• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/2433443823537106/?multi_permalinks=2451325328415622&notif_id=1574335095257990&notif_t=feedback_reaction_generic
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam33
Toplam Ziyaret100075
Takvim

 

                            

    • EKİN ZAMANI OKUL MÜZELERİ
    • Mimar Sinan İlkokulu

Coğrafi Yapısı ve Tarihi

 
 
​İlin Coğrafik Yerleşimi ve Özellikleri

  Doğu Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Fırat Bölümü ile Yukarı Murat-Van Bölümündeki Bitlis, 410  33' –  430 11' doğu boylamları 370 54'- 380 58' kuzey enlemleri arasında yer almaktadır. Bitlis ili, İstanbul, Ankara,  İzmir gibi ülkemizin önemli sanayi ve ticaret merkezleri konumundaki illere oldukça uzak bir mesafededir.  Ankara'ya karayoluyla 980 km, Mersin Limanı'na 805 km, Diyarbakır'a 210 km ve Van iline 168 km  uzaklıktadır.
Bitlis'in  genel olarak yüzölçümü 6.707 km2  dir. Bu rakama Van Gölü'nün Bitlis ili sınırları içerisinde kalan 1.876 km2  lik kısmı ve diğer göl yüzeyleri de  dahil edildiğinde ilin yüzölçümü 8.645 km2  olmaktadır.  Bitlis bu yüzölçümü ile Türkiye topraklarının %1'ini,  Doğu Anadolu Bölgesi topraklarının ise %5,5' ini kapsamaktadır. İlimiz  doğudan Van ili ve Van gölü, güneyden Siirt ve Batman, batıdan Muş, ve kuzeyden Ağrı illeri ile çevrilidir.
  Bitlis ilinin topoğrafyasını Van Gölü'nün güneyinde ve kuzeyinde bulunan, genellikle volkanik bir yapı gösteren dağlar ile bunların üzerindeki düzlükler belirler. İlin güneyindeki dağlar Güneydoğu Toroslar'ın uzantısı biçimindedir. Bunlar Van Gölü'nün hemen yakınından doğan akarsu vadileriyle parçalanmıştır.Topoğrafik yapı bakımından il topraklarının %71'ini dağlar, %16' sını platolar, %3'ünü yaylalar ve %10'unu da ovalar oluşturmaktadır.
  Bitlis'in Hizan, Mutki, Ahlat, Adilcevaz, Tatvan ve Güroymak olmak üzere 6 ilçesi bulunmaktadır. İlimizin merkez ilçe ile beraber toplam 8  belde, 334 köy ve 290  mezrası mevcut olup, köylerin 245'i orman köyüdür. İlimiz topoğrafyasının dağlık ve engebeli olması nedeniyle  yerleşim alanları dağınık bir şekildedir.  
 
Topografya

1.Dağlar:
 
   Bitlis ili Doğu Anadolu Bölgesi'nin en dağlık bölgelerinden birini teşkil etmektedir. İl arazisinin % 71'lik kısmı dağlık alanlardan oluşmaktadır. Özellikle Hizan ve Mutki İlçelerinde hiç ova bulunmamakla beraber, yüzölçümünün % 90'ını dağlık araziler oluşturmaktadır. II.Alt Bölgede bulunan  Adilcevaz ve Ahlat ilçeleri nispeten daha az dağlık olup, geniş tarım arazilerini barındırmaktadır.Güneydoğu Toroslar'ın uzantısı şeklinde olan ve ili çevreleyen dağların  yükseklikleri genellikle 2000 metreyi  aşmaktadır. Yeryüzünün sayılı volkanik dağlarından olan Nemrut ve Süphan Dağları Bitlis ili sınırları içerisinde kalmaktadır.  İlin doğusunda  Süphan Dağı  4058 metrelik doruğuyla  Türkiye'nin ikinci büyük dağıdır. Doğu Anadolu volkan dağları dizisi üzerinde bulunan Süphan Dağı, Van Gölü'nün batısında yer almakta ve  üzerinde 400 metre çapında krater bir göl bulunmaktadır. İl topraklarının kuzeyinde yer alan  Nemrut Dağı, ülkemizde etkinliği en son durmuş olan volkanik dağ olma özelliğini taşımaktadır. En yüksek noktası 2.935 metreye ulaşan Nemrut Dağı, önceleri Süphan Dağı'na yakın bir yükseklikteyken patlamalar ve değişik oluşum aşamaları sonucu bugünkü yüksekliğine inmiştir. Tatvan ilçesi sınırları içerisinde kalan Nemrut Dağı, ilin turizm potansiyeli açısından en önemli doğal varlığıdır. Nemrut Dağının 1441 ile 1443 tarihleri arasında faaliyete geçmesiyle ortaya çıkan lavlar  60 km güneye kadar yayılmıştır. Dağın üzerinde Türkiye'nin birinci, dünyanın ise ikinci en büyük krater gölü olan Nemrut Gölü bulunmaktadır.İl topraklarının kuzeyinde ve Süphan Dağı'nın batısında ise düzenli bir sıradağ görünümünde Ziyaret Dağı yer almaktadır. En yüksek noktası 2542 metreye ulaşan dağın yamaçları dik ve oldukça bozuk görünümlüdür. Volkanik yapılı bu dağlar dışında ilin güneyinde iki dağ dizisi daha bulunmaktadır. Bunlardan birincisini, Van Gölü'ne dik eğimli yamaçlarla inen ve Güneydoğu Toroslar'ın  uzantılarını teşkil eden  dağlar oluşturur. İkincisini ise Güneydoğu Toroslar'ın  uzantıları şeklindeki dağların güneyinde bulunan Kavuşşahap Dağları adıyla anılan sıradağ dizisi oluşturmaktadır.
 
2.Ovalar:

  İl topraklarının ancak %10'luk bir kısmını kaplamaktadır. Ovalar genelde dağların eteklerinde kalan küçük  düzlükler şeklindedir. Adilcevaz Gülistan Ovası ile Ahlat Ovası bir düzlük gibi Van Gölü'ne doğru uzanmaktadır.  Güroymak Ovası ise Rahva Ovası  ile  Muş Ovası'nın devamını oluşturmaktadır.
 
3. Platolar-Yaylalar:
  
   Bitlis ili dağlık bir sahayı kapsadığı için platoları  az miktardadır. Yüzölçümünün %16' sını platolar oluşturmaktadır. Platolar Van Gölü'nden 200-300 metre yükseklikte dağ eteklerinde yer alan volkanik yapılı düzlüklerdir. Nemrut Dağı'nın 1900 metre yüksekliklerinde masa yapılı platolar yer alır. Yaylalar il yüzölçümünün %3'ünü kapsamaktadır. En büyük yayla Güroymak ilçesi sınırları içerisinde bulunan Duap yaylasıdır.
 
 
4.Akarsular:  
  
  Bitlis ili sınırları içerisinde  önemli bir akarsuyun bulunduğu söylenemez. Van Gölü yakınlarından doğan ve bu bölgedeki dağları vadilerle yardıktan sonra, il sınırları dışına çıkan Garzan ve Bitlis çayları, Güzeldere, Ağkiz, ve Oranz dereleri ile ilin kuzeyinde doğan Karasu, ilin başlıca akarsularıdır. Ayrıca; daha düşük debili Botan Çayı ile Kömüs, Rabat, Tıkılban, Afih, Kurtikan, Kotim, Sor, Yam, Bığcık, Armuç, Çalağan, Mutki, Karza  ve Kesan dereleri sayılabilir.
 
