında;
Ramazan geldi hoş geldi
Baklava tepsisi boş geldi
diyerek coşkuyla koşuşturup dururlar.
İftar Sofrası: Gerçek oruç, Allah’ın karşısında tan atışından gün batışına kadar süren bir kıyamdır. İftar sofralarında, akşam ezanının okunmasıyla dudaklara öpülürcesine götürülen bir yudum su ise bu kıyamın selamıdır. Ailenin büyük erkeği genellikle orucunu camide açar. Giderken zeytin, hurma, ramazan pidesi, börek götürülür. Bunları mahalleli de gönderir. Ezan ile birlikte oruç açılır sonra akşam namazı kılınır. Büyüğün camide olduğu evde ise herkes orucunu su, zeytin, hurma veya tuzla açar, namaz kılar ve onu beklerler. Gelince hep beraber sofraya oturulur. İftar sofrasında yemeğe çorbadan (özellikle tarhana) başlanır. Bu adettir. Aileler arasında iftara davet de bir gelenektir. Önce büyük olan çağırır ve gidilir. Sonra sırayla ramazan sonuna kadar devam edilir. Eğer davetliler arasında yeni gelin varsa sofrada mutlaka “gelin helvası” bulundurulur. Gelin helvası, su, un, yağ, yumurta ile hazırlanmış hamurdan yapılıp tepsiye dizilir ve fırına verilir. Pişince şurubu dökülür. Üzerleri şerbet boyası ile kırmızıya boyanmış bu tatlı sadece ramazanda yeni gelinin bulunduğu iftarda yenmek üzere yapılır. Yoz veya içli ramazan pidesi de bunun gibi yalnız ramazana mahsus yiyecektir. Eskiden mukabele okumak için gelen ve cami odasında kalan ramazan hafızları vardı. Bunlara mahalle veya sokak mensupları sıra ile iftar ve sahur sofrası götürürdü. Tatlısından tuzlusuna kadar hazırlanan yiyecekler kalaylı bakır kaplara konur., büyük bir sini bunlarla, ayrıca dağdan getirilmiş karla soğutulmuş şerbet ve yayla suları ile donatılıp cami odasına bırakılırdı. Yine eskiden konakların kapıları iftar zamanı ardına kadar açık bırakılır, dileyen herkes iftar sofrasına otururdu. Nişanlılık devresi ramazana rastlamışsa, onbeşinci günü oğlan evi içli pide (peynirli) ve helva yaptırarak kız evine gönderir. İftara çok yakınlarıyla beraber giderler sahura kadar oturulur. Kız evine hazırlanan sahur yemeği yenip kahveler içildikten sonra kalkılır. Manisa’da sahurda genellikle tereyağlı pilav, börek, hoşaf ve zerde yenir.
Teravih: Yatsı ezanı okununca ramazana mahsus ve sünnet olan teravih namazını kılmak için camiye koşulur. Yaşlılar genellikle yakın, belli bir camiyi veya “hatimli”yi tercih ederken gençler arkadaş grupları oluşturarak her teravihi ayrı bir camide kılmaya çalışırlar. “Camiye giderken her attığın adıma sevap yazılacaktır” inancıyla uzak camiler dolaşılır. Teravihten çıkılınca kahvehanelere gidilir. Sohbet edilerek sahura kadar oturulur. Bu arada da çaylar, kahveler ve nargileler içilir.
Bayramlar: Bayram, bir cemiyetin topluca sevinç ve neşe içinde kutladığı gün demektir. Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lügat’it-Türk’de, Türk-İslam boylarının hepsinde az çok telaffuz farkıyla söylenegelen bu kelimenin sevinç ve süs manasındaki “bazram’dan alındığını ifade etmektedir.
