Coğrafi Yapısı ve Tarihi
Malatya; Doğu Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Fırat Havzasında ve Adıyaman, Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Van çöküntü alanının güneybatı ucunda yer almaktadır. Çevresini doğuda Elazığ ve Diyarbakır, güneyde Adıyaman, batıda Kahramanmaraş, kuzeyde Sivas ve Erzincan illeri çevirir.
İl topraklarının yüzölçümü 12.313 km2 olup,35 54' ve 39 03' kuzey enlemleri ile 38 45' ve 39 08' doğu boylamları arasında kalmaktadır. Malatya, Sultansuyu ve Sürgü çayı vadileri ile Akdeniz'e, Tohma Vadisi ile İç Anadolu'ya, Fırat Vadisi ile Doğu Anadolu'ya açılarak bu bölgeler arasında bir geçiş alanı oluşturur
Malatya İli, Güneydoğu Anadolu Bölgesi karasal yağış rejimi ve Akdeniz Bölgesi denizel yağış rejimi ile Doğu Anadolu Bölgesi karasal yağış rejimi ve İç Anadolu Bölgesi karasal yağış rejimleri arasında bir geçiş alanı durumundadır. Bu nedenle Malatya İli, Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunuyor olmasına rağmen, daha az soğuk ve daha az karasal iklim özelliği göstermektedir. Malatya Ovası ve yakın çevresi, yıl içinde altı aydan daha uzun süren bir kurak devreye sahiptir. Ancak bu kuraklık süresi çöl şartları özelliğinde olmayıp zirai kuraklık sınırı da oluşturmamaktadır. Söz konusu alanda kış mevsimi daha kısa ve daha az soğuk olup yaz mevsimi daha uzun ve sıcaklık değerleri de daha yüksektir. Yağış miktarı genel olarak ilkbahar ( % 35 ) ve kış ( % 34 ) aylarında yoğunlaşırken, yaz ( % 7 ) aylarında en aza inmektedir. Malatya ve yakın çevresinde kurak devrenin hâkim olduğu yaz yarıyılı, Nisan ve Eylül ayları içinde kalırken; az veya çok nemli devrenin hâkim olduğu kış yarıyılı ise, Ekim ve Mart ayları içinde kalmaktadır. Yine Malatya Ovası ve yakın çevresinde yıllık sıcaklık ortalaması 13,6 ºC olup yıllık yağış miktarı ise 350 mm. kadardır. Malatya İli, İrano – Turaniyen Fitocoğrafya Bölgesi içinde yer alan ve ağaçsız olan gerçek step alanıdır. Bu alanda kuraklığa ve soğukluğa dayanıklı olan meşe ve sarıçam ağaç türleri ile püskülotu, kekik, sütleğen ve yumak gibi otsu bitkiler yaygındır. Dere ve su kenarlarında ise kavak ve söğüt toplulukları ile yabani gül, iğde, böğürtlen ve sumak bulunmaktadır. İl alanının 367. 253 ha. ( %30 ) ormanlık ve fundalıklarla, 125.153 ha. ( %10) ise çayır ve meralarla kaplıdır. İl genelindeki yerleşim alanlarının yakın çevresinde bulunan tarım alanlarında ise önemli tarımsal ürünler olarak sebze ( domates, biber, lahana vb. gibi) ve meyve bahçeleri ( kayısı, kiraz, ceviz, elma vb. gibi ) ile üzüm bağı alanları ve fidanlıklar bulunmaktadır.
Malatya, eski çağlardan beri Anadolu ve Ortadoğu’nun geçit veren kavşak noktasındadır. Doğuda en eski ulaşım yolu; Malatya –Sivas üzerinden Erzurum‘a, oradan da Kafkasya‘ya uzanan yoldur. Buna, Karasu-Aras yolu da diyebiliriz. Öte yandan Güneydoğu’ya, Malatya ve Diyarbakır üzerinden Mezopotamya‘ya uzanan yol önemlidir. Malatya‘dan doğuya doğru Murat, Karasu-Van Gölü önemli tabi yollardan biridir. Diğer önemli bir yol ise Güneyden gelip Malatya‘da düğümlenen Malatya-Kahramanmaraş arasında Torosların çok kesif göründükleri bir sahada, akış yönleri farklı vadilerin takip ettiği tabii bir koridor boyunca uzanmaktadır. Güneyde dağlar arasında açılmış bir başka yol, Adıyaman üzerinden Urfa’yı Malatya‘ya bağlamaktadır. Belirtilen yollar, Malatya’da birleşerek kuzeyde Kafkasya‘ya, güneyde Çukurova, Mezopotamya ve Suriye’ye, batıda Ege sahillerine, doğuda İran ve uzak doğuya kadar uzanmaktadır. Bu yollar, Akad İmparatoru Sargon zamanından beri işlemekteydi. Hititler zamanında da işlemekte olan bu yoldan Hitit Krallarının geçerek Anadolu üzerindeki devletlerle savaştığı bilinmektedir. Hitit Kralı Şuppililiuma’nın bu yoldan geçerek Aşağı Fırat boylarına indiği, dolayısıyla Malatya civarında Fırat Nehrini geçtiği kaynaklarca belgelenmektedir. Bu yolun Kayseri-Kültepe ‘den başlayarak, Gürün Darende Malatya Samsat üzerinden Urfa’ya vardığı buradan da ikiye ayrılarak Gargamış ve Halep’e, diğerinin de Nusaybin üzerinden doğuya Asur ve Babil’e gittiği tahmin edilmektedir. Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaret ve kültür alışverişinin bu yol üzerinden yapılması, Malatya’nın tarihi ve kültürel önemini artırmıştır.
Antik çağlarda kullanılan yolların yanında, Roma döneminde ticaretle sınırların korunması amacıyla yeni yol yapımına geçilmiştir. Malatya’nın büyük bir askeri merkez olması sebebiyle Romalılar, askeri ve ticari amaçla kullanılan yollarını Malatya‘dan geçirmişlerdir. Bu durumu, yol kenarlarına dikilen mil taşları doğrulamaktadır. Bizans İmparatorluğu Roma yollarını aynı amaçla kullanılmıştır. Araplar, Bizans topraklarına yaptıkları akınlardan sonra geri çekilirken Kommagene ile Malatya arasındaki geçitten faydalanmışlardır. Türkler ise Fırat Nehri’ni Malatya yakınlarında aşarak Orta Anadolu‘ya ulaşmışlardır.
Ön Tarihte Malatya
Coğrafi konum itibariyle tabii yol üzerinde olan Malatya ön tarihinin Paleolitik çağa kadar indiği, Malatya’nın birçok yerleşim alanlarındaki mağaralar ile özellikle de Yazıhan’daki Ansır (Buzluk) ve Malatya merkezinde İnderesi mevkiinde bulunan mağaralardan anlaşılmıştır. 1979 yılında başlayan Karakaya Baraj Gölü kurtarma kazıları kapsamındaki İzollu mevkii Cafer Höyükte yapılan kazılarda, o yöre insanının Paleolitik mağaralardan çıkıp ilk defa ovada tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları ve yerleşik köy hayatına başladıkları anlaşılmıştır.
Cafer Höyük kazılarıyla, Malatya ve çevresinin M.Ö. 7000 yılında İskâna başladığı anlaşılmaktadır. 1979-1986 yılları arasında kazıları sürdürülen Pirot-Caferhöyük sonucu dünyanın ilk heykel örneği sayılan, beyaz kireçtaşından yapılmış küçük figürünler, M.Ö. 7000 yılına tarihlenmektedir. Kazı sonrası gün ışığına çıkarılan bu eserler halen Malatya Müzesinde sergilenmektedir. Tarih kronolojisini takip ettiğimizde, yörenin ana seramiği tek renk olup, ateşte az pişirilmiş koyu astarlıdır. Bu seramik yanında ithal malı Halaf tipi seramik örneklerinin Hekimhan, Kuyuluk ve Arguvan Karahöyükte; Hassuna boyalı Seramik örneklerine ise Aslantepe, Değirmentepe, İsahöyük ve Fırıncıhöyük’te rastlanmaktadır. Aslantepe ve Değirmentepe kazıları, bölgedeki yerleşimin M.Ö. 5000-3000 yılları arasında Kalkolitik çağda devam ettiğini göstermektedir. Değirmentepe ve Aslantepe’de çok sayıda taştan ve pişmiş topraktan damga mühürleri ile pişmemiş toprak mühür baskıları bu yörelerin önemli bir ticaret merkezi olduğunu belgelemektedir. Anadolu ile olduğu gibi, Kuzey Mezopotamya ve Suriye ile de Fırat Nehri yolu ile ticaret bu dönemde yapılmıştır. M.Ö. 3000 yılında Malatya yöresinde seramik genellikle elle yapılmış, hamuruna ince kum karıştırılmış siyah astarlıdır. Bu seramik örneklerine; Aslantepe, Hasırcı, Fırıncıhöyük, Karahöyük, İsahöyük, Morhamam, Kösehöyük, İmamoğlu, Değirmentepe, Köşgerbaba ve Pirothöyük’te rastlanmıştır. Yine Malatya Kültür envanteri yüzey çalışması sırasında bu tür renkli seramik örneklerinin yoğun olduğu yerler tespit edilmiştir.
Eski tunç II. döneminde, M.Ö. 2500 yıllarında başlayan seramik örneklerine yörede yer yer rastlanılmıştır. Eski tunç III. evrelerine ait elle yapılan, ateşle pişirilen seramikler Malatya bölgesinde çoğunlukla devetüyü renkli olup, üzerindeki süsler, geniş bantlar şeklinde desenlerle kaplıdır. Bu örneklere Aslantepe, Değirmentepe, Pirothöyük‘te rastlanmıştır. Aslantepe kazılarıyla 1992 yılında gün ışığına çıkarılmış ve M.Ö. 3200 yıllarına tarihlenen tapınak, bölgenin en önemli dini ve kültür merkezi konumuyla, Mezopotamya Kültürü ile çağdaş ve hatta Anadolu’nun ilk tapınak örneklerinden olarak tarih ve arkeolojiye ışık tutmaktadır. Arslantepe’de devam eden arkeolojik kazılarda daha verimli bilgilerin alınacağı düşünülmektedir.