5.Göllerimiz:

a-) Vangölü
   
   Türkiye'nin en büyük gölü olan Van Gölü'nün üçte ikisi Bitlis sınırlan içinde olup, Doğu Anadolu Bölgesi'nde Van Kapalı Havzasının ortasında yer alır. Van Gölü, 3712 km2 yüzey alanı, 171 m ortalama ve 451 m maksimum derinliğe sahip olup, denizden 1648 m yüksekliktedir. Göl etrafı karadan 430 km olup bunun yaklaşık 215 km'sini Bitlis ili  kıyı şeridi oluşturmaktadır.
   Van Gölü yüksek derecede sodalı ve tuzludur. Denizlere göre daha fazla potasyum ve lityum içerir. Göl suyundaki karbonat ve bikarbonat iyonları toplam klorür iyonundan fazla olup deniz suyuyla karşılaştırıldığında karbonat iyonları 100 kat daha fazladır. Sülfat konsantrasyonu ve fosfat iyonu denizlerle karşılaştırıldığında oldukça yüksektir
  Van Gölü klorlu, sülfatlı ve karbonatlı göller grubuna girer. Göl suyunun pH değeri 9.8, Tuzluluğu ise % 0.19 olarak bilinmektedir. Suyu oldukça tuzlu olan göl suyunda ayrıca yüksek oranda soda vardır. Göl suyunun %5.9 oranında sodyum karbonat, %3.8 oranında sodyum klorür, %0.4 oranında magnezyum klorür, %0.3 oranında magnezyum sülfat, %0.1 oranında kalsiyum sülfat ve %0.1 oranında potasyum klorür içerdiği saptanmıştır.Göle dökülen akarsuların kimyasal özellikleri geçtikleri arazinin yapısına bağlı olarak değişmektedir. Akarsularda sodyum en önemli katyon olup, bunun bir kısmı bikarbonat ile dengelenerek Van Gölü'nün bir soda gölüne dönüşmesinde ana rolü oynamaktadır. Gölün biyolojik çeşitliliği hem tatlı hem de tuzlu sulardan önemli derecede farklılık göstermektedir. Gölün fitoplankton varlığı Diatome, Bacteriophyta, Cynophyta, Chlorophyta, Flagellata ve Phaeophyta gruplarına ait 103 tür, zooplankton varlığını ise Rotatoria, Cladocera ve Copepoda gruplarından 36 tür oluşturmaktadır. Gölde balık olarak sadece Cyprinidae familyasından bir tür olan inci kefali yaşamaktadır. İnci kefali göçücü bir türdür. Gölde yaşamasına rağmen üremek için göle sularını boşaltan akarsulara göç eder ve üreme sonrasında tekrar göle döner. İnci kefali genelde planktonlarla beslenen tipik bir planktivordur. Yaz aylarında Tricoptera, Coleoptera, Diptera larvaları, Copepoda ve karasal böceklerle bunların larvaları ile beslenir ve bu dönemde bitkisel kökenli olarak Diatome ve diğer algleri de tüketir. Kış aylarında ise besininin çoğunluğunu Copepoda ve Diatome oluşturur.
   Van Gölü sularının yüksek derecede sodalı ve tuzlu olması nedeniyle göldeki biyolojik çeşitlilik oldukça sınırlıdır. Gölün bu ekstrem su kalitesinde yaşamaya alışmış, endemik tek balık türü inci kefalidir. İnci kefali ülkemiz içsu balıkları üretiminin üçte birini oluşturmaktadır. Diğer taraftan göl çevresinde yaşayan ve çoğunluğu fakir 14 000 insan geçimini inci kefali balıkçılığından sağlamaktadır. 1960'lı yıllarda sadece 600 ton avlanırken günümüzde bu rakam 15 bin tonlara kadar çıkmıştır.
 Van gölünde 46.000 ton inci kefali stoğu bulunmakta olup yılda 14.000 ton inci kefali avlanmaktadır. İlimizde Vangölündeki inci kefali avcılığı 800 ton/yıl civarındadır. Van Gölü, çevredeki yüksek dağlardan inen çok sayıda akarsuyla beslenir. Göle dökülen en önemli akarsular, Karasu, Hoşap Suyu ve Bendimahi Suyu'dur. Gölün dışarı akan bir ayağı olmadığından, suyu acı, tuzlu ve sodalıdır. Su düzeyi, ilkbahar ve yaz başlarında yükselir, sonbaharda 30-50 cm kadar düşer.
 
b-) Nazik Gölü:

  İlimiz Ahlat ilçesi sınırlarında kalan ve İlimizin ikinci büyük gölü olan Nazik Gölü'nde,  İnci Kefali (avlanabilir stok tahmini 60 ton/yıl), Aynalı Sazan, pullu sazan (avlanabilir stok tahmini 80 ton/yıl), Siraz (yöresel adı Gocut) (avlanabilir stok tahmini 10 ton/yıl) ve sazangillerden Havuz balığı(Carassius carassius),  (stok çok az, avcılığı yok) bulunmaktadır. Gölde ekonomik tür olarak Aynalı Sazan ve İnci kefali avcılığı yapılmaktadır. Ahlat'ın 16 km kuzeybatısında yer alan Nazik gölü 44.5 km2.'lik bir yüzölçüme sahiptir. Gölün deniz seviyesinden yüksekliği 1816 m. Van gölü'nden ise 170 m.'dir. 15-20 metre derinliğe sahip gölün suları tatlıdır. Göl, akarsu kaynakları, ilkbaharda eriyen kar suları ve yağmur suları ile beslenmektedir. Gölün en önemli özelliklerinden birisi kış mevsiminde üzerinden araç geçecek şekilde donmasıdır. Kışın, göl çevresindeki yerleşim merkezleri arasındaki ulaşım donan göl üzerinden sağlanmaktadır. Gölün fazla suları güneydoğu ucundan karmış çayına doğru akmaktadır. Bu akıntı üzerine yerleştirilen bir regülatörle fazla sular kontrole alınmış olup, Ahlat ovası ile Tatvan'ın Adabağ ve Sarıkum köyleri arazi sulamasında kullanılmaktadır. Göl üzerinde Dilburnu tarafında kıyıya yakın bir de ada bulunmaktadır. Göl suyunun tatlı olması, besin kaynakları bakımından zengin oluşu nedeniyle, gölde bol miktarda aynalı sazan balığı üretimi yapılmaktadır. Bu balık türünün dışında yöresel olarak Gocut olarak adlandırılan bir balık türü de avlanmaktadır. Av kuşları bakımından çeşitlilik de dikkate alındığında Nazik gölü av turizmi açısından önemli bir potansiyel teşkil etmektedir.
 
c-) Nemrut Krater Gölü: 
   
   İlimizin önemli göllerinden birisi de nemrut volkanı kalderasında yer alan nemrut krater gölüdür. Krater gölü deniz seviyesinden 2247 m, Van Gölü'nden ise 600 m yüksekliktedir. Derinliği ortalama 100 m ve en derin noktası 155 m'dir. 12 km²' lik bir yüzölçümü olan göl bir yarım ay şeklindedir. Krater gölü'nün suları tatlı ve soğuktur. Bu gölün dışında nemrut kalderası'nda 1.2 km²  yüz ölçümüne sahip ılık göl ile yağmur ve kar sularıyla beslenen üç küçük göl daha bulunmaktadır. Amerika'daki krater gölünden sonra dünyanın ikinci büyük krater gölüdür. 
   Krater gölü soğuk ve sıcak sular ile her an harekete geçecekmiş gibi buhar fışkırtan bir doğa harikasıdır, 2002 yılında 1. derece doğal sit alanı olarak belirlenen Nemrut Kalderası, Van Gölü havzasının batısında, Bitlis ilinin Tatvan, Ahlat ve Güroymak ilçeleri arasında yer almaktadır. Gölde bol miktarda aynalı sazan bulunmaktadır. Göl suyu tatlı ve soğuktur. Alınan örneklerin analizi neticesinde suyun berrak, renksiz, kokusuz ve normal içme suyu lezzetinde olduğu tespit edilmiştir.

d-) Arin Gölü:
  
   Adilcevaz'ın 10 km kadar doğusunda Van Gölü kıyısında yer alan bir göldür. Van Gölündeki küçük bir körfezin ağzının alüvyonlar tarafından  kapatılmasıyla oluştuğu  sanılmaktadır. Suyu sodalıdır. Van Gölü'nden 5 m daha yüksekte olan gölün alanı yaklaşık 13,5 km2'dir. 
 
e-) Aygır Gölü:
   
   Adilcevaz İlçesi ile Süphan Dağı arasında Süphan Dağı'nın güneyindeki bir çanakta yer alan gölün alanı yaklaşık 3,5 km2 olup, 20-30 m derinliğindedir.  Dipten kaynayan sularla beslendiğinden suları tatlıdır. Bu sular yazın gölün güneyindeki tarlaların sulanmasında kullanılır. Su ürünleri yetiştiriciliği için belirlenen su kalite kriterleri açısından uygun durumdadır. Gölde hali hazırda aynalı sazan ve alabalık yaşamaktadır. Gölde sportif amaçlı balık avcılığının yanısıra Ağ Kafeslerde Alabalık yetiştiriciliği de yapılmakta olup, aynı zamanda önemli bir mesire yeridir. Bunların dışında Süte Yaylasında bulunan Cil Gölü ve Kırca Gölü daha çok mevsimlik, geçici göl karakterindedir. 
 