Arife Günü: İkindi vakti atılan üç topla bayram müjdesi alan Manisalının gönlünü bayram hazzı kaplar. Zaten bu ana kadar da bayram için gereken hazırlıklar genellikle tamamlanmıştır. Evlerin içi dışı temizlenmiş, bayram yemeğine kadar açılmayacak olan baklava yapılmış ve bayramlık elbiseler, ayakkabılar, dolaplara sıralanmıştır. Bayramlık için yeni almak adettir. Her şeyi tamam olsa veya gücü yeni almaya yetmese de çorap gibi ufak bir parça eşya bayramlık olarak mutlaka alınır ve bayram sabahı giyilir. İkindi namazından çıkan erkekler iki-üç demet mersin dalı alıp mezarlığa giderler. Yakınların mezarları otlardan temizlenir, sulanır sonra getirilen mersinlerin bir demeti başucuna diğerleri de üstüne serpiştirilir. Bayram namazından sonra tekrar ziyaret edilir. Ölünün kendini görmesi için ayakucunda durup Yasin, Fatiha okuyup dönülür. Kurban bayramı arifesinde “sin kurbanı” kesilir. Sin kurbanı, kurban kesme vazifesini sağken yerine getiremeyen için yedi sene boyunca kesilir. Eti yoksullara, dul ve yetimlere dağıtılır. Yakınları etinden yemezler. Ancak ölenin yetim veya öksüzü varsa o yiyebilir.
Bayram Günü ve Bayramlaşma : Bayram namazı kıldıktan sonra camiden çıkanlar evlere uğramadan kabristana giderek “geçmişlerini” ziyaret ederler ve ruhlarına Yasinler, Fatihalar gönderirler. Eve gelindiğinde küçükler “bayramın mübarek olsun” diyerek büyüklerin ellerini, büyükler de “nice bayramlara”, “Allah tekrarını göstersin” deyip onların gözlerini öperler. Böylece aile bayramlaşır. Ramazan bayramı ise sofraya oturulur, kurban bayramında da kurban kesildikten sonra bayram yemeği yenir.
Bayram Yemeği: Ramazan bayramında genellikle çorba, tavuklu pilav veya etli pilav (büryan) ile bayram tatlısı yenilir. Kurban bayramında da kesilen kurbanın kavurmasıyla kuyruk yağından yapılmış içine çam fıstığı konmuş irmik helvası yani “kuyruk helvası” sofraya gelir. Kurban sahibi bu arada hiçbir şey yemeyerek tuttuğu orucu kurbanın ciğeri ile açar.
Manisa’da dini bayramlar kadar kandiller de renkli bir şekilde kutlanır. Bunlardan Regaib Kandili Manisa’ya has bir tarzda kutlanır. Manisa’da büyüklerin “Namaz Gecesi”, çocukların “Çıtır Pıtır” gecesi ismini verdikleri Regaib Kandili geceleri “Fetih Hatırası” olarak kutlanmaktadır. Saruhan Bey’in Manisa’yı Bizanslılardan alması bu geceye böyle bir özellik kazandırmıştır. Akşam namazından çıkılınca silahlar, havai fişekler, maytaplar atılır; fener ve mumlar yakılır. Regaib Kandili’nden bir hafta kadar önce tüm şekercilerde susamlı, beyaz, sert helvalar satılmaya başlar. Bu helvaların aynalı olanları da vardır ki sadece nişanlı genç kızlar için yapılır. Bugün nişanlı kızlara renkli kağıtlardan yapılmış, süslü mum ve tepsilerle hediyeler götürülür. Tepsilerden birinde genç kız için muhtelif hediyeler vardır. İkinci tepsiye ise aynalı helva konur; üzerine sakız, yanına da çıtır pıtır, maytap yerleştirilir. Bu tepsiler kaynana, görümce ve yakınlardan oluşan bir grupla kız evine götürülür. Gece oğlan evi kız evine gider.Kandil tebrikinden sonra nişanlı kız ve oğlan çıtır pıtırları beraberce patlatırlar, helvalar yenilir. Kandil tepsisiyle gelen mum, kız tarafından saklanır. Bu mumlar kız ile oğlanın evlendiği yılın ilk Regaib Kandili’nde genç evliler tarafından beraberce yakılır.