HİTİTLER DÖNEMİ
Hititlerin Anadolu’da, M.Ö. 2000 yıllarının başında varlıklarını gösterdikleri Aslantepe’den çıkarılan bazı seramik örneklerinden anlaşılmaktadır. M.Ö. 1750 yıllarında Kuşara Kralı Anitta, Anadolu’yu tek bir yönetim altında toplayarak siyasi birliği sağlamıştır. Bu dönemde Malatya’nın büyük bir ihtimalle siyasi birliğe katıldığı sanılmaktadır. I. Hattusilis, kuzey Suriye yolunu emniyet altına almış, yerine geçen oğlu I. Mursilis ise Anadolu birliğini Halep ve Babil seferlerinden sonra sağlamış. Malatya’nın bu krallar döneminde kuzey Suriye ile Anadolu arasında önemli yol kavşağında olması nedeniyle Hitit birliğine girdiği ve bir Hitit şehri olduğu kabul edilebilir. I. Mursilis, babası I. Hattuşiliş’in gösterdiği, dış menfaatlerin güneyde olduğu fikri üzerine hareket edip, Halep ve Bağdat’ı fethederek “Büyük Kral” unvanını aldığı Akad metinlerinde görülmektedir.
Hitit krallarından Ammunas ile Huzziyas’tan biri döneminde M.Ö. 15. yüzyılda yer, yer görülen isyanlar sonunda Hitit Birliğinin kuzey Suriye’deki egemenliği Mitanni Krallığının eline geçmiştir. Böylece, Malatya’da bu dönemde Mitanni egemenliği altına girmiştir. Hitit kralı Şuppililiuma, M.Ö. 1450 yıllarında Fırat nehrini geçerek bölgede yer alan Mitanni egemenliğine son verilmiştir. Böylece Malatya’yı yeniden Hitit İmparatorluğuna kazandırmıştır. II. Mursilis, Mutavalli ve III. Hattusilis dönemlerinde Malatya, Hitit merkezine bağlı kalmıştır. M.Ö. 1116-1096 yılları arasında bir Asur vesikasına göre, Asur kralı I. Tiglatplaser Malatya üzerine yürüyerek kral Allumu’yu yenmiştir. Şehir halkını rehin alarak vergiye bağlamıştır. M.Ö. 1200-1000 yılları arasında kavimler göçü sebebiyle Anadolu’da karanlık bir devir hüküm sürmüştür. Hitit İmparatorluğu, bu dönem sonunda tamamen ortadan kalkmıştır. Hititlerin torunları, M.Ö. 1000 yılından sonra varlıklarını şehir devletleri halinde sürdürmüşlerdir. Malatya, asıl önemini bu devirlerde almıştır. Hitit devleti, bir takım küçük feodal krallıklardan teşekkül ediyordu. Bu derebeyliklerden birisi de Fırat nehrinin Malatya civarında yaptığı dirseğin içinde bulunduğu tahmin edilen Alşe Krallığı idi. Geç Hitit döneminde; Malatya ve çevresinde özellikle İspekçur, Darende, Gürün ve Aslantepe’de Geç Hitit dönemine ait kitabeler ve steller bulunmuştur. Heykeller ve steller Geç Hitit devrinin Malatya’da ne kadar geniş çevreye yayıldığını göstermektedir. M.Ö. 1000 yıllarında Malatya, Kargamış Krallığı’na bağlı olarak varlığını sürdürmüştür.
Gürün yakınlarında bulunan bir kitabeye göre “Sasa” adlı bir kimse Malatya kralı olarak bilinmektedir. Asur kralı II. Adad Nirari (M.Ö. 911-891) Kargamış’ı egemenliği altına alarak, Kargamış’ın Malatya üzerindeki hâkimiyeti son bulmuştur. Asur kralı III. Salmanassar (M.Ö. 858-824) Hilakku üzerinden Tabal’a geçmiş, burada 24 Tabal krallının takdim ettikleri haracı kabul etmiş ve dönüşünde Malatya üzerine yürümüş, Malatya kralı Lalli’yi yenerek ağır vergiye bağlamıştır. (M.Ö. 835). Geç Hitit şehir devletlerinden biri olan Malatya’nın tarihini Hitit hiyeroglif kitabelerinden, Asur krallarının yıllıklarından ve Urartu kitabelerinden öğrenmekteyiz. Asur vesikalarında; Malatya adı Milid, Melid, Milidia, Meliddu şeklinde geçmektedir. Urartu kaynaklarında Melitea, Hitit hiyeroglif kitabelerinde ise Şehir; “Dana başı ve ayağı” ideogramları ile temsil edilmiştir. Urartu krallarından İšpuiniš (M.Ö. 824-816) ile oğlu Meunas (M.Ö.816-807) zamanlarına ait Palu kaya kitabelerinde Milid kralı Sulumeli’yi mağlup ettikleri kaydı vardır. Fakat Malatya Kralı’nın bu yeni hâkimiyete kolay, kolay itaat etmediği anlaşılıyor. I. Argistis (M.Ö. 789-766) “Tanrı Haldi’nin sayesinde Hatti memleketlerine karşı sefer ettiğini ve Tuwate’nin oğlunun memleketini Melitea’yı zapt ettiğini anlatmaktadır”. Malatya kralları az sonra Urartu hâkimiyetine karşı yeniden ayaklanmış, III. Sarduri (M.Ö. 765-733) de Melitea kralı Sahu oğlu Hillaruwata’yı mağlup ederek, şehrini yağma ettiği anlatılmaktadır.
Urartular, M.Ö. 8. yüzyıl ortalarında Melid ülkesi olan bugünkü Aslantepe ile ilişki kurmak üzere II. Sarduri (M.Ö. 764-735) Fırat nehrini İzollu (Kömürhan) mevkiinden geçerek, bölgeyi yöneten Hilaruda’yı yenerek haraca bağladığı anlaşılmaktadır. Yine aynı bölge adı ile anılan “İzollu Kaya Kitabesi(Yazıtı)’ndan anlamaktayız. Bu kitabe şu sırada Karakaya baraj gölü altında olduğundan, mulâjı alınarak Malatya Müzesinde sergilenmektedir. Urartu egemenliği, Asur kralı III. Tiglatplaser’in (M.Ö.745-727) tahta çıkışına kadar devam etmiştir. Bu kral döneminde Malatya, M.Ö.733’de yeniden Asur krallığına haraç veren beylikler arasına girmiştir. M.Ö. 722 yılında Malatya kralı Funzianu, Asur kralı II. Sargon’a esir düşmüştür. Bu tarihte Asur kralının Malatya’yı egemenliği altına aldığı, bir isyan sonunda M.Ö. 713 yılında Malatya kralı Tarhunaz’ı esir aldığı anlaşılmaktadır.
Kralı halkı ile birlikte Basra’ya sürgün ettiği, Basra halkından bir kısmını Malatya’ya yerleştirdiği bilinmektedir. Malatya’ya Asurlu bir kral atadığını ve emrine 150 savaş arabası, 1.500 atlı, 20.000 yaya, 10.000 kalkan ve mızrak taşıyıcıları verdiğini II. Sargon’un kitabelerinden anlamaktayız. Buraya atanan kralın adı Mutallum’dur. Bu belgeye göre Malatya şehrinin o günkü nüfus ve büyüklüğü ile önemi gözler önüne serilmektedir. Asur kralı Sanherib (M.Ö 705-681) döneminde Asur egemenliğinde olan Malatya, Asar Haddon (M.Ö. 681-669) zamanında Asur egemenliğinden çekilmiştir. Bundan sonra bölgede Med ve Perslerin hâkimiyeti görülür.
MEDLER DÖNEMİ
Asurbanipal’ın (M.Ö. 669-631) ölümünden sonra, Asur’un ihtişamlı devri uzun süre devam etmedi. Bu arada Med’ler, Keyaksar’ın (M.Ö. 625-585) idaresinde güçlü bir devlet kurmuşlardır. Asur egemenliğinde bulunan Babil prensliği de hürriyetine kavuşmak istiyordu. Babil prensliğinin başında bulunan Nabupolassar, Asur aleyhine Med kralı Keyaksar ile bir anlaşma yapmıştır. Aynı zamanda Kimmerler’de Medlerle anlaşarak ittifak halinde harekete geçtiler. Bu kuvvetler, M.Ö. 612’de büyük bir saldırı ile Asur toprakları, Medlerle Babilliler arasında paylaşıldı. Anadolu toprakları, Kızılırmak nehrine kadar Medlerin payına düştü. Batı Anadolu’da bulunan Lidya devleti Medlerin Doğu Anadolu’da ilerleyişini endişe ile takip ediyorlardı. M.Ö. 590 yılında Malatya civarında Fırat nehrini geçen Med ordusu Kızılırmak nehri yakınlarına kadar olan toprakları ele geçirdi. Med kralı Keyaksar ile Lidya kralı Alyattes’in orduları M.Ö. 585 yılının 28 Mayısı’nda Kızılırmak nehri kıyısında karşılaştılar. Savaş esnasında güneş tutulması meydana geldiğinde her iki taraf, Tanrılarının savaş yapmalarını istemediğini düşünüp, bunu uğursuzluk sayarak savaşa son verdiler. Kızılırmak, iki taraf arasında sınır olarak kabul edildi. Böylece Malatya bölgesi Medler’in hâkimiyetine geçmiş oldu. Med devleti, askeri güce dayanan despot bir devletti. İstilâ ettiği bölgelerde kalıcı bir yönetim sağlayamıyordu. İran’ın güneybatı yaylalarında yaşayan Perslerin Ahameniş soyundan gelen II. Kiros, Med yönetiminin içine düştüğü çelişkilerden yararlanmaya kalkıştı. Med kralı Astiyağ’ın (M.Ö. 584-550) ordularını bozguna uğrattı. Kısa sürede Kızılırmak nehrinin doğu kıyısına kadar bütün Anadolu’ya egemen oldu. Böylece Malatya yöreleri de Perslerin eline geçti.
PERSLER DÖNEMİ
Pers kralı I. Dareios (Daryus, M.Ö. 522-485) ülkesinde düzenli bir yönetim kurmak amacıyla ülkeyi 127 vilayetten oluşan 23 büyük Satrab’lığa ayırdı. Malatya bölgesi merkezi Kayseri (Mazaka) olan Kapadokya Büyük Satrablığı’na bağlandı. Malatya yöresinde Med ve Pers egemenliğini yansıtan anıt eserlere rastlanmamıştır. Bölge ekonomisinin can damarı olan Mazaka-Malatya arasındaki yol, bu dönemde önem kazandı. Malatya; İran yaylasını Akdeniz’e bağlayan ulaşım yolu üzerinde sosyal ve ekonomik ilişkilerin düğümlendiği doğu ile batı arasında bir kent oldu. Malatya, M.Ö. 4. yüzyılda Makedonya kralı İskender’in Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra Perslerin idari sistemine dokunmadı. Bölgeye atadığı komutanları ile Helenistik kültürünün Anadolu’ya yayılmasını sağladı. Malatya, bu dönemde Helen kültürünün etkisinde kalmıştır. İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra bu büyük imparatorluk, onun komutanları ve satrapları arasında bölüşülmeye başlandı. Malatya bölgesine ilk önce, İskender’in Kapadokya satrapı Evmenes sahip çıktı. Ancak, Evmenes M.Ö. 315’de komutan Antigonos’a yenildi. İskender’in Babil Satrapı Selevkos, uzun savaşlardan sonra Antigonos’u yenince İran, Irak ve Güney Anadolu toprakları bu sefer onun egemenliği altına girdi. (M.Ö. 312) Büyük Selökid devletinin temelleri atılmış oluyordu. Selevkos’un Malatya’yı içerisine alan topraklarda da egemenlik kurması, ancak rakibi Lisimakhos’u M.Ö. 281’de yenilgiye uğratmasından sonra gerçekleşmiştir.