Nüfus Yapısı
   
   Bitlis ilinin nüfusu, 2010 Adrese Dayalı Kayıt Sistemi sonuçlarına göre 328.767 kişidir. Nüfusun % 51'i olan 168.787 kişisi şehirlerde yaşarken, % 49'u olan 159.980 kişisi ise belde ve köylerde yaşamaktadır. Yine aynı nüfus sayımına göre, il merkezinin nüfusu 43.109 olup, nüfus yoğunluğu ise km² başına 47 kişidir. Nüfus yoğunluğu bakımından sırayla en büyük ilçeler Tatvan, Merkez, Güroymak ve Hizandır. Yüzölçümü bakımından en büyük ilçesi yine Tatvan olup en küçük ilçesi Güroymak'tır.
     Bitlis ili şehirleşme oranı, nüfus artış hızı, kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla ve sanayi iş kolunda çalışanların toplam istihdamı oranı bakımından Türkiye ortalamasının altında olup, Tarım kolunda çalışanların toplam istihdam oranı ise Türkiye ortalamasının üstündedir.
 
 
Ulaşım
 
   Bitlis, Diyarbakır bölgesi ile Van Havzası'nın bağlandığı yerdedir. İskenderun Körfezi ile  Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu'yu birbirine ve İran'a bağlayan İpek Yolu ve demiryolu  güzergahında bulunan Bitlis, "Geçiş noktası" konumundadır. Orta ve Güneydoğu Anadolu'dan gelen yollar Bitlis'te kesişerek doğuya devam eder. İl, aynı zamanda üç değişik ulaşım türünün (karayolu, demiryolu, suyolu) aktarma noktasıdır. Bitlis ilinde havaalanı bulunmamaktadır. Buna karşın,  havayolu ulaşımı açısından il merkezine 83 km uzaklıktaki Muş Havaalanı ve 168 km uzaklıktaki Van Havaalanı'na düzenlenen havayolu seferlerinden faydalanılmaktadır.
 
 
İklim Durumu
 
   1605 m rakıma sahip dağlık bir bölgede yer alan Bitlis ilinde sert karasal iklim özellikleri görülür. Vangölü kıyısında gölün iklimi yumuşatıcı etkileri hissedilir. Bu bakımdan kıyı kesimi ile gölün etkisinden uzak bölgeler arasında iklim bakımından farklılıklar görülür. Bitlis iklimi, doğunun sert karasal iklimiyle, Akdeniz iklimi arasında bir geçiş niteliği taşımaktadır. Bitlis ve çevresinde kış erken başlar, geç biter. Ocak ve şubat aylarında şiddetli kış koşulları yaşanır. İlkbahar mevsimi kısa sürer. Temmuz ve Ağustos ayları sıcak ve kurak geçer. Ekim  ve nisan ayları arasında don olayı görülür.Yağışlar genellikle  kış ve bahar aylarında çoğunlukla kar şeklinde düşmektedir. Kar uzun süre yerde kalır. Vangölü kıyısında da benzer özellikler izlenmekle birlikte kıyı kesimine yağış daha fazla düşmektedir. Yaz-kış ve gece-gündüz sıcaklık farkları da daha azdır. İklimin turizm faaliyetleri üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri, turizm çeşitlerine göre değişmektedir. Genelde insan ve toplum yaşamını etkileyen, çok soğuk, çok sıcak ve nemli iklim koşulları gibi aşırı olumsuz etkenler Bitlis yöresinde fazla görülmemektedir.
  İldeki yerleşme alanları ve Vangölü kıyı kesiminin deniz düzeyinden yüksek olması, yaz döneminde nem oranı düşük ve bunaltıcı olmayan rahat bir ortam oluşturmaktadır. Bahar ve kış döneminde de gölün iklim üzerindeki yumuşatıcı etkileri görülür. Karasal iklimin hakim olması kışın toplum ve insan yaşamını etkileyen, ulaşımı aksatan iklim koşulları bazı yıllar yaşansa dahi bu günler çok kısa sürmektedir. Haziran ayının ikinci yarısından eylül ayının birinci yarısına kadar Vangölü kıyıları turizme  olanak vermektedir. Bitlis ilinde kıyı turizminin 2 ay gibi kısa sürmesi, ildeki turizm tesislerinin yıl içindeki doluluk oranını etkileyebilecek bir faktördür. Ancak bölgeye yönelik kültürel turizmler, Doğu Anadolu Turu kapsamında nisan ayı başından ekim ayı sonuna kadar devam eden bir turizm mevsiminden söz etmek mümkündür. Kış turizmi ve kış sporlarını değerlendirme açısından Bitlis iklimi oldukça elverişlidir. Kış sporları açısından, karla örtülü günler ile kar kalınlığı, karın yerde kalma süresi ve diğer mikroklimatik etkenler belirleyici faktörlerdir. Van Gölü kıyısındaki yerleşmelerde  (Ahlat-Tatvan-Adilcevaz) yılın 2,5-3,5 ayı karla örtülüdür. Bu değer Bitlis merkezde yaklaşık 4 aydır. Daha yüksek yerlerde, kış turizmine elverişli dağ etekleri  ve yamaçlarda, yılın 4-5 ayı (aralık-nisan ayları) karla örtülüdür. 
 
Bitki Örtüsü
   
   Bitlis'te bitki örtüsü, iklim özelliğine bağlı olarak değişmektedir. İlin kimi yerlerinde orman örtüsü ile bozkır yan yana görülür. Nemrut Dağı'nın güney yamaçları meşelerle kaplıdır. Dağdaki geniş krater çukurluğu ise, meşe ve yabani meyve ağaçları ile kaplıdır. Süphan Dağı ise, üzerini kaplayan emici özellikteki toprak örtüsü nedeniyle tümüyle kurak  ve çıplaktır. İlin güneyindeki dağlık alanda  yer alan ormanlar ise seyrek niteliktedir. Orman altı bitki örtüsünü kurakçıl bitkilerin oluşturduğu bu bölgede başlıca ağaç türü meşedir. Bunlardan başka soğuğa dayanıklı ardıç ve yabani meyve ağaçları görülmektedir. Bölgedeki derin ve sulak vadi tabanlarında ise bitki türlerinin sayısı artar. Bu kesimlerde özellikle söğüt, çınar, kavak ve ceviz ağaçları yer almaktadır.
BİTLİS'İN TARİHİ
Tarihçiler Bitlis tarihini değişik zamanlardan başlatmaktadırlar. 5000 yıllık, 7000 yıllık tarih gibi. Gerçekte Bitlis tarihi Neolotik Çağ dediğimiz Yenitaş dönemine kadar uzanmaktadır. Neolitik Çağ, Yenitaş veya Cilalı Taş Devri denilen bu dönem, Ortataş Devri ile Tunç Devri arasındaki arkeolojik dönemdir. Bu dönem M.Ö. 3000 yıllarıyla 9000 yılları arasını kapsamaktadır. 
Bitlis ve yöresinin yazılı tarih öncesi oldukça karanlıktır. En önemli nedenleri yüzeydeki buluntuların az olması ve bugüne kadar gerçekçi bir arkeolojik çalışma yapılmamasıdır. 
Bitlis ili sınırları içerisinde bulunan Süphan ve Nemrut dağlarındaki obsidyen (doğal cam yatakları), doğrudan olmasa bile dolaylı olarak bu yöre tarihinin Neolitik dönemine kadar çıktığını göstermektedir. Obsidyen yataklarından elde edilen doğal camın yontucu, kesici, kazıyıcı olarak çevredeki yerleşim yerlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. 
Yine yapılan çalışmalar sonucunda o döneme ait ticaret yolu Van Gölünün doğusundan güneye (bugün ki Van ili sınırları içerisinde bulunan Kalkolitik - Maden Dönemi - yerleşme alanı olan Tilkitepe), batıda ise Diyarbakır il sınırlarına (Ergani yakınındaki çanak-çömleksiz bir Neolitik yerleşme yeri olan Çayönü) dek uzanmaktadır.1 Bitlis ilinin Van ve Diyarbakır arasında yerleşmiş olması, Van'dan Diyarbakır'a yapılacak ticaretin o dönemlerde ancak Bitlis üzerinden yapılacağı dikkate alındığında, Bitlis'in Neolitik dönemden beri yerleşme yeri olduğu bir gerçektir. 
Neolitik Çağ, M.Ö. 3000 yıllarında sona ermiştir. Bu tarihi baz aldığımızda Bitlis'in 5000 yıllık bir tarihe ve geçmişe sahip olduğunu görmekteyiz. Büyük bir ihtimalle Bitlis'in tarihi bundan daha da eskidir. Güneybatı Asya ülkelerindeki Neolitik Çağ M.Ö. 9000-5000, Avrupa ülkelerindeki Neolitik Çağ M.Ö. 6500, Tuna kıyılarında M.Ö. 5500 olduğuna göre Bitlis'in tarihinin 5000 yıldan fazla olması, 5000 - 7000 yıllık olması çok kuvvetle muhtemeldir.
Bitlis İsminin Kaynağı 
Bitlis'in günümüzde kullanılan isminin nereden kaynaklandığı kesinlikle bilinmemektedir. Bitlis tarih boyunca değişik isimlerle anılmıştır. Asurlular Bit-Liz, Persler ve Yunanlılar Bad-Lis veya Bad-Lais, Bizanslılar Bal-Lais-on, Babaleison veya Baleş, Araplar Bad-Lis, Ermeniler Pageş veya Pagişi olarak kullanmışlardır. Asur dilinde Bit kelimesi yurt, Bet kelimesi kale manasında kullanılmış, Bit-Liz demek Liz'in Yurdu, Bet-Lis demek ise Liz'in Kalesi manasına gelmektir. 
Bitlis ismiyle ilgili olarak tarihçilerin ittifakla üzerinde durdukları olay şöyledir: 
M.Ö. 336 yılında Makedonya kralı II. Filibe ölmüş, yerine Büyük İskender kral olarak geçmiştir. (Şerefname'de Makedonyalı büyük İskender'in, peygamber olarak bilinen İskender Zülkarneyn olduğunu iddia etmektedir. Zülkarneyn 'iki boynuz' manasına geldiğinden, Zülkarneyn'in sürekli doğuya hareket ettiği ve 31 yaşında öldüğünden dolayı büyük İskender olduğunu savunmaktadır. Büyük İskender'in de anlında boynuz halinde iki et yumrusu çıktığı, doğuya seferler yaptığı ve 30 yaşlarında öldüğünden dolayı aynı kişiler olduğunu tezi ileri sürülmüştür. Ancak bu fikirler bugüne kadar ispat edilememiştir.) Babil'i işgal eden İskender, ordularıyla beraber Hindistan seferine çıkmayı kararlaştırmıştır.3 
Bu arada İskender'in anlında boynuza benzeyen iki et parçası çıkmış, maiyetinden gizlemek için sürekli boynuzlu miğfer kullanmak zorunda kalmıştır. Derdine çare için görüştüğü bütün hekimler, şifasının sularda olduğunu ve her gittiği yerdeki suları kullanmasını tavsiye etmişlerdir. Bu nedenle Büyük İskender, uğradığı her yerdeki sularda yüzünü yıkayarak derdine çare aramıştır. Şattülarap'a vardığı zaman Dicle nehrine akan bütün suların araştırılmasını istemiş, bilginleri bu işle görevlendirmiştir. Bütün suları araştıran İskender ve mahiyeti, uzun bir yürüyüşten sonra Bitlis önlerine gelmiştir. Bitlis çayının hastalığına şifa verdiğini görünce Kösür ve Rabat sularının birleştiği yerde karargahını kurmuştur.4 
Emrindeki hekimler İskender'e; suyun kaynağına gitmesini istemişlerdir. Bu tavsiye üzerine Bitlis'in doğusundan akan Rabat suyu takip edilerek suyun kaynağına gidilmiştir. Ancak günlerce bu suyu kullanmasına rağmen şifa olmadığını görmüş, bu defa şehrin batısından gelen Kösür çayına yönelmiş, sonunda bu suyun kaynağı olan pınara varılmıştır. Bu pınarın bulunduğu, suların fışkırdığı o dağlık, ağaçlık yeşil tepeler İskender'in gözüne çok güzel görünmüştür. Her taraf zümrüt yeşilliğinde, reyhan ve değişik çiçeklerle bezenmişti. Bu yerin iklimi İskender'i hayran bırakmıştır. Bu güzel tabiat parçasının havasından ve suyundan faydalanmak için birkaç gün (bir hafta) burada konaklamaya karar vermiştir. Bu suyun kenarında konakladıktan bir hafta sonra, Kösür suyunun derdine şifa olduğu ve boynuzlarının kaybolduğu görülmüştür.1 Günümüzde hala bu suya İskender Çeşmesi denilmektedir. Bu çeşme Bitlis'e 10 km. uzaklıkta, Duav yaylasındadır. Derdine şifa bulan İskender bu yerin ve suyun ebedileştirilmesi için Bedlis (Badlis) veya Leis ismindeki komutanını yanına çağırarak bu çeşmeden 4 saatlik veya 12.000 adımlık uzaklıkta, Rabat ve Kösür sularının birleştiği yerde müstahkem bir kale yapmasını istemiştir. Komutanına (Şerefname'de kölesi olarak geçmektedir) dönerek; 'Ben İran (bazı Kaynaklarda Hindistan) seferinden dönünceye kadar buraya öyle bir kale yap ki, benim gibi bir kral veya kumandan dahi onu ele geçiremesin. Böylece bu kalenin ve yerin ismi kuşaktan kuşağa, yüzyıldan yüzyıla ebedileşsin' demiştir. Bu emri alan Bedlis veya Leis ismindeki komutan hemen işe başlamış, bir yıl gibi kısa bir sürede M.Ö. 331 tarihinde bugün ki kaleyi yapmayı başarmıştır. 
Hindistan ve İran seferinden dönen İskender şehre geldiği zaman karşısında muazzam bir kale görmüştür. Bedlis'e haber göndererek kaleyi teslim etmesini istemiştir. Kaleyi teslim etmeyeceğini, savaşa hazır olduğu bildirerek İskender'in teklifini reddetmiş ve kale kapılarını kapatmıştır. Bunun üzerine İskender bütün güçleriyle kaleyi kuşatmaya başlamıştır. günlerce uğraşmış, kaleyi alamayacağını anlayınca kuşatmayı kaldırarak Rahva ovasına doğru geri çekilmiştir. İskender'in çekildiği gören Bedlis, Rahva ovasında İskender'in atının ayağına kapanıp bir zarf içinde kalenin anahtarını sunmuş, çıkışı bu yerde olan tünelden kendilerini kaleye davet etmiştir. Kalenin anahtarlarını alan Büyük İskender; 'Bre mel'un, madem ki anahtarı verecektin, niye asi olup bu kadar adamımı kırdırdın' demesi üzerine Bedlis, İskender'den Affını dileyerek; 'Ey büyük fatih! Benim sana karşı başkaldırmam ve direnmem, senin daha önce vermiş olduğun emrin gereği idi. Sen; benim gibi bir kralın alamayacağı bir kale yapmamı emretmiştin. Senin emrin üzerine yaptığım bu kalenin ne kadar sağlam, fethedilmesinin ne kadar imkansız olduğunu ispat etmek amacıyla bu cüreti gösterdim. Şimdi ben ve kuvvetlerim hareketimizden dolayı müstahak göreceğiniz cezaya razı olarak emrinizdeyiz' demiştir.1 
Komutanın bu sözlerini çok beğenen İskender, komutanını ödüllendirmek için şehrin yönetimini bu komutanına devrederek ve şehre Bedleis adını vermiştir. O günden sonra şehrin ismi Bedlis kalmıştır. Zamanla bazı harf değişikliklerine uğrayan bu isim, günümüzde BİTLİS adını almıştır. 
Bitlis'in İşgali ve Kurtuluşu 
Osmanlı Devleti 1912 yılında başlayan Balkan Harbi'nden yenik çıkmıştı. Birçok toprak kaybının yanında çok sayıda asker ve malzeme kaybına uğramıştı. Balkan Harbi'nin yaraları sarılmadan Almanların oyunuyla I. Dünya Harbi'nin içine girilmiştir. Birçok cephede birden savaşmak zorunda kalan Türk milleti, çok canlara mal olmuş, çok acılar çekmiş olduğu bir Kafkas Cephesi yaşamıştır. 