Selökidlerin Malatya’da tahakkümleri bir yıl sürmüştür. Yöre insanının isyanı sonucu Selökidler Malatya’yı terk etmek zorunda kaldılar. Aynı zamanda Kapadokya Krallığı bölgede hâkimiyeti ele geçirdi. Güney komşu Selökidlerle iyi geçinmeye çalışan Kapadokya yönetiminin Malatya bölgesindeki egemenliği daha da güçlendi. Kapadokya Krallığı, bir süre sonra “Sofen Prensleri” diye anılan ve bugünkü Harput yöresinde bağımsızlığını ilan eden prenslere boyun eğdi, Malatya yöresinin yönetimini bırakmak zorunda kaldı (M.Ö. 212). Böylece bölgedeki yönetim, tekrar Selökidler’in eline geçmiştir. Bu yönetimden memnun olmayan yöre halkı, kuzeyde bulunan Pontus kralı Farmekes’in koruması altına sığınmıştır (M.Ö. 170). Malatya bölgesi uzun süre Pontus Krallığına bağlı olarak kalmıştır. Pontus kralı Mitridates Evpator’un (M.Ö. 120-63), Pompeius komutasındaki Roma ordusuna yenilmesinden sonra bölge, merkezi Kelkit ırmağı kıyısındaki Kabira olan Roma eyaletinin sınırları içine alındı (M.Ö. 66).
ROMA DÖNEMİ
Roma ordularının uğrak yeri haline gelen Malatya; kuzeyi güneye, doğuyu batıya bağlayan bir düğüm noktası üzerinde bulunuyordu. Fırat nehrinin doğu ile batıyı birbirinden ayırması, buranın önemini daha da artırmıştır. Bu bölgeye Romalılar iki lejyonlarını yerleştirmişlerdir. Bu lejyonlardan biri Melitene’ye (Malatya) gönderilerek görevlendirilen lejyon XII. Fulminita’dır. Diğeri ise Samosata (Samsat-Adıyaman) gönderilen lejyon XVI. Flavia’dır. Roma’nın 30 lejyonundan ikisini Fırat kıyısına yerleştirmesi bölgenin önemini gözler önüne sermektedir. Melitene’ye yerleştirilen XII. lejyon doğudaki Roma’nın en önemli askeri üslerinden biri olmuştur. Bu lejyonlar bölgede asayişi sağlayarak, Karadeniz’den Zeugma’ya kadar uzanan doğu hudutlarının bekçisi olmuştur. Romalıların XII. lejyonu buraya yerleştirmelerinin sebebi; buranın önemli bir yol kavşağında olması, Fırat’ın burada geçit vermesi, su kaynaklarının ve yiyecek depolarının bol olmasındandır. XII. lejyonun Malatya’da yerleştirilmesi ile Aslantepe’de bulunan şehrin yeri değiştirildi. Buranın 4 kilometre kuzeyine bugün Battalgazi ilçesi adı verilen yere kuruldu. Şehrin etrafı surlarla çevrildi. Şehir surları (M.S.98-117) Traianus döneminde yapılmıştır. Traianus zamanında, Melitene, Parth’lara karşı önemli bir sınır üssü olmuş, askeri yolların geçtiği bir geçit noktası haline gelmiştir. Romalılar döneminde sınır şehri olma özelliğini taşıyan Melitene’ye komşu devletler tarafından sürekli saldırılmıştır. Savaşlar sebebiyle yıpranan şehir surları, imparator Constantinus (M.S. 363) zamanında tamir ettirilerek genişletilmiştir.
Bütün Roma ülkesinde olduğu gibi Melitene’de de huzursuzluk ve isyanlar artmış, şehir sürekli el değiştirmiştir. Daha sonra Pers kralı Sapor’u Bizans imparatoru Valens yenerek bölgede Roma nüfuzunu yeniden sağlamıştır. Romalılar tarafından askeri bir karargâh olarak kullanılan Malatya’da o döneme ait eserler tahrip olduğundan günümüze ulaşamamıştır. Malatya Kültür Envanteri yüzey araştırmalarında özellikle Arapgir, Akçadağ, Arguvan, Darende, Doğanşehir, Hekimhan, Yazıhan, Yeşilyurt İlçelerinde çok sayıda kaya mezar odaları ve tümülüslerle karşılaşılmıştır. Yine Arapgir’in Esikli ve Gözeli Köylerinde (Kuyulan Mevkii) korunabilmiş durumda yol izleri tespit edilmiştir. Ayrıca Doğanşehir, Pütürge ve Hekimhan’da karşılaşılan kale yerleşimi kalıntıları ve yol güzergâhlarındaki ileri gözetleme alanları; Roma döneminde yerleşimle ilgili bilgiler vermektedir. Ancak bu dönemle ilgili daha yeterli veriler bilimsel kazı çalışmalarıyla ortaya konulabilecektir. Ulaşabilinen kültürel buluntular ve kalıntılar Malatya müzesinde sergilenmektedir. Theodosius Magnus (M.S. 379-382), 395’te imparatorluğu oğulları Arcadius ve Honorius arasında bölüştürmüş. İmparatorluğun doğusu Arcadius’a düşmüştür. Malatya, İmparatorluğun ikiye bölünmesinden sonra Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu içinde kalmış, bundan sonra da önemini sürdürmüştür.
BİZANS DÖNEMİ
Doğu Roma yönetiminde uzun yıllar kalan Malatya, yine bir askeri üs olarak kullanılmıştır. Bu süre içerisinde surlar, yeniden onarılmıştır. Fulminatris lejyonu adi verilen askeri karargâha Bizanslılar “Likandos” adını vermişlerdir. Bizans İmparatoru Akilleon (457-474) Malatya’yı İmparatorluğun 12. Temi olarak adlandırmıştır. 532 yılında İmparator Justinyanus zamanında şehir surları yeniden restore edilerek müstahkem hale getirilmiştir. Bunun zamanında Malatya, bir eyalet merkezi durumundadır. Bizanslılar, Malatya’yı Romalılardan daha çok geliştirmişlerdir. Şehrin su ihtiyacı, bugün olduğu gibi Derme Suyu olarak bilinen Gündüzbey su kaynaklarından karşılanmıştır.
Yörede Gündüzbey, Yeşilyurt, Yakınca, Banazı, Bostanbaşı ve Tecde adıyla bilinen yerleşim merkezlerinin Bizans döneminde kurulduğu sanılmaktadır. Çünkü bahsi geçen yerlerde Bizanslılardan kalma mozaikli havuz ve ev kalıntılarına rastlanmaktadır. Bunlardan birisi Tecde’de bulunan Zirai Araştırma İstasyonu meyve fidanlığının bulunduğu, alanda olduğu tespit edilmiştir. 1985 yılında sözü edilen yerde yapılan havuz çalışmaları kazısı sırasında yedi adet altın Bizans sikkesine rastlanmıştır. Bunlar Malatya müzesinde sergilenmektedir. Bir diğeri ise Yukarı Banazı (Konak) köyünün Horata adı verilen suyun yanında bir üzüm bağının içindeki kalıntılardır. Öte yandan şehir içinde ve çevresinde bulunan kale kalıntılarından şehrin geniş bir alana yayıldığı ve halkının Hıristiyanlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Şehir ve çevresinde çok sayıda kilise ve manastır yaptırılmış, ancak bu mabetler İslam-Bizans mücadelesi sırasında tahrip edilmiştir. Müslümanlar tarafından yaptırılan cami ve mescitler, Hıristiyanlarca aynı tarzda hareket edilerek yıktırılmıştır. Bizanslılar, Malatya’yı Sasanilere karşı bir hudut şehri olarak kullanmışlardır.
575 yılının sonbahar mevsiminde Sasanilerle Bizanslılar arasında büyük bir meydan savaşı olmuş, Sasani imparatoru I. Hüsrev yenilgiyi hazmedemeyerek intikam amacı ile şehri yakıp yıkmıştır. Uzun süre Bizanslılar ve Müslüman Araplar arasında el değiştiren Malatya, Avasım şehirlerinin merkezi durumuna getirilmiştir. Anadolu’da Fırat’ın doğu kısmi Müslümanların ilk istilası sırasında ele geçirilmiştir. Emeviler devrinde de bu fetih tamamlanarak Anadolu’nun güney bölümü olan Adana, Ceyhan ile Fırat arasındaki toprakların kontrolüne geçmiştir. Adana bölgesinin merkezi Tarsus, Fırat bölgesinin merkezi Malatya olmak üzere iki hudut valiliği kurulmuştur. Anadolu’nun tamamen Türkleşmesine kadar Malatya, Bizans ve Müslüman Araplar arasında paylaşılamayan bir merkez konumundadır. VII. yüzyıldan itibaren sürekli Arap akıncıların saldırısına uğramıştır. 1993 yılında Battalgazi ilçesinde Belediye hamam inşaatı hafriyatı sırasında ele geçen VII. Mikhael Dukas (1071-1078) dönemine tarihlenen altın sikkelerden anlaşıldığı kadarıyla bu eserler Malatya’da Bizans döneminin sonu olarak karşımıza çıkar.
İSLAM DÖNEMİ
Müslüman Araplar, Anadolu’ya yaptıkları seferlerde Malatya’yı birkaç defa ele geçirmişlerdir. İyaz bin Ganem’in Habib bin Mesleme komutasında Malatya üzerine gönderdiği Arap ordusu kenti aldı ise de burada fazla kalamadı. Karşı saldırıya geçen Bizanslılar kenti geri aldılar. Suriye valisi Muaviye, Habib bin Mesleme’yi yeniden Malatya üzerine gönderdi. 656 yılında kenti alan Mesleme, buraya askeri birlikler yerleştirdikten sonra yönetimi kendi atadığı bir valiye bıraktı. Muaviye (661-680) bu kente gelerek bir zaman kaldı ve asker sayısını artırdı. Kenti Müslümanlaştırmak gayesiyle Irak ve Suriye’den Müslüman halkın bir kısmını getirerek Malatya’ya yerleştirdi. Bizanslılara karşı yapılan yaz seferlerinin üssü durumuna getirilmiştir. Hz. Ali ile Muaviye taraftarları arasındaki mücadeleler zamanında Müslümanlar, Anadolu seferlerini ihmal ettiğinden fırsattan yararlanan Bizanslılar Müslüman halkın ve askerlerin çekilmiş olduğunu görerek Malatya’yı yeniden zapt ettiler. Şehrin kalesini yıkıp, Müslüman halkı kılıçtan geçirdiler.
Emeviler döneminde Halife Ömer bin Abdülaziz (717-720) kaçmakta olan Darende halkını Malatya’ya yerleştirdi. Cavana bin El- Haras’ı buraya vali olarak atadı. 740-41 yılında Askivas komutasındaki Bizans Ordusu Malatya üzerine yürüdü. Kuşatma sırasında halk, kent kapılarını kapayarak Halife Hişam’dan (724-743) yârdim istedi. Bunun üzerine Bizanslılar çekildilerse de Halife Hişam Malatya’ya girdi, şehir onarılıncaya kadar buradan ayrılmadı. Şehre vali olarak atanan Melih İbn-i Sebeb ve yanında seferlerde bulunan Abdullah el Battal Bizanslıların elinde bulunan Synada şehrini kuşatmışlardır.
İslam orduları Pelezaium adi verilen yerde ağır bir yenilgiye uğramışlardır. Bu savaştan üç sene sonra 740 tarihinde Abdullah El Battal, Eskişehir yakınlarında Akronion önünde yapılan savaşta şehit düşmüştür. Ayni tarihte Malatya’da Bizans-Arap çatışmalarında Battalgazi’nin silah arkadaşı Abdulvahap’ın da şehit düştüğü sanılmaktadır. 755 tarihinde Bizans İmparatoru V. Konstantinos tarafından yakılıp yıkılan Malatya, aynı tarihte Salih bin Ali bin Abdullah komutasında saldırıya geçen İslam ordusu, V. Konstantinos komutasındaki Bizans ordusunu yenerek şehri yeniden ele geçirmişlerdir. Abbasi Halifesi El Mansur (754-775), yeğeni İmam Abdulvahap bin İbrahim’i Malatya valiliğine atadı. Vali, 757 yılında Hasan bin Kahtaba komutasındaki kuvveti ile gelerek Malatya’yı yeniden onarttı. Onarımı tamamlanan Malatya’ya 4.000 kişilik kuvvet bırakarak buradan ayrıldı. Halife Harun El Reşit (786-809) döneminde Malatya’ya karşı yapılan bir Bizans saldırısı püskürtülmüş ve şehir tahkim edilmiştir. Halife el Memun döneminde (813-833) oğlu Abbas Malatya’yı üs durumuna getirerek Bizanslılar üzerine saldırılar düzenledi. Bizans İmparatoru Theophilos, 837 yılında Doğanşehir ve Malatya üzerine saldırıya geçerek yöreyi yakıp yıktı. 838 yılında Halife El Mutasim’ın (833-842), Ebu Said Muhammed bin Yusuf komutasında Bizanslılara karşı çıkardığı Arap ordusu başarılı olamadı. Türk asıllı Afşin ve Arap asıllı Abdullah bin Mervan El Akta komutasındaki İslam ordusu Malatya halkının da yardımıyla Bizans ordusunu bozguna uğrattı. Ancak 841 yılında Bizans orduları, şehri yeniden ele geçirdiler. 9. Yüzyılın ortalarına doğru Malatya’nın bati ve kuzey yörelerinde yerleşmiş bulunan Pavlikiyenler Bizanslılara karşı ayaklandıklarından Malatya Valisi bin Abdullah bin El Akta onları destekledi. 863 yılında Anadolu içlerine bir sefer düzenledi. 3. Michael (842-867) Petronas komutasındaki Bizans ordularınca ağır yenilgiye uğratıldı. Komutan Ömer bin Abdullah El Akta bu savaşta şehit düşmüştür. I. Basileios (867-886) zamanında Bizans ordusu Darende ve Doğanşehir’i alarak, buraları yakıp yıktılarsa da Malatya’yı ele geçiremediler.
Bizanslılar, kuşatma sırasında ağır kayıplar verdiler. İmparator esir olmaktan zor kurtuldu. 917 yılında Arap komutanı Munis El Muzaffer Malatya’dan İç Anadolu üzerine bir sefer düzenledi. Bu seferi 923 yılında Muhammed bin Nasir, yaz ve kış seferlerinden başarı kazanması üzerine Bizanslılar 926-927 yıllarında Kurkuas komutasındaki bir ordu ile karşı saldırıya geçtiler ve Malatya yöresini yağmaladılar. Malatya valisinin oğlu Ebu Hafs ile komutanı Ebul Aşaş’ı Kurkuas’a göndererek Bizans egemenliğini kabul etti. Musul Hamdani emiri Nasr üd- Devle El Hasan’ı (929-962) amcası Said üd-Devle Malatya’ya sefer düzenleyerek şehri Bizanslılardan geri aldı. 934 yılında, Kurkuas, Malatya’yı yeniden alarak surların tümünü yıktırıp, kenti savunmasız bıraktı.
Bunu izleyen yıllarda Hamdani Sultani Seyf üd-Devle Ali (945-967) birkaç defa Malatya’yı istila etti. 961-962 yılında komutanlarından Naca, Bizanslılarla çarpışarak 18 gün boyunca şehri yağmalayıp, yakıp yıktırdı. Bizans İmparatoru II. Nikephor Focas, (963-969) Güneydoğu Anadolu ve Suriye’yi ele geçirdikten sonra savunmasız durumdaki Malatya’yı yeniden oturulur duruma getirmeye çalıştı. Suriye Yakubileri’ne haber salarak Malatya’ya gelip yerleşmelerini istedi. 970 yılında Yakubilerden büyük bir kısmı Malatya yöresine yerleşerek, Bizans egemenliği altında hayatlarını sürdürmeye başladılar.
SELÇUKLULAR DÖNEMİ
11. yüzyılda Türkler akın akın Anadolu’ya yöneldiler. Malazgirt zaferinden önce Malatya 1057 yılında Türklerin eline geçti ise de Bizanslılar kenti geri aldılar. L. İsaakios Comnenos (1057-1059) döneminde Türkler Malatya’yı ele geçirip halkını tutsak ettiler. Kenti tekrar ele geçiren Konstantinos Ducas (1059-1067), (1060-61) yıllarında Malatya’nın sur ve hendeklerini yeniden yaptırdı. Ne var ki kent 1064 ve 1066’da kısa süreli de olsa Türklerin eline geçmesine engel olamadı. Ancak Kuşatma için gerekli silahları olmayan Türkler, düzenli Bizans ordularıyla başa çıkamayarak almış oldukları toprakları bırakıp, geriye çekilmek zorunda kalıyorlardı. Bu sırada Ortodoks Bizanslılarla Gragoryen Ermenileri arasındaki anlaşmazlık devam etmekteydi.
Bizanslılar 11. Yüzyılın başlarında Doğu Anadolu’yu istila ederek, buradaki Ermenileri Fırat yöresine sürdürmüşlerdi. Aynı yüzyılda başlayan Türk akınları yüzünden Ermeniler, güneybatıya doğru inip Malatya, Maraş ve Urfa bölgesinde toplandılar. Ermeniler kendilerine zorla Ortodoksluğu kabul ettirmeye çalışan Bizanslılara düşmandılar. Bu yüzden Anadolu’nun Türklere karşı savunulmasında Bizanslılara yardımcı olmadılar. 1071 yılında Bizans İmparatoru Romanos Diogenes (1068 – 1071), Türkleri Anadolu’dan atmak için büyük bir sefer düzenledi. Malazgirt’te savaş alanını topluca terk eden Ermeniler, Balkanlarda Bizans ordusuna dâhil edilen Uz ve Peçenek Türklerinin Alparslan saflarına geçmesiyle Bizanslıların büyük bir bozguna uğramalarına sebep oldular. Bu zaferle Bizanslıların son direnme güçlerini kıran Türkler, hızla Anadolu içlerine akmaya başladılar. Kendi aralarında başlayan saltanat kavgalarında Kutalmışoğlu Süleyman Şah kendilerine vilayetler verilmediği için isyan eden şehzadeler ve başka beylerde kendi boylarıyla Anadolu’da bir yurt tutmaya çalışıyorlardı. 1072 yılında Alparslan’ın ölümü üzerine oğlu Melikşah (1072 -1092) tahta geçti. Ama amcası Kavurd onun sultanlığını tanımadı. Kavurd’un başlattığı ayaklanmayı bastıramayacağını anlayan Melikşah, bu sırada Anadolu’nun fethiyle uğraşan Artuk Bey’i yardıma çağırdı. Artuk Bey, 1073 yılında Anadolu’dan Melikşah’a yardım etmek amacıyla ayrıldı. Bu arada saltanat iddiasıyla Alparslan’a karşı ayaklanmış olan Kutalmışoğullarından Süleyman Şah ile kardeşi Mansur Konya’dan İznik’e kadar olan bölgeyi ele geçirerek 1075 yılında merkezi İznik olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurarak bağımsızlığını ilan etmişti. Akın akın gelen Türk göçlerinin Batı ve Orta Anadolu’da toplanmalarından yararlanan Ermeniler, doğuda birtakım prenslikler kurdular.
Bizanslıların Malatya-Antakya hattını Türklere karşı korumakla görevlendirdikleri Ermeni komutanı Filaretos, Malazgirt savaşından sonra kendi hesabına hareket etmeye başladı. Frank komutanı Raimbaut ve askerleri ile Toroslar’daki Ermeniler onun yönetimi altında birleştiler. Böylece güçlenen Filaretos, 1074 yılında Bizans İmparatoru 7. Michael Ducas’ın Antakya valiliğine atadığı komutan İzak’ı bozguna uğratmaya muvaffak oldu. Daha sonra Muş, Siirt yörelerinde Bizanslılara bağlı kalan Ermeni prensi Thornig ile çatışmaya girişti. Bu savaşlar sırasında Raimbaut öldü ise de Thornig’i saf dışı bırakmayı başardı. 1077 yılında Urfa’yı Bizans valisi Leon’un elinden aldığı gibi, Malatya’da yerleşen Ortodoks Ermeni Gabriel’i de kendisine bağladı. Selçuklulardan çekinen Filaretos, karısını Bağdat’a göndererek Melikşah’dan sağladığı bir fermanla Malatya’da hâkimiyetini perçinledi.