Savaşın ilânıyla beraber seferberlik emri Bitlis şehrinde halkın görebileceği yerlere sabah erkenden asılmıştır. Seferberlik yazısını okuyan halk, Bitlis askerlik şubesine giderek askere yazılmıştır. Bu kafileyi takiben Bitlis şehrinden birçok kafile Kafkas Cephesi'ne yollanıştır. 40.000 kişilik 10 uncu Kolordunun bir kısmını teşkil eden Bitlis uşaklarının ekseriyeti şehitlik mertebesine yükselmiştir. Bu şehitler, Sarıkamış Harekâtı sırasında Allah-u Ekber Dağlarında donarak, hayatlarının baharında göçmüşlerdir. 
Rus Çarı Deli Petro'nun vasiyeti gereği yıllardan beri sıcak denizlere ulaşma hayalleri içinde yaşayan Çarlık Rusya orduları harekete geçmiş, Ermeni asıllı General Yudenich'in Başkomutanlığındaki Kafkas Ordusuna Anadolu'nun doğusunun işgali emri verilmiştir. Bu emir üzerine Kafkas Ordusuna bağlı 4 üncü Kafkas Kolordusu Doğu Anadolu'ya girmiştir. Kısa bir süre içerisinde Doğu Anadolu'nun birçok şehrini işgal eden Rus birlikleriyle ona öncülük eden gözü dönmüş Ermeni çapulcuları Bitlis sınırlarına dayanmıştır.
1915 yılının Temmuz ayının bir Ramazan gecesinde, Ruslar'ın Bitlis'i işgal etmek için Başhan mevkiine geldiği haberi alınmıştır. Bu haberi alan bütün Bitlis halkı, çocuklarının ellerinden tutarak göç için yollara düşmüştür. Ancak Bitlis'teki Türk askerinin ve milis kuvvetlerin dirayetli savunması sonucunda Ruslar Bitlis'e giremeyerek geri çekilmiştir. Ancak bu sevinç fazla sürmemiş, Şubat 1916 sonlarında Rus askeri ve Ermeni İntikam Tugayları tekrar Bitlis kapılarına dayanmıştır.3 
Bitlis'i savunan kuvvetlerin toplamı 1400-2000 kişi arasındaydı. Bu birliğin 600 kişilik kısmı milis kuvvetlerden teşekkül etmişti. Piyade Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki Türk birliği, silah, cephane ve asker bakımından kendisinden çok fazla olan Rus ve Ermeni birlikleriyle savaşmak zorunda kalmıştır. Bütün direnmelere rağmen, 3 mart 1916 günü saat 05 de Bitlis işgal edilmiştir.4 
İşgalden sonra özellikle Rus birliklerinin içerisinde bulunan ve Ermenileri felakete sürükleyenlerden birisi olan Antranik'in kurmuş olduğu 'Ermeni İntikam Tugayları' şehir merkezine dağılarak, zamanında göç edememiş kimsesiz, yaşlı ve hastaları katletmeye başlamışlardır. Bu durumu Rus Generali Maslofski şöyle anlatmaktadır: Bitlis'in zaptından sonra 3 Mart öğle zamanı Antranik'in komutasındaki 1 inci Ermeni Taburu (İntikam Taburu) gece hücumundan evvel arkada bırakılmış olduğundan, boğaza girerken müsaade almadan şehre girmiş ve birçok Türk ailelerin toplanmış oldukları Amerikan Hastanesine koşmuşlar ve intikam kastiyle öldürmeye teşebbüs etmişlerdir.' 5 
Bu işgalle beraber Bitlis, ikinci büyük göç olayını yaşamıştır. Göç edemeyip şehirde kalanlar Ermeni kurbanı olurken, göç edenler ise çetin kış şartları altında açlık, sefalet ve çapulcuların kurbanı olmuştur. Göç eden halk, götüremediği 1000'den fazla çocuğunu köprü altlarında, kar kümelerinin yanında ölüme terk etmiştir. Bitlis Geçitleri'nin Rusların eline geçmesi Türk Genel Kurmayı'nı düşündürmeye yönelmiştir. bu geçitlerin düşman eline geçmesi; Diyarbakır, Adana, Halep, Bağdat yolunun düşmana açılması manasına geliyordu. Bitlis'in acil olarak geri alınmasına karar veren Türk Genel Kurmayı, Çanakkale savaşlarında büyük kahramanlıklar göstermiş ve o tarihlerde Edirne'de istirahattte bulunan 2 inci Ordunun, öncelikle 2 inci Orduya bağlı 16 ıncı Kolordunun acilen Bitlis cephesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu Kolordunun komutanlığına Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal'i atamıştır. Albaylıktan Generalliğe yükseltilen Mustafa Kemal, 27 Mart tarihinde ilimizi ziyaret etmiş, gerekli talimatları verdikten sonra karargahını kurmuş olduğu Silvan'a geri dönmüştür. Temmuz ayı sonlarında taarruz için tekrar Bitlis'e gelmiştir. 
Bitlis'te 16 ncı Kolordunun 5 inci Piyade Tümeni bulunuyordu. Bu Tümen 13, 14 ve 15 inci Piyade Alaylarından oluşmaktaydı. Yine bu Tümenin yanında sayılarının 2000 - 3000 arasında olduğu tahmin edilen Şeyh Muhammed Diyauddin (Hazret), Mutki Aşiret Reisi Hacı Musa Bey ve diğer milis birlikler bulunmaktaydı. 1 Ağustos 1916 tarihinde Mustafa Kemal tarafından taarruz emri verilmiş, 8 Ağustos 1916 tarihinde Bitlis sabah 05'de istiklaline kavuşmuştur.1 
5 ay 5 dün düşman işgalinde kalan Bitlis, savaş sonrası harabeye dönmüştür. Savaşın ağır faturası halen günümüzde çekilmektedir. Savaşla beraber başlayan göç hareketleri, bütün hızıyla günümüzde de sürmektedir. Bitlis'in kurtuluşu, Türk'ün makus talihinin yenildiği gündür. Bitlis, birinci dünya savaşıyla beraber Anadolu'da işgal edilen vilayetler içinde istiklaline kavuşan ilk şehirdir. Bu kurtuluş, milli mücadelenin ilk kıvılcımıdır. 
ATATÜRK'ÜN ZİYARETİ 
Gazi Mustafa Kemal, 7 Kasım 1916 tarihinde İlimizi üçüncü defa ziyaret etmiştir. Bu son gelişlerindeki gaye, 5 inci Tümen komutanlığındaki görev değişikliğinde bulunmak, 5 inci Tümenin arazi üzerindeki tertibatını, ihtiyaçlarını ve genel durumunu görmek, Van Harekat Müfrezesinin hareketini temin etmekti. 10 Kasım 1916 tarihinde Bitlis'e gelen Mustafa Kemal, 21 Kasım 1916 tarihinde Bitlis'ten ayrılmıştır. Bu süre içerisinde Milis Komutanlarla görüşmüş, Hastane, Askeri Birlikler, bazı türbe ve camileri gezmiştir. 
15 Kasım 1916 tarihinde Rahva Ovasında bulunan Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki Türk Birliğine bir tatbikat yaptırtmıştır. Bu tatbikatı izlemek için Başhan sırtlarına çıkmıştır. Bu sırtlardan Van Gölü'nü gördüğü vakit; 'Burası çok güzel yerler. Burada bir Şark Üniversitesinin kurulması gereklidir' ifadesinde bulunmuştur. 
Mustafa Kemal bu vasiyetini 1 Kasım 1936 ve 1 Kasım 1937 yılında TBMM'nin açılış konuşmasında da dile getirmiştir. Bu konuşmalarında: 
'.... Bunun için memleketi şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde mütalaa ederek Garp bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış olan ıslahat programını daha radikal bir tarzda tatbik ederek Cumhuriyete cidden modern bir üniversite kazandırmak; merkez bölgesi için Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak lazımdır. Ve doğu bölgesi için Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde her şubeden ilk okulları ile ve nihayet üniversitesiyle modern kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden faaliyete geçilmelidir. 
Bu hayırlı teşebbüsün doğu vilayetlerimizin gençlerine bahşedeceği feyiz, Cumhuriyet hükümeti için ne mutlu eser olacaktır.' 
1 Kasım 1937 tarihindeki Meclis açılış konuşmasında da; 
'Sevgili Arkadaşlarım; 
Yüksel tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi şuurlu ve modern kültürlü olarak yetiştirmek için İstanbul Üniversitesinin tekamülü, Ankara Üniversitesinin tamamlanması ve Şark Üniversitesinin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar dairesinde, Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle devam edilmektedir.'1 
Gazimizin bu vasiyeti gereği 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir heyet Bitlis'e gelerek Rahva Ovasının Göle yakın kısmında arazi tetkikinde bulunmuştur. 
1953 yılında o zamanki Cumhuriyet hükümeti Gazi'mizin bu vasiyetini yerine getirmek için daha önceden tetkik edilen Rahva Ovasının göle yakın kısmına temel atma girişiminde bulunmuştur. İnşaat malzemeleri stoku yapılmış, temel atma sırasında Bitlis ve Van vilayetleri arasında çıkan kavga nedeniyle (Mustafa Kemal hayatı boyunca Van'a gitmemiş ve Van'ı görmemiştir) temel atılması geçici bir süre için durdurulmuştur. 
Mustafa Kemal'in bu vasiyetinin yerine getirilmesi hem Gazi'mizi ve hem de Bitlis halkını mutlu kılacaktır. 
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Anadolu'nun her köşesinde düşmana karşı ayaklanmalar ve örgütlenmeler başlamıştı. İçinde Bitlis'in de bulunduğu Doğu Anadolu toprakları üzerinde 'bağımsız bir Ermeni devletinin kurulması' fikrinin ortaya atılmasıyla bu örgütlenmeler ilçelere varıncaya kadar devam etmiştir. Bitlis bölgesinde kadınlar ve erkekler arasında Müdafaa-i Vatan Cemiyeti'nin kurulması sağlanmıştır. 20 Şubat 1920 tarihli yazı bu konuyla ilgilidir. 
Sivas'ta: Bitlis Vali-i Alisi Paşa Hazretlerine 
Sivas'ta: Diyarı Bekir Vali-i Alisi Beyefendi Hazretlerine 
Muhterem Paşa Hazretleri, Muhterem Beyefendi Hazretleri 
Merkezi Sivas'ta olmak üzere kurduğumuz Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyetinin nizamnamesinden bir nüshasını zatınıza ve vilayetinize takdim ediyorum. Cemiyetimizin maksadı, zavallı memleketimizin haksız işgallerden, bazı yörelerde yapılan mezalim ve faciadan kurtulması için çalışmaktan ibaret olduğuna bakılarak vilayetiniz dahilinde de bir nizamname yazılarak müstakil şubelerin kurulmasına emir buyrulmasını istirham ile takdim ederim.
 