Fırat boylarında ortaya çıkan Ermeni Vasag’ı da 1079’da öldürten Filaretos, ardından Antakya’daki Rumları ortadan kaldırdı. Böylece; Malatya, Maraş Antakya ve Urfa yörelerini içine alan oldukça büyük bir prenslik kurdu. Bu sırada Anadolu Selçukluları giderek güçlenerek sınırlarını genişletmeye başlamışlardı. Bu durumdan kaygı duyan Filaretos, Büyük Selçuklu sultanı Melikşah ile kurmuş olduğu dostluğu devam etmekteydi. Süleyman Şah da, bu dostluğa karşı 1082 yılında doğu seferine çıkarak Kilikya yöresini kendisine bağladı. 1085 yılında Antakya seferine çıktığında Danişmendli Beyi Melik Danişmend Gazi, Malatya üzerine yürüdü, ama kenti alamadı. Filaretos, Melikşah’ın desteğini almak umuduyla Rey’e gitti. Bu gidişten bir sonuç elde edemedi ve kısa bir süre sonra Maraş’ta öldü. Süleyman Şah’ın 5 Haziran 1086 yılında Büyük Selçuklu Sultanı komutanlarından Tutuş tarafından öldürülmesi üzerine oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan’ın esir edilmeleri Anadolu Selçukluları’nı büyük bir sarsıntıya uğrattı. Süleyman Şah; bu sefere çıkarken yerine komutanlarından Ebu’l Kasım’ı bırakmıştı. Bu suretle devletin çökmesini engelledi. 1092 yılında Melikşah’ın ölümü üzerine İran’dan kaçan I. Kılıç Arslan İznik’e döndü. Onun yönetiminde Anadolu Selçukluları tekrar kısa sürede toparlandılar. Melik Danişmend Gazi ise Malatya’yı ele geçirmek için plan yapıyordu. I. Kılıç Arslan’ın kardeşi Kulan Arslan (Davud) Malatya’yı kuşattığında Melik Danişmend Gazi’nin de şehirde gözü olmasından dolayı oraya girerek Anadolu Selçukluları ile Ermeni Gabriel’i uzlaştırdı. Danişmendliler, Malatya üzerine saldırmak için uygun bir ortam beklerken, I. Kılıç Arslan 1095 yılında Malatya’yı Danişmendlilerden önce ele geçirmek için kuşatmayı yoğunlaştırdılar. Şehrin Ermeni ve Süryani halkı teslim olma yanlısı idi. I. Kılıç Arslan, bazı ayrıcalıklar tanıyacaklarına söz vererek Süryani patriğinin desteğini aldı ise de Gabriel onu öldürttü. Bunun üzerine, Anadolu Selçukluları kenti savaşla almaya karar verdiler. Bu sırada, I. Haçlı seferinin başlaması I. Kılıç Arslan’ın kuşatmadan vazgeçmesine sebep oldu. I. Haçlı seferi sarsıntısı geçtikten sonra, Anadolu Selçukluları ve Danişmendliler toparlandılar.
I. Kılıç Arslan Bizanslılarla uğraşırken, Melik Danişmend Gazi 1098 yılında Malatya üzerine yürüdü, şehir surlarının kuvvetli olması nedeniyle kuşatma uzun sürdü. Danişmendliler şehrin çevre ile bağlantısını keserek, üç yıl beklediler. Muhasaraya yaz aylarında devam edip, kışları tekrar Sivas’a dönüyorlardı. Uzun müddet dayanamayacağını anlayan Gabriel, Antakya Prensi Bohemond’a elçiler göndererek bir anlaşma sonunda, şehri ve güzelliği ile meşhur olan kızı Morfia’yı kendisine vermeyi teklif etti. Bunun üzerine Haçlılar hemen harekete geçtiler. Önce bunları sevinçle karşılayan Malatya’daki Ermeni Halk, Haçlıların yaptıkları yağma ve zulümler yüzünden, Danişmendlilerden yana olmaya başladı. Melik Danişmed Gazi, Ermenilerin yardımı ile Haçlıları Malatya önlerinde pusuya düşerek bozguna uğrattı. Başta ünlü Haçlı Kontu Bhomod ve Richard gibi Frank komutanları esir alındı. (1100). Niksar’da hapsedilen tutsakları kurtarmak için Avrupa’da yeni bir haçlı seferi düzenlendi. Bunun üzerine, Danişmendliler Malatya’yı kuşatmaktan vazgeçtiler.
Gabriel de Urfa kontu Bautounin’i Malatya’ya çağırarak himayesine girdi. 1101 yılında Anadolu’ya gelen Haçlı ordularını Anadolu Selçuklu ve Danişmendli kuvvetleri yok ettiler. Melik Danişmend Gazi, yeniden Malatya’yı kuşattı. Şehir kuşatılınca büyük bir kıtlık başladı. Gabriel ve Rumlar, Süryani ve Ermenilerden şüphelendikleri için, onlara zulüm ederek ve mallarına el koyarak birçoğunu da öldürdüler. Süryani halk Malatya Metropoliti Barsabuni’yi Gabriel’e gönderip, onu barışa yaklaştırmak istedi. Bunu kendisine karşı bir tertip zanneden Gabriel Bar Sabuni ile birlikte birçok ileri gelenleri öldürünce, askerler ve halk gazaba gelerek ihanete mecbur oldular. Şehrin kapılarını Danişmendlilere açarak askerlerin şehre girmesini sağladılar. Melik Danişment Gazi askerlerin şevkini arttırmak amacıyla, şehrin zenginliklerinden kendilerine pay verileceğini söyledi. Şehir alınınca ganimetler dağıtıldı. Bununla beraber kimseye dokunmayarak, halkın evlerine ve işlerine dönmelerini sağladı. Bundan başka ülkesinden buğday, öküz gibi zirai ihtiyaç maddeleri getirterek halka dağıttırdı. Zindanlarda bulunan insanları hürriyetine kavuşturdu. Gabriel ve ailesi, onun zulmüne uğrayan yerli Hıristiyanlar tarafından işkence ile öldürüldü. Malatya, Danişmend Gazi Ahmet zamanında bir saadet ve bolluk ülkesi oldu. Kılıç Arslan tarafından kuşatılan ancak, Haçlıların İznik’i kuşatmaları haberi üzerine bırakılan Malatya, artık Danişmend Gazi’nin fethi ile (18 Eylül 1101) Türk beldesi olmuş, daha sonra da Selçuklular ve Danişmendliler idaresinde kalmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan, öteden beri almak istediği Malatya’nın Danişmendlilerin eline geçmesini iyi karşılamadı. Melik Danişmend Gazi, Niksar’da tutuklu Haçlı komutanlarını fidye karşılığında serbest bırakınca, Anadolu Selçukluları ile Danişmendlilerin arası açıldı. I. Kılıç Arslan 1103 yılında Danişmendliler üzerine yürüdü. Maraş yöresindeki savaşta I. Kılıç Arslan üstün geldi. Melik Danişmend Gazi’nin 1105 yılında ölümünden sonra Anadolu Selçukluları Malatya’yı kuşattılar. Kenti elinde tutan Melik Danişmend Gazi’nin oğlu Yağısıyan fazla dayanamayacağını anlayınca kenti Anadolu Selçukluları’na teslim etti.
Büyük Selçuklu Sultanı Mehmet Tapar (1105-1118), Anadolu Selçuklularının büyük ilerleyişini kaygı ile izliyordu. Musul, iki devlet arasında savaş çıkmasına sebep oldu. Büyük Selçuklu Sultanı, Musul valiliğini Çökermiş’in elinden alıp, Çavlı’ya vermişti. Çavlı, Çökermiş’i öldürünce Musul halkı onun çocuk yaştaki oğlu Zengi’yi vali yaptı. Çavlı Musul’u kuşattığında kent halkı, Malatya’da bulunan I.Kılıç Arslan’a haber göndererek yardım istedi. I. Kılıç Arslan, Çavlı’yı Nusaybin’de yendi ve Musul’a geldi. Kentin valiliğine oğlu Şahinşah’ı, komutanlığına da Bozumuş Bahadır’ı atadıktan sonra, yeni güçlerle Musul üzerine yürüyen Çavlı’yı karşılamaya hazırlandı. Savaşta Çavlı üstün geldi. I. Kılıç Arslan da öldürüldü. (1107) Musul’u alan Çavlı, Selçuklu şehzadesi Şahinşah’ı esir ederek İran’a götürdü. Bozumuş Bahadır, I. Kılıç Arslan’ın küçük oğlu Tuğrul Arslan’ı Malatya’ya getirerek Sultan ilan etti. Konya ve yöresinin yönetimini de Hasan Bey üstlendi. 1110 yılında İran’dan kaçan Şahinşah, Konya’ya gelerek tahta çıkıp Selçukluların yeniden toparlanmasını sağladı. 1115 yılında, Büyük Selçuklu Sultanı Mehmet Tapar, Porsuk komutasındaki bir orduyu Anadolu üzerine gönderdi. Artuklu beyi Necmeddin İl Gazi ve Malatya Sultanı Tuğrul Arslan ve Atabek’i Belek Porsuk’u yenerek geri çekilmeye zorladılar.
Bu arada Anadolu Selçukluları arasında taht kavgaları başlamıştı. Şahinşah’ın kardeşi Mesut, kayınbabası Danişmendli Emir Gazi Gümüştekin’in yardımıyla 1116 yılında, Anadolu Selçuklu tahtını ele geçirdi. Bu sırada, Artuklular ile Malatya Selçukluları, Franklara karşı savaşıyorlardı. Bunu fırsat bilen Mengücük beyi İshak (1118-1142) Malatya Sultanı Tuğrul Arslan’a ait Harput havalisine 1118 yılında bir akın yaptı. Bunun üzerine, 1119 yılında Tuğrul Arslan’ın Atabey’i olarak bu bölgeyi idare eden Belek, Mengücüklü beyliği üzerine yürüyerek Kemah bölgesini ele geçirdi. Trabzon Rum dukası Konstantin Gabras’ın yardımını sağlayan Mengücük beyi İshak geri döndüğünde, Tuğrul Arslan ve Atabeyi Belek, Danişmendli Emir Gazi Gümüştekin ile onlara karşı bir ittifak yaptılar. Gümüşhane’ye bağlı Şiran havalisinde (1120) yapılan savaşta Konstantin Gabras ile Mengücük beyi İshak yenilerek esir düştüler. Emir Gazi Gümüştekin esirleri, Tuğrul Arslan ve Belek’e danışmadan serbest bıraktığından, Danişmendliler ile Selçukluların arası açıldı. 1122 yılında Artuklu Beyi Necmeddin İl Gazi öldü. Yerine oğlu Hüsameddin Timurtaş geçti ise de ülkenin asıl yönetimi Malatya Sultanı Tuğrul beyin Atabeyi Belek’in elinde idi. Belek’in gücünden çekinen Danişmendli Emir Gazi Gümüştekin, Malatya Sultanı Tuğrul Arslan üzerine yürümeyi göze alamıyordu.
Ancak, Belek’in 1124 yılında ölümünden sonra, Danişmendli Emir Gazi Gümüştekin Anadolu Selçuklu sultanı I. Mesud ile Malatya üzerine yürüdü. Yöre bütünüyle işgal edildi ise de Malatya teslim olmadı. Gümüştekin oğlu Muhammed’e kuşatmaya devam etmesini söyleyerek geri döndü. Muhammed, Malatya yakınlarında Samanköy’e yerleşerek kenti altı ayın üzerinde kuşatma altında tuttu. Malatya’da kıtlık baş göstermesi üzerine, Tuğrul Arslan Haçlılardan yardım istedi. Bu sırada Halep’i almaya çalışan Haçlılar, yardımda geç kaldılar. Tuğrul Arslan annesini de yanına alarak Minşar kalesine çekildi. Malatya’yı, yöreye gelmiş olan Gümüştekin’e teslim etti. (1124) Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud, kardeşi Tuğrul Arslan’ı böylece saf dışı bıraktıktan sonra Malatya’yı Emir Gazi’ye terk etti. Ancak, Ankara, Kastamonu yörelerine hâkim olan kardeşi Melik Arap, babasına ait olan beldenin Danişmendlilere verilmesine kızdı ya da bunu bahane ederek topladığı kuvveti ile 1126 yılında I. Mesud’un üzerine yürüdü. Emir Gazi Gümüştekin, o sırada Artuklularla uğraştığından, Sultan I. Mesud yenildi. Bizans İmparatoru II. Yuannis Komnenos’dan yardım alarak geri dönen I. Mesud kayınbabası Emir Gazi Gümüştekin ile birleşip Melik Arap üzerine yürüyerek onu yendiler. Böylece Anadolu Selçuklu taht kavgaları sona ermiş oldu. 1134 yılında Danişmend Gazi Gümüştekin öldüğünde, tahta büyük oğlu Melik Muhammed geçti ise de, kardeşleri Ayn Ud Devle ile Yağan onun sultanlığını tanımadılar. Melik Muhammed 1135 yılında Yağan’ı öldürttü, Ayn Ud Devle Malatya’ya kaçtı fakat burada tutunamadı. Melik Muhammed, 1143 yılında öldüğünde, Zunnun, Yunus ve İbrahim adlarındaki oğulları arasında taht kavgaları çıktı. Bu kavgalara Belik Muhammed’in kardeşleri Yağıbasan ile Ayn Ud Devle de karıştılar. Daha önce Malatya’dan ayrılmak zorunda kalan oğlu Ayn Ud Devle, Minsar kalesi beyi Yunus ile birleşerek geri döndü.
Kent halkı kendisini hükümdar olarak tanıdı. I. Mesud ise Zunnun’u destekliyordu. Sultan I. Mesud, Yağıbasan’ı yendikten sonra 1143’te Malatya’yı kuşattı. Kuşatma, Bizanslıların saldırıya geçmesi üzerine kaldırıldı. 1144 yılında, şehri ikinci defa kuşatan I. Mesud, Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos’un saldırması üzerine kenti yine alamadı. Ayn Ud Devle 1152 yılında ölünce yerine çocuk yaştaki oğlu Zulkarneyn geçti. Sivas’ta hüküm süren Yağıbasan, Zulkarneyn ile I. Mesud’a karşı ittifak yaptılar. Selçukluların Sivas’a yürümesi üzerine, bağışlanması için ricada bulundu. Yağıbasan’ı böylece saf dışı bırakan I. Mesud, Malatya üzerine yürüdü, direnemeyeceğini anlayan Zulkarney, Selçuklu egemenliğini tanıdı. 1155 yılında I. Mesud ölünce, yerine oğlu II. Kılıç Arslan geçti. Sivas Emiri Yağıbasan, Kayseri Emiri Zunnun ile Malatya Emiri Zulkarneyn, onun sultanlığını tanımadılar. Selçuklu tahtına, Ankara-Çankırı emiri Şahinşah’ı geçirmek için ayaklanan ittifak güçlerine yenilen II. Kılıç Arslan, yardım almak umuduyla Bizanslılara sığında (1162) Bizanslılardan aldığı yardımla geri dönen II. Kılıç Arslan Artuklu Kara Arslan, Mardin Emiri Necmeddin Alp’i, Dilmaçoğlu beyi Fahrettin Devlet Şah da ona katıldılar. II. Kılıç Arslan batıdan öbürleri doğudan saldırıya geçince, Yağıbasan kaçmak zorunda kaldı. (1163) II. Kılıç Arslan, bundan sonra Malatya’yı ele geçirmeye çalıştı. Malatya Emiri Zulkarneyn (1162) de ölmüş, yerine oğlu Melik Nesrettin Muhammed geçmişti. Ancak kardeşi Feridun onu tahttan indirdi. Nasrettin Muhammed de II. Kılıç Arslan’a sığındı.
Anadolu Selçukluları bu karışık ortamdan yararlanarak 1171 yılında Malatya’yı kuşattılar. Fazla direnemeyeceğini anlayan Ferudun kentten ayrılarak, II. Kılıç Arslan’ın rakibi atabey Nureddin Mahmut’un yanına sığındı. Nureddin Mahmud, Anadolu Selçuklularına karşı savaşa hazırlandığından, 2. Kılıç Arslan kuşatmadan vazgeçti. Malatya yöresinden 12.000 kişiyi sürgün ederek Kayseri’ye döndü. Nureddin Mahmut 1174 yılında ölünce, Anadolu Selçuklularının yanında bulunan Melik Nesreddin Muhammed gizlice Malatya’ya girdi. Kardeşi Feridun’u öldürdükten sonra kente hâkim oldu. (15 Şubat 1175) Öteden beri Malatya’yı almak isteyen Anadolu Selçukluları 1178 yılında kenti kuşatınca Nasreddin Muhammed Harput’a kaçtı ve Malatya Anadolu Selçuklularının eline geçti. II. Kılıç Arslan (1186) yılında ülkesini, yaşlandığı için sağlığında on bir oğlu arasında paylaştırdı. Malatya, Muizeddin Kayserşah’ın payına düştü. Kısa bir süre sonra kardeşler arasında taht kavgaları başladı. Sivas Emiri Kutbeddin Melikşah, Konya’yı ele geçirip kendisini veliaht ilan ettirdi ve öbür kardeşlerini saf dışı bırakmaya çalıştı. Baskıdan bıkan Malatya Emiri Muizeddin Kayserşah, 1191 yılında Selahaddin Eyyubi’ye sığındı. Onun desteğini sağladıktan sonra Malatya’ya dönebildi. Kutbeddin Melikşah bu defa Kayseri Emiri Nureddin Sultanşah’ı saf dışı etmeye karar vermiş, II. Kılıç Arslan’ı da kendisine katılmaya zorlamıştı. Kayseri’nin kuşatılması sırasında, Kutbeddin Melikşah’ın baskılarından bıkan II. Kılıç Arslan Nureddin Sultan Şah’ın yanına kaçtı. Bunun üzerine Kutbeddin Melikşah geri dönerek Konya’da Sultanlığını ilan etti. II. Kılıç Arslan, Nureddin Sultan Şah’ın saltanat hırsı ile yaptığı baskılar yüzünden, Uluborlu Emiri Gıyaseddin Keyhüsrev’in yanına gitti. Onu kendisine veliaht yaparak Konya’yı ele geçirdi. II. Kılıç Arslan, 1192 yılında öldüğünde yerine I. Gıyaseddin Keyhüsrev geçti. Ancak, 1196 yılında Konya’yı alan Tokat emiri Süleyman Şah, Anadolu Tahtına çıktı. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’de Bizanslılardan yardım almak için İstanbul’a gitti. II. Süleyman Şah, ülkede birliği sağlamaya çalıştı. 1200 yılında Malatya’yı ele geçirdi. Malatya Emiri Muizeddin Kayserşah, Eyyubilere sığınmak zorunda kaldı.1205 yılında, II. Süleymanşah öldüğünde yerine çocuk yaştaki oğlu III. İzzettin Kılıç Arslan geçti. 1196 yılında tahtı II. Süleymanşah’a kaptıran I. Gıyaseddin Keyhüsrev geri dönerek Konya’yı geri aldı ve sultanlığını ilan etti. Oğullarından İzzettin Keykavus’u Malatya’ya, Alâeddin Keykubat’ı Tokat’a, Celaleddin Keyferudun’u Koyulhisar’a Emir olarak atadı. Gıyaseddin’in 1211 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu Malatya emiri İzzettin Keykavus geçti. Kardeşi Alaaddin Keykubat onun Sultanlığını tanımayarak ayaklandı, sonuçta yenildi. Malatya civarında bulunan Masara (Minşar) ve bilahare de Kezirpert(Gaderbeyt) Kalesine hapsedildi. I. İzzettin Keykavus’un 1220 yılında ölümünden sonra yerine I. Alaaddin Keykubat geçirildi. Keykubat, Malatya şehir surlarını onartarak, kentin savunmasını güçlendirdi. Şehri imar eden Keykubat’ın en önemli eserlerinden biri de 1224 yılında yapılan ve Anadolu Büyük Selçuklu Mimari geleneğini temsil eden tek eser Malatya Ulu Camii (Eski Malatya – Battalgazi) dir.
Keykubat, Fırat boylarında 1226 yılında yeni fetihlere girişti.