 
GELENEK ve İNANIŞLAR
I. Doğum Gelenekleri 
Bitlis'te hamile kadına "aylı kadın" denilir. Hamileliğin ilk dönemleri aile: fertlerinden gizlenir. Ancak fiziki değişiklikle hamilelikten hane halkının haberinin 1 olmasından sonra gelin annesine, oğlan anne: ve babasına ilk müjdeyi verenler para ve hediyelerle ödüllendirilirler. . 
Hamilelik döneminde iki canlı diyerek, hamile kadın ağır işlerden uzak tutularak korunur. Doğacak çocuğun cinsiyeti hakkında ise hamile kadının fiziki değişikliklerine bakılarak fikir yürütülür. Yürüme, oturma ve kalkmada zorlanan, hareketleri ağırlaşan anne adayının karnı dik ve sivri olursa erkek, aşağı sarkık olursa kız çocuğu olacağı yorumu yapılır. 
Hamilelikte aşermeye Bitlis'te "yiriklemek" adı verilir. Bu dönemde gönlün çektiğinin yenilmemesi durumunda çocuğun sakat kalacağı veya düşük olacağı inancı yaygındır. Doğum kırsal kesimde yerli ebelerin yardımı 1ile yapılırken şehir merkezinde sağlık ocakları ve hastanede doktor kontrolünde yapılmaktadır. 
Doğum esnasında kız annesi orada bulunmaz. Doğumdan sonra kız annesine haber(müjde) verilir. Ve kızını görmeye gelir. Doğumun ikinci günü kız annesi tatlı gönderir. Çocuk: kız ise "murtoğe" erkek ise "şirin keynanah" yapılarak dağıtılır gelenler yer. Murtoğe unun yağda kavrulması ile hazırlanır. Şirin keynenah ise yağda pişirilmiş yumurta ve bal karışımı ile yapılır. Yeni anneyi ve bebeği görmeye gelenler: (hastaya başvurma) süt parası adı altında parayı yastığın altına korlar. Yeni doğum yapmış lohusa kadına "zestan" denilir. . Ve bir hafta yatakta dinlenir. Zestanlık süresi kırk gün olarak ~ bilinir ve bu dönemde yeni annenin Yemeklerine dikkat edilir. Doğumdan sonra çocuk yıkanır ve tuzlanır, ilk ezan vaktine kadar emzirilmez. Kulağına bir erkek tarafından dinine bağlı olsun, ilk duyduğu Allah kelamı olsun diye ezan okunur selavat getirilir ve bir göbek adı söylenir.Bu isim genelde dini şahsiyetlerin adları olur. Çocuğu yıkama 40 gün süresince çarşamba günleri dışında her gün yapılır. Yıkamanın çocuğun gelişimine ve sağlıklı olmasına yarayacağı inancı vardır. Çocuk ve lohusa (zestan) anne 40 gün kırk bas masından korunulur. Bu koruma usulleri saymakla bitmez. Kırktan anne kırk suyu dökerek (kırkıncı gün yıkanma) çıkar. Kırk Süresi içinde çocuk evden dışarı çıkarılmaz, çıkarılması gerekiyorsa kundağına ekmek bırakılır. Çocuk oda içerisinde yalnız bırakılmaz kırk basacağına cin çarpacağına inanılır. Aynı günlerde oğlan çocukların anne babaları 40 gün süresince birbirlerine gidemez ve konuşamazlar. Aksi ha linde 40 basacağına inanılır. Gece dünyaya gelen çocuğun ayağı ağır, gündüz dünyaya gelen çocuğun ayağı hafif sayılır. Bu sebeple bir işe başlarken işin çabuk bitmesi için o işin üzerine ayağı hafif çocuğun gelmesi istenir.. Çocuğun kundağı veya yastığına nazar değmemesi için mavi boncuk, nazarlık, çörek otu ve tuz konulan bez ve maşallah dikilir. 
II. Sünnet Gelenekleri 
Hayatın dönüm noktalarından biri de sünnet olayıdır. Sünnetin genelde yürümeye başladıktan sonra yapılması uygun görülür. Sünnet önceleri yaz aylarında Siirt ilinden Bitlis'e gelen gezgin sünnetçiler tarafından yapılırken günümüzde hastanelerde doktorlarca yapılan sünnetler artmıştır. 
Sünnet günü belirlenince çocuklar için fistan dikilir, lokum alınır ve kitve belirlenir. Komşu ve akrabalara haber verilir. Sünnet günü yere bir yastık atılır. Kirve çocuğun bacak altlarından kollarını geçirmek süreti ile çocuğun bileklerinden tutar ve yanlara doğru açar. Salavat getirilerek sünnet yapılır. Sünnet esnasında çocuğun ağlamaması için ağzına lokum konularak ağzı tatlandırılmaya çalışılır ki bu usulde çocuk boğulma tehlikesi geçirir. Bu nedenle sünnet anında lokum yedirme kısmen kalkmıştır. 
Sünnet bittikten sonra çocuk yatağına alınır, yere serilen sünnetçinin mendili üzerine hane halkı ve misafirler bahşiş atarlar. Daha sonra yemekler yenilir. Çalgı, (davul, zurna, def veya saz) eşliğinde türküler söylenip oyunlar oynanır. Sünnet düğününe katılanlar hediyelerle gelirler. Sünnetçi sünnetten sonra iki üç kez pansuman amacı ile eve gelerek pansuman yapar. Sünnette kirvelik önemli bir konu olup kirve olan kişi çocuğun masraflarını karşılar. Aile ile kirve arasında sıkı dostluk bağları kurulur. 
III. Evlenme Gelenekleri 
Evlenme olayı şehirde ayrı, köylerde ayrı şekilde yapılmaktadır. Köylerde çocuk denilecek yaşta evlenme olayı olur. Fakat şehir hayatında ise genellikle askerlikten sonra yapılır. Kız isteme, son zamanlara kadar görücü usuldeydi. Bu halen köylerde devam etmektedir. Görücü usulde evlenmede, kız genellikle hamamda beğenilir. Erkeğin annesi ve kız kardeşi tarafından beğenilen kız, erkeğin babasına ve evlenecek kişiye bildirilir. 
Kız istenmeye gitmeden evvel kız tarafına; 'hayırlı bir iş için gelinmek istenildiğini, müsaade edilip edilmeyeceği' sorulur. Kız tarafı müsaade ettikten sonra oğlanın babası, akrabaları ve komşulardan sözü dinlenir, sayılır kişiler götürülür. 'Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle' diyerek kız istenir. Kız tarafı genellikle cevap vermek için birkaç gün süre ister. 
Kız tarafı müsaade ettikten sonra el öpmeye gidilir. Genellikle kız istemeye giden aynı kişiler tekrar giderler. Bu defa kız isteme tamamlanmış olur. Damat adayının genç kardeşi, o yoksa en yakını bir genç tarafından başta kızın babası olmak üzere orada bulunulan kişilerin elleri öpülür. Buna el öpme adeti denir. Hemen arkasından dini törene geçilir. Zaten kız evine gelinirken, erkek tarafı yanlarında bir imam getirir. Dini törenden sonra kız evine getirilen ziynet eşyası, bir torba şeker (tatlıya bağlandığı için tatlı hediyedir) ve daha önce belirlenmiş olan başlık parası verilir. (Başlık parası köylerde ticari bir olay, şehirde ise bir adet olarak yapılır. Şehirdeki başlık parası cüzi bir miktar olup, süt parası veya İslamiyet'te belirtilen Nehr parası olarak alınır. Kız tarafı aldığı bu başlık parasının çok üstünde masraflar yapar.) Getirilen şekerden şerbet yapılıp içilir. Kadınlar arasında şeker kırma merasimi yapılır. 
El öpme ve şerbetten sonra her iki tarafın ortak olarak belirlediği zamanda düğün yapılır. Düğünler genellikle Pazar ve kısmen de Perşembe günleri yapılır. Düğünden üç gün evvel erkek tarafından kız evine 'toyluk' adı verilen düğün eşyaları ve hediyeler gönderilir. Kız evinde, hazır bulunanlar önünde bu eşyalar açılır, sayım ve dökümü yapılır. Gelin adayına düğünden bir gün önce damat evinden elbise ve ayakkabılar gönderilir. Gönderilen bu elbise ve ayakkabılar geline giydirilerek, kız evinin davetlileri tarafından gelin hamama götürülür. 
Düğünden bir gün önce (düğün gecesi), kına gecesi düzenlenir. Erkek tarafı hediyeli olarak davetlilerle beraber kız evine giderler. Kına gecesi genellikle kadınlar arasında yapılır. Gecenin geç saatlerine kadar devam eden oyun ve eğlencelerden sonra, etrafına yanan mumlar (bu mumlar ince, helezonlu ve renkli olup 'fint' olarak isimlendirilir) dikili bir tas içinde hazırlanmış kına getirilir. Erkek evinde damadın serçe parmağına, kız evinde ise gelin adayının ellerine yakılır. Gelinin eline, damadın serçe parmağına kınayı, gelin ve damadın yakın kız akrabası (kız kardeşi veya yeğeni) yakar. Kınayı yakanlara, damadın sağdıçları tarafından para verilir. Damadın sağdıçlar iki kişi olup birisi bekar, diğeri ise evli erkeklerdir. 
Gelinin ellerine; 
Kınayı getir ane, 
Parmağın batır ane, 
Bu gece misafirem, 
Koynumda yatır ane. 
Türküsü eşliğinde kına yakılır. 
Düğün günü öğlene doğru erkek evinden kadın ve erkekli olarak büyük bir gurup halinde kız evine gidilir. Burada tekrar şerbet içilir. Şerbet içenler, tepsiye para atarlar. Kız evinde bir müddet kalındıktan sonra çalgılar eşliğinde gelin alınarak erkek evine getirilir. Gelin evinden çıkarılacağı zaman, gelinin erkek kardeşleri tarafından bir yastık üzerine Salavat-ı Şerife getirilerek üç defa oturtulup kaldırılır. Allah'a emanet edilerek evden çıkarılır. Gelin eve yaklaşınca damat, sağdıçları tarafından dama çıkarılır. Bir mendilin içine üzüm, leblebi, para bırakılarak damat, gelinin başına döker. Gelin eve gireceği zaman kapının eşiğine fincan bırakılır, gelinin ayağıyla bunu kırması istenir. Bundan gaye; eve birlik ve dirliğin girmesidir. Yine gelin içeriye gireceği zaman, gelinin kaynanası tarafından avucuna veya parmaklarına bal sürülerek, bu balı kapının üstüne sürmesi istenilir. Bundan da gaye; hayatın tatlı bir şekilde geçmesidir. 