Adıyaman, Kâhta ve Çemişgezek kaleleri Sultana tabi olmuştur. Kış yaklaştığında, Malatya’dan ayrılarak Antalya’ya hareket etmiştir. Alaaddin Keykubat yerine İzzettin Kılıç Arslan’ın geçmesini istiyordu. Ancak, 1237 yılında öldüğünde dönemin veziri Sadettin Köpek, hile ile II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i başa geçirdi. Anadolu Selçukluları’nın hizmetinde bulunan Harzemşah’lı beyler, bu durumu kabullenmediler. II. Gıyaseddin, Harzem Beylerinin ve askerlerinin başında bulunan Kayırhan’ı hapsettirdi. Kayırhan’ın hapiste ölümü üzerine Harzemşahlılar, batı ve orta Anadoluyu terk ederek, Malatya’ya doğru hareket ettiler. Masara veya Arapgir yolundan Fırat nehrini geçtiler, yol üzerinde bulunan bütün vilayetleri yağma ettiler. Bu durumda telaşa düşen II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Kemalettin Kamyar’ı merkez ordusunun komutanlığına tayin edip, Harzemleri geri döndürmek maksadıyla gönderdi. Kemalettin Kamyar Malatya’ya geldiğinde dönemin Subaşısı olan Seyf Üd Devle Er Tokoş’u onları takiben Harput’a yolladı. O da Harput Subaşısı Seyfettin Bayram ile birlikte Harzemlilerinde anlaşmaya yanaşmamaları sonucu savaş başladı. Onlar Seyfeddin Bayram’ı bazı askerleri ile öldürdüler, Seyf Üd Devle Er Tokuş’u da esir ettiler. Yöre büyük zararlar gördü. Moğol istilasının yaklaştığı sırada Harzemşahları kaybetmek, devletin direnme gücünü büyük ölçüde azalttı. 1240 yılında Baba İshak’ın emri üzerine Türkmenler, sığır, koyun ve diğer mallarını satıp silah satın aldılar; cihad ilanı Türk kabile ve obaları arasında yayılınca, Türkmenler her köşeden karıncalar gibi İsyana başladılar, kısa sürede bu isyan büyüyüp genişledi. Malatya Subaşısı Muzaffereddin Alişir, ayaklanmayı bastırmaya çalıştıysa da büyük kayıplar vererek bozguna uğradı. Malatya’ya dönen Muzaffereddin Alişir, yeniden asker toplayarak ayaklananların üzerlerine yürüdü, fakat yenilerek geri çekilmek zorunda kaldı. Devlet bu ayaklanmayı güçlükle önleyebildi. Selçukluların bu durumunu gören Moğollar, kararsızlıklaından sıyrılıp, Anadolu’ya saldırıya geçtiler. 1243 yılındaki Kösedağ Savaşında Selçuklular yenilgiye uğrayınca, Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Tokat’a kaçtı. Kösedağ bozgunu üzerine, Malatya subaşısı Reşideddin, yanına adamlarını ve değerli eşyalarını alarak Malatya’yı terk etti. Yöneticisiz kalan Malatya’da Müslüman ve Hıristiyan halk, anlaşıp kent surlarına ve kapılarına muhafızlar görevlendirerek Malatya’yı dış saldırılardan korudular. Ancak, Moğol istilası ürünlerin toplanmasına engel olmakta idi. Moğollarla anlaşma yapıldı ve kentin subaşısı Reşideddin geri döndü. Bu sırada Yasavur Noyan komutasındaki bir Moğol ordusu, Halep’ten sonra Malatya önlerine geldi. Moğollar surların dışında kalan halkı öldürüp, ürünleri yaktılar. Subaşı Reşideddin, kent halkından 40.000 altın toplayarak Moğollara verdi ve onların Azerbaycan’a dönmelerini sağladı. Moğolların ayrılmalarından sonra Malatya’da kıtlıkla birlikte veba salgını baş gösterdi. 1256 yılında Baycu Noyan, Anadolu seferine çıktı. II. İzzettin Keykavus’un Bizanslılara sığınması üzerine, 4. Kılıç Arslan Anadolu Selçuklu tahtında rakipsiz kaldı. 1257 yılında Baycu Noyan’ın Azerbaycan’a gitmesinden sonra geri dönen II. İzzettin Keykavus tahtı ele geçirdi. II. İzzetttin Keykavus, Şerafettin Ahmed’i Malatya’ya gönderdi. Moğollara yenilmesi üzerine yerine, cüssesi küçük zekâsı ve cesareti yüksek Ali Bahadır’ı Malatya’ya gönderdi. Büyük bir kıtlık geçiren ve buğdayın bir yükü 120 dirheme satılan Malatya’da halk Ali Bahadır’ı iyi karşılayarak, Sultan İzzettin’in hâkimiyetini kabul ettiler. Onun otoritesi ile yollar açıldı ve kıtlığa son verildi. Ancak, Baycu Noyan, Malatya üzerine yürüyünce, Ali Bahadır Kâhta’ya kaçtı. Baycu Malatyalılara Kılıç Arslan’ın saltanatını tanımaları için yemin ettirdi ve şehrin altınlarını toplayarak, Bağdat muharasına giderken, Kılıç Arslan’ın emirlerinden Fahrettin Ayaz’ı Malatya valiliğine tayin etti.
Baycu, 1258 yılında Anadolu’dan ayrılınca, Ali Bahadır Malatya önlerine geldi. Ettikleri yemine bağlı kalan Malatya halkı, Moğol istilasından da korktuğu için kentin kapılarını kapalı tuttular. Ancak, baş gösteren açlık yüzünden açmak zorunda kaldılar. Ali Bahadır, Kılıç Arslan yanlısı Fahrettin Ayaz ile iğdiş başı Muin’i öldürttü. Ali Bahadır Moğollar’ın ilerlediğini öğrenince Malatya’yı terk edip, Sultan İzzettin’in yanına döndü. Ülke karışıklıklar içinde bunalmıştı. Moğol baskısı giderek artıyor, Anadolu’daki Türkmen boyları da fırsat buldukça ayaklanıyorlardı. İlhanlı hanı, Olcayto, Anadolu üzerindeki İlhanlı egemenliğinin çökmekte olduğunu görünce 1314 yılında Emir Çoban’ı Naib tayin eylemişti. Olcayto için Haraç toplayan Mardu ve Cemaleddin, Malatya halkına sürekli baskı uyguladılar. Tecavüze uğrayan Malatyalılar bu mülkün 170 yıldan beri kendilerine ait olduğunu, Selçuklu sultanlarının verdiği beratların ellerinde bulunduğunu söyleyerek acı acı yakınıyorlardı.
Halep Memlük Emiri Seyfettin Tengiz, ordu ile Malatya’ya varınca Cemalettin Hızır, kentin ileri gelenleri ile birlikte onu karşıladı ve bağışlanmaları dileğinde bulundular. Seyfettin Tengiz tarafından affedilen Malatya halkı askerlerin şehri yağmalamalarına müsaade etmemek kapıya bırakılan muhafızları dinlemeyerek şehre girdiler. Selçuklular devrinde Malatya, sanayi ve ticareti ileri, zengin bir şehirdi. Burada kumaş dokuyan tezgâh miktarı 12.000 ile 19.000 arasındaydı. İşte Memlük askerleri bu zengin şehri yağmalamaya başladılar. Müslüman- Hıristiyan farkı gözetmeksizin kıymetli eşyalarını alarak, halkını esir ettiler. Bununla beraber dönüşte Müslüman esirleri serbest bıraktılar. Memlükler kentten ayrıldıktan sonra Emir Çoban, Malatya’ya gelip düzeni sağladı. Yakılıp yıkılan yapıların onarılmasını emretti. Malatya’nın müdafaası için de 2000 süvari bıraktıktan sonra, 1315’te Tebriz’e döndü. 1318 tarihinde sonra da Anadolu Selçuklu Devleti tarihe karıştı.
BEYLİKLER DÖNEMİ
1317 yılında, İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır döneminde, Emir Çoban büyük güç kazandı. Oğlu Timurtaş’ı Anadolu valiliğine atadı. 1327’de Emir Çoban’ın ölümü ile Timurtaş yerine vekil olarak Alaaddin Eratna Beyi bırakarak Memlüklere sığındı. Eratna Bey, 1338 yılında Memlüklerin egemenliğini tanıdıysa da 1340 yılında bağımsızlığını ilan etti. Bu sırada, Elbistan ve Maraş yöresinde büyük kitleler halinde toplanmış olan Oğuzların Bozok kolondan olan Dulkadir Türkmenleri, 1339 yılında Memlüklere bağlı olarak Dulkadir Beyliğini kurdular. Zeynettin Karaca Bey 1340 yılında Memlüklü Sultanı Melik Nasriddin Muhammed tarafından, Türkmen beyliğine ve Elbistan Valiliğine atandı. 1348 yılında Memlüklere isyan eden Zeyneddin, Melik Zahir ünvanını alarak bağımsızlığını ilan etti. Memlüklerin üzerine yürümesiyle Karacabey, Eratna Beyi Mehmet Beye sığındı, Mehmet Bey’de onu Memlüklere teslim etti. Karaca Bey’in yerine Elbistan valiliğine atanan Halil Bey kısa sürede Malatya, Maraş ve Harput’u ele geçirdi. Dulkadiroğullarının güçlenmesinden kaygı duyan Memlük sultanı Seyfettin Berkuk, 1386 yılında beyliğin başına Sülibeyi geçirdi. Kadı Burhanettin’in 1398 yılında Akkoyunlu Karayülük Osman Bey tarafından öldürülmesinden sonra Yıldırım Beyazıd, Malatya ve Elbistan’ı ele geçirmeyi planladı. Memlük Sultanı Berkuk’un ölümü ile yerine geçen Ferec’in küçük yaşta olması ve devlet adamları arasında çıkan anlaşmazlıklar Yıldırım Beyazıd’a aradığı fırsatı verdi. Memlüklerden Malatya’nın kendisine verilmesini isteyen Beyazıd, isteği reddedilince 1399 yılında şehri kuşatarak Malatya’yı ele geçirdi. Darende de bu tarihte Osmanlılar tarafından alındı. Beyliğin başına Nasıreddin Mehmet Bey geçirildi.
Bu sırada Anadolu’da Timur istilası başlamıştı. Timur’a karşı bazı düşmanca tavırlarda bulunan Nasıreddin Mehmet, Memlüklere bağlılığını gösterdi. Ancak, 1401 yılında Timur’un Malatya’yı yakıp yıkması üzerine Timur’un egemenliğini kabul etti. Memlüklerle anlaşarak Timur’a karşı birlikte hareket etmek istedilerse de Malatya’yı ele geçiren Osmanlılara kızgın olan Memlükler teklifi kabul etmediler. 1402 Ankara savaşında Osmanlıların yenilmesi üzerine Anadolu’da beylikler yeniden canlanmaya başladı. Daha sonra Dulkadiroğulları beyliği yüzünden Memüklerle Osmanlılar arasında sürekli çatışmalar oldu. Hersek Zade Ahmet Paşa ile Hadım Ali Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusunun Memlüklere yenilmesi üzerine, Dulkadiroğlu Ala Üd-Devle Osmanlılara karşı düşmanca bir tutum içerisine girdi. Çaldıran savaşından sonra (1515) Yavuz Sultan Selim, Sadrazam Hadım Sinan Paşa’yı Dulkadir Beyliği üzerine gönderdi. Dulkadir Beyi Ala Üd-Devle, Turna Dağı savaşında yenilerek dört oğlu ile birlikte öldürüldü. Beyliğin başına Şahsuvar Bey’in oğlu Ali Bey, Osmanlı Hükümdarı adına hutbe okutmak ve para bastırmak şartıyla geçirildi. Böylelikle 1515 yılından itibaren Malatya, Osmanlı hâkimiyetine geçmiş oldu. Şahsuvar Oğlu Ali Bey’in 1521 yılında ölümünden sonra Dulkadiroğullarının toprakları Beylerbeyliği olarak Osmanlı topraklarına katıldı.