Yüzü duvaklı olarak içeriye girdikten sonra gelin kendi odasına götürülür. Bu sırada gelin eve geldikten sonra hiç kimse ile konuşmaz. Gelinin odasına önce damat girer. Damat, gelinin duvağını açarak altın hediye eder ve dışarı çıkar. Daha sonra kadınlar içeriye girer, gelinle konuşmaya başlarlar. 
Düğün eğlencesi, gece geç saatlere kadar devam eder. Misafirler çekildikten sonra damat; damadın evli olan sağdıcı tarafından, damadın beline bir yumruk vurarak gelinin odasına gönderir. Gerdek odasına giren damadın iki rekat namaz kılması İslâm'ı emir, gelininde; namaz kılarken kocasının başına bir bozuk para atması adettendir. 
Gerdekten bir gün sonra sabahın erken saatlerinde damadın evli sağdıcı eve gelerek damadı hamama götürür. Üç gün boyunca geline evde iş yaptırılmaz. Üçüncü günü sonunda gelin, bir ziyaretgâha götürülür, dönüşte eline süpürge verilerek evi süpürmesi istenir. 
Evliliğin üçüncü günü akşamı, damat evli sağdıcıyla beraber kayınpederlerini ziyarete gider. Damada ve sağdıca kayınpederi veya kaynanası tarafından giyecek hediye edilir. 
Evliliğin üçüncü gününden sonra gelin, kaynanası ve baldızları tarafından hamama götürülür. Buna gelin hamamı denir. Gelin hamamında mumlar yakılır, yemekler yenilir, eğlenceler yapılır. 
DÜĞÜNLER : 
Evlenme çağına gelmiş olan erkek gencin babası durumuna uygun gördüğü kızı hanımı vasıtasıyla oğluna bildirir. Oğlan bu vesileyle kızı görmeye gider,kendisine eş olacak kızı beğenirse annesine söyler. 
Oğlan babası da babasına durumu ileterek,kızı için misafir kabul edip etmeyeceğini sorar. Kız babası kabul ettiğinde aracı olan kişi,oğlanın babası,annesi ve birkaç tanıdıkları ile kız evine gelirler. Oğlanın babası Allah'ın izniyle Peygamberin kavliyle kızınızı oğluma istiyorum der,kız babası da Allah kader etmişse olur der. Yalnız kendisinin de danışmak için birkaç gün müsaade ister,olumlu yada olumsuz bir cevap vereceğini söyler. Kız tarafından olumlu cevap gelince oğlan tarafı bu kez kızı resmen istemek için oğlanın ailesi tarafından kararlaştırılan günde kız evine giderler,kızı babasından isterler ve söz kesilir. Oğlan tarafı kız için bir takım elbise,eşarp ve bir çift terlik götürür. Kız tarafı ile oğlan tarafı karşılıklı olarak şartlarını konuşurlar ve nişan gününü kararlaştırırlar. Kararlaştırılan günde oğlan tarafı yakın akrabalarını nişana çağırır. Kız tarafı da akrabalarını ve bir imam çağırır,akşam kız evine gidilir. İmamı çağırmaktaki amaç hem hakemlik yapmak hem de yarı nikah sayılan duanın okunması içindir. 
Oğlan tarafı ekonomik gücüne göre kararlaştırılan ziynet eşyaları,üç takım elbise,üç takım iç çamaşırı,alır. Bu üç bağ şu anlamdadır; 
1- Gençlikte beraber olmak, 
2- Yaşlılıkta beraber olmak, 
3- Öldükten sonra tekrar beraber olmak. 
Ayrıca bir çift ayakkabı, bir çift terlik,kolonya,sabun,tarak ve ayna, bohça içine konularak kıza verilir. Şerbet için bir torba şeker götürülür. Nişan takıldıktan sonra davetlilerin ağız tatlılığı olarak da yeterince kuruyemiş getirilir. 
Kız evinde erkekler ayrı yerde kadınlar ayrı yerde toplanırlar,sohbet başlar daha sonra imam kız ve oğlanın babasını odanın ortasında buluşturur. Şartlar da anlaşıldığında imam duayı eder. Duadan sonra oğlanın abisi,kardeşleri büyüklerin ellerinden yaşıtlarının ise gözlerinden öper sonrada şerbet dağıtımı başlar. Şerbeti oğlan tarafı dağıtır,şerbet bardakları kız tarafına ait olduğundan oğlan tarafı bu bardakları saklayıp evlerine götürmeleri bir gelenektir. Nişan töreninde kız evine gelen davetliler kendi imkanları dahilinde yardım amacıyla kız evine para,altın ve giyim eşyası yardımında bulunurlar. Şerbet dağıtımı bittiğinde yemişler yenilir. Böylelikle nişan töreni son bulmuş olur. 
Oğlan babası masraf yapmak üzere bir miktar parayı kız babasına vermek için imama verir. İmamda parayı kız babasına teslim eder, düğün günü kararlaştırılır. Gelin bir köyden diğer köye götürülecekse düğüne bir gün kala oğlanın akrabalarından birisi kızın bulunduğu köye elçi olarak gider. Ertesi gün düğüncüler gelir kız evinin önünde durur,burada köylüler gelen düğüncüleri karşılar, her köylü düğüne gelenleri birer ikişer kişiyi misafir etmek için evlerine götürürler. Akşam yemeğinden sonra herkes kız evine gelir. Erkek tarafından gelen kadınlar gelini ararlar çünkü daha önceden gelen komşulardan birisinin evine götürüldüğünden gelinin nerede olduğunu sorarlar beş on kadın ve genç kızlar gelinin bulunduğu eve varırlar ev sahibine bir miktar bahşiş vererek gelinlerini alıp kız evine götürürler. Kadınlar ve kızlar türkü söyleyerek gelini getirirler. Burada gelinin yakınlarından bir kız gelinin saçını tarayıp örer, oğlan tarafından saçı tarayan kişiye bahşiş verilir saç yapılırken türküler söylenir bu arada mumlar yakarlar. Mumun yakılmasındaki amaç her günün aydınlık olması içindir. Kına hazırlanır gelinin saçı örüldükten sonra avuç içleriyle parmaklarının dış tarafına kına yakarlar. Geç vakte kadar eğlence devam eder sağdıçlar damadı ortaya getirerek tıraş için oturturlar. Berber saçına ilk makası attığı zaman bahşiş almak amacıyla makasım kesmiyor der. Sağdıçlar berbere bir miktar para verir. Damadın sağında evli bir sağdıcı solunda ise bekar sağdıç bulunur. Bu ise damat,bekar ile evli arasında olduğunu göstermektedir. Tıraştan sonra düğüne gelenlere hoş geldiniz demek için sağdıçlar damadı dolaştırırlar. Damat büyüklerin elini öper,yaşıtlarıyla kucaklaşır bu sırada kına hazırlanır. Kına geniş bir tepsi içine konur,etrafına mumlar dizilerek yakılır,kınayı damadın akrabalarından bir erkek çocuğu elinden tutarak erkeklerin bulunduğu yere getirir. Kınayı getiren kişi sağdıçlardan bahşişini aldıktan sonra kınayı verir. Kına sağdıcın serçe parmağına sürülür. Daha sonra düğüne gelenlerin ellerine yakmaları için dolaştırılır ve düğün yavaş -yavaş dağılır. 
Yöremizde kına üç amaçla yakılır; 
a)Kurban bayramında koyunların alnına yakılır ki bu koyun bayramda kurban olsun diye, 
b)Gelinin alnına yakılır;biz gelinden kan bağımızı kestik bu gelin bundan böyle damada kurban olarak adadık diye, 
c)Askere gidecek olan gencin eline yakılır. Bu gençten bizler kan bağını kestik bundan böyle vatana adadık. Bu genç vatana kurban olsun diye. 
Ertesi günü erkenden gelinin evinde gelini hazırlamaya giydirmeye başlarlar ve çeyizleri arabaya yüklerler. Bu arada gelinin dini nikahının kıyılması için imam da gelir imam şahitler huzurunda nikahı kıyar. Oğlan tarafı kızın baba ve akrabalarından ve oradaki şahıslarla vedalaşarak damadın evine doğru hareket eder. Gelin alayı yola çıkarken yolda önleri kesilir. Kesenlere toy boyu tarafından bahşiş verilir. 
Damadın evinde ise sabahleyin yemek hazırlığı başlar. Sağdıçlar damadı giydirirler,bu arada gençler damadın eşyalarını kaçırmaya çalışırlar. Kaçırılan her bir eşya için sağdıçlardan para alırlar. Düğün kafilesi geldiğinde damadı dama çıkarırlar gelini arabadan damadın yakın iki akrabası evin kapısına getirir. Damda bulunan damat gelinin başına üç elma atar. Daha sonra tepsi içinde bulunan yemiş ve parayı bekleyenlerin üstüne doğru serper,sağdıçlar damadı damdan indirerek sağdıçların birinin evine götürürler. Kapıda gelinin sağ eline yağ ile bal verilir. Bu yağ ve bal kapının üst eşiğine sürer eline su dolu testi verilir. Gelin su dolu testiyi yere vurarak kırar. Daha sonra yanan bir lamba gelinin eline verilerek gelin içeriye alınır. Bu arada damadın bazı akrabaları geline para veya ziynet eşyaları takarlar. 
Gelinin çeyizleri indirilir akrabalarından bazı kadınların yardımıyla odası düzeltilir,daha sonra düğüne gelenler yemeklerini yerler. Herkes damadın evinden ayrılır akşam damadın kadın akrabalarından bir kadın geline sağdıç olur bu sağdıç gelinin nasıl hareket edeceğini söyler ve nasihat verir. Gelin kapısında gençler dizilirler,damat dizilmiş olan gençlerin arasından büyün gücüyle kaçarak içeriye girmeye çalışır. Damat geçerken de gençler damadı şakadan döverler damat içeriye girdikten sonra gençler dağılır. Ertesi gün sağdıçlar sabah erkenden damadı alır hamama götürürler,hamam dönüşü damat tekrar eve gelerek babasının,annesinin ve evdeki büyüklerin ellerinden öper. Böylece sağdıçların işi bitmiş olur, ayrıca gelinin çeyizi sağdıçlar için bulunan hediyeler mintan,kravat vs. billahare damat tarafından sağdıçlara verilir. 
 