OSMANLILAR DÖNEMİ
Malatya, 1515 yılından itibaren Osmanlı hâkimiyetinde huzur içinde yaşadı. 1577 yılında Suriye’de Şam Diyade adlı Türkmen aşiretinden Şah İsmail olduğunu iddia eden bir kişi ayaklandı. Malatya yöresindeki Türkmenlerin de ona katılmasıyla sayıları 50.000’i aşan asiler, Kırşehir yöresine kadar ilerlediler. Osmanlı Devleti bu ayaklanmayı güçlükle bastırdı. 1582 yılından sonra İran’la yapılan savaşlar Anadolu’da karışıklıkları daha da artırdı. Malatya ve Sivas yöresinde ayaklanan Kizir Oğlu Mustafa, adamlarıyla buraları haraca bağladı. Onun ölümünden sonra adamları, Malatya’dan Niğde’ye kadar yayılarak ayaklanmalarını sürdürdüler. 1582 yılında İran’la yapılan anlaşma sonrasında Anadolu askerlerinin büyük bir bölümü yurtlarına döndü. Osmanlı Devleti bundan sonra Celalileri (asileri) cezalandırma yoluna gitti.
Malatya yöresindeki asilerin bir kısmı yakalanarak cezalandırıldı, geri kalanlar ise ayaklanmalarını sürdürdüler. 1596 yılında Kiziroğlu Musta’nın adamlarından Kelp İlyas oğlu Ali, Malatya’da idi. Onun ve ünlü asilerden Karayazıcı’nın merkezi yönetimle olan çatışmaları, Malatya yöresine büyük zararlar verdi. Sivas Beylerbeyi Alacaatlı Ahmet Paşa, halka zulümkar davrandı. Emri altındaki askerler her yeri yağmaladılar. Arapgir kadısı Taret Efendi’nin İstanbul’a gönderdiği 1603 tarihli mektuplar bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bunlara göre Malatyalı Zeynel Bey, Arapgir Sancağının Alacaatlı Ahmet Paşa tarafından kendisine verildiğini ileri sürerek, 600 askeri ile Arapgir’e gelmişti. Kasaba halkı bunları kabul etmemiş, çıkan çatışmada asiler, halktan 200 kişiyi öldürmüşlerdir. Bu sırda yine Alacaatlı Ahmet Paşa’nın adamlarından Kayserili Bali Ağa, müfettişlik taslayarak Arapgir’e geldi, Malatyalı Zeynel Beyle birleşerek kasabayı haraca bağladı. Arapgir’de 40 gün kalan asiler 300’den fazla
evi yıkıp, yakacak olarak kullandılar. Zeynel Bey’in ayrılmasından sonra, Arapgir bu defa da Gerger’de oturan Başıbüyük Hamza Bey ile Kethudasının saldırısına uğradı. Başıbüyük oğlu Hamza Bey, 700 zorba ile kasabayı basıp halktan 100 kişiyi öldürdü, Arapgir halkı evlerini bırakıp dağlara kaçmak zorunda kaldı. Kasabada üç aydan fazla kalan Hamza Bey, her yeri yağmalayarak yöre köylerinden topladığı 40.000 Gerger’e gönderdi. Dağlara kaçan halkın bir bölümünü de yakalatarak soydu.
Bu dönemden sonra Malatya’da yer yer ayaklanmalar olduysa da Osmanlı’ya bağlı olarak huzurlu bir yönetim oluşturulmuştur. XIX. yüzyılın başlarında, Malatya kenti harap bir durumdaydı. Yılın yaklaşık 4/3’ünü bağlarda geçiren halk, bu yörelerde yerleşme eğilimindeydi. Kent de bu sebepten dolayı gelişemiyordu. 1835 yılında Malatya’dan geçen J. Brand, kentin sürekli eşkiya saldırısına uğradığını sıkça görülen salgın hastalıklardan zarar gördüğünü belirtmektedir.
1838 yılına, Osmanlı ordusu komutanı Hafız Paşa, karargâhını Harput Mezra’dan Malatya’ya taşıyınca, Eski Malatya (Battalgazi) tamamen terk edilmeye başlandı. Askerlerini barındıracağı ev bulamayan Hafız Paşa, bağlara göçen halkın evlerine el koydu. Ordu, 1838-1839 kışını Malatya’da geçirince kent halkı bağlara sığınmak zorunda kaldı. Bağların bulunduğu Asbuzu yöresi (bugünkü) Malatya olarak gelişmeye başladı. Ordu Nizip Savaşı için Eski Malatya’dan ayrıldıktan sonra, halk harap olmuş evlerine dönmedi. Malatya’dan geçen İngiliz gezgin, W.F. Ainsworth, askerlerin ayrıldığı kentte, yıkık 500 ev bulunduğunu yazmaktadır. Charles Texier de, kervansarayların ıssız, evlerin perişan olduğunu belirttikten sonra Eski Malatya’nın yakında kent olmaktan çıkacağını belirtmektedir. Yeni Malatya’nın kurulduğu Asbuzu yöresi, sulu bahçeler ve bağlardan oluşmaktadır. Ayrıca bağ ve çevrelerinde ufak yerleşim yerleri de bulunmaktaydı. Zamanla dış mahalleler Asbuzu ile birleşti. Malatya XIX. yüzyıl boyunca küçük bir kent olarak kalmış, asıl gelişmesi Cumhuriyet döneminde olmuştur. 1521 yılında Maraş (Dulkadiriye) eyaleti kurulduğunda Malatya bu eyalete bağlı bir sancaktı. Ayn-ı Ali Efendi’nin Kavanın-i Al-i Osman risalesine göre, 1609 yılında Maraş eyaleti sancakları arasında Malatya da bulunmakta idi. Bu durum uzun süre değişmemiştir. Başbakanlık arşivi, Maliyeden müdevver 9.590 nolu deftere göre, 1777-1787 yıllarında Malatya Dakka (Suriye Şehri) eyaletine bağlıydı. Bu tarihte Malatya Sancağının kazaları şunlardı: Kâhta, Taşabad, Şuuremaa Bucak, Gerger, Besni, Maşra, Hısınmansur, Samsat, Dostibirke, bu dönemde Arapgir, Sivas eyaletine bağlı bir sancaktı. Darende ise Sivas eyaletine bağlı, Divriği sancağının kazası idi. Malatya’da 1518-1530-1560 yıllarında üç defa sayım yapılmıştır. 1530 yılında kent nüfusu 300 kadardı. 1560 yılında ise 8700’ü bulmuştur. XVI. yüzyıl ortalarında Malatya’da 32 mahalle vardı. Malatya yöresi, Osmanlıların klasik döneminde, Maraş eyaletine bağlı bir Liva (Sancak) idi. 1831 yılındaki idari değişiklikle, Malatya Liva’sı, Maraş Merkez Liva, Samsat ve Gerger Liva’larıyla birlikte Maraş eyaleti sınırları içinde yer almakta idi. 1847 yılındaki idari bölünmede Malatya Livasının bu defa Harput eyaletine bağlandığı görülmektedir. Malatya’nın yanı sıra, Harput eyaletinin diğer Livaları Merkez Liva, Arapgir ve Besni’dir. 1867 yılındaki vilayet nizamnamesi ile Malatya Liva olmaktan çıkıyor ve kaza’ya dönüşüyordu. Bu dönemde, Malatya kazası, Diyarbakır vilayetinin Mamuret-ül Aziz Sancağına bağlı kazası idi. 1877 yılındaki Devlet Salnamesi, Malatya’nın, Diyarbakır vilayetine bağlı bir sancak olduğunu kaydetmektedir. Bu dönemde, Malatya sancağının kazaları sırasıyla; Akçadağ, Besni, Hısınmansur ve Kâhta idi. Arapgir kazası ise Mamuret-ül Aziz’e bağlı idi. 1892 yılındaki Devlet Salnamesi Malatya sancağının Diyarbakır vilayetinden alınarak, Mamuret-ül Aziz vilayetine verildiğini belirtmektedir. Bu dönemde Malatya Sancağının kazaları, 1877 yılındaki durumlarını muhafaza etmekte idi. Cuinet, Malatya Sancağının 1891 yılında 5 kazası, 9 nahiyesi ve toplam 1240 köyü olduğunu yazmaktadır. 1918 yılında Malatya Sancağı, 1892 yılındaki durumunu korudu. Bugün Malatya’ya bağlı olan Darende kazası ise 1867 yılından sonra Sivas Merkez Sancağına bağlıydı. Osmanlı döneminin sonunda Müstakil Mutasarrıflık olan Malatya, bu durumunu 1924 yılına kadar sürdürmüştür.
1881-1893 yılları arasında Malatya Merkez Kazası’nın 133.244 nüfusu vardı. Cuinet, 1892 yılında Malatya sancağının toplam nüfusunun 216.280 olduğunu belirtmektedir. Cumhuriyetle birlikte (20 Nisan 1924 Anayasası 89. Maddesi) il olan Malatya, yabancı işgaline uğramayan, nadir kentlerinden biridir. Malatya Ali Galip olarak bilinen ve Mustafa Kemal’in tutuklanmasını amaçlayan olayın dışında önemli bir hadiseye şahit olmamıştır. Malatya, Mondros Mütarekesi döneminde, Karargâhı Diyarbakır olan 13. Kolordo’nun denetimi altında idi. Kolorduya bağlı 12. Süvari ve Topçu alayının karargâhları buradaydı. Yöre halkının siyasi eğilimlerini aşiret ilişkileri belirliyordu. 1919 yılında merkezi İstanbul’da olan Kürt Teali Cemiyeti’nin Elazığ Şubesi aracılığıyla Malatya yöresinde de yoğun bir çalışmaları vardı. Bu cemiyet 1919 yılının Ağustos ve Eylül aylarında Malatya, Mutasarrıfı Bedirhanlı Halil Rahmi Bey ve İngilizlerin Musul’daki siyaset temsilcisi Nowill’in yardım ve gayretleri ile bir ayaklanma için yoğun çaba harcıyorlardı. Bu çalışmaları, Harbiye ve Dâhiliye nezaretlerine bildiren birlik komutanları gerekli tedbirlerin alınmasını isteyerek ve kendileri de üzerlerine düşen görevleri yaparak tehlikeyi bertaraf etmişlerdir.
Hazırlayan: Mehmet KAZANCI, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Müdür Yardımcısı, Tarihçi
Yararlanılan Kaynakça:
1. ………….. : Tarihte ve Günümüzde Malatya’96, (Hazırlayan:
Komisyon), Malatya Valiliği yayınları, Ankara 1996, s.20-42
2. Hüseyin ŞAHİN : “Arslantepe Ören Yeri”, Hüseyin Şahin Özel
Arşivi 2008, Malatya.
3. Hüseyin ŞAHİN : “Malatya Kültür Envanteri Yüzey Araştırması
Notları”, Malatya 2010