 
HALK MÜZİĞİ ve HALKOYUNLARI
Bitlis folklorunun, renkliliği ve özgünlüğüyle Doğu Anadolu Bölgesi folkloru önemli bir yeri vardır. Yöre insanının zor koşullar içindeki sevdalan, ayrılıkları, ölümler, doğa olayları karşısındaki duygulanışları, halk edebiyatı ürünlerine yansımıştır. Bitlis yöresi, maniler, türküler, deyişler, söylenceler, atasözleri ve bilmeceler açısından zengindir. Yöresel halk edebiyatı ürünlerinin çoğu anonimdir. Deyişleri günümüze ulaşabilmiş halk ozanlarının sayısıysa azdır.
 
HALK OYUNLARI
Bitlis yöresinde halk oyunlarının çok çeşitli ve özgün örneklerine rastlanmaktadır. Oyunlar genellikle halay ya da bar biçimindedir. Halay, Bitlis'te "Berite" adım alır. Halkuşta, Çarşıbaşı, Süzme Oyunu, Garzane, Temirağa, Harkusta, Tiringo, halay türü oyunlardır. Bitlis Ban, Nari, Aşırma bar özelliğini taşır. Oyunlar genelde insanın sertlik, birlik-beraberlik ve insan sevgisi duygularını ifade eder. 
Oyunlar, koreografik düzenlen yönünden çeşitlilik gösterir. Sıralarda bağlantılar, çeşitli biçimlerde olur. Değirmenci'de, Govenk'te, Nare'de, Temirağa'da oyuncular, birbirlerini parmaklarından tutar, Hımhimi'de kol kola girer, Tenzere'de parmaklar kenetlenir. Barlarda eller taraklanır. Düz halayda oyuncular birbirlerine sarılır. Yallı'da tutuşmalar omuzdandır. Tiringo, Papuri oyunlan kadınlı, erkekli karma oynanır. Karma oyunlarda kadınlı erkekli dizilişler değişik olur. Nanaylar'da iç içe halkalar oluşturulur. Erkekler, çoğunlukla iç halkadadır. Oyunlar çabuk ve karmaşıktır. Devinimler zengindir. Yöre oyunlarında rastlanan bir özellik de, değişik biçimlerdeki el vuruşmalardır. Mutki Harkuştası'nda, Çiftler yan yana dururken el vuruştururlar. Meryem Harkuştası'nda ise ters yönden gelen çiftler birbirlerini bir boy geçtikten sonra dönüp ellerini vuruşturur, sonra elleri yukarda giderler. Oyunlar yerel giysilerle davul, zuma, bağlama, kaval, tef eşliğinde oynanır. Bazılarında oyuncular, müziğe sözle katılır.
YÖRE OYUNLARINDAN ÖRNEKLER
* Gövenk (Güvenk):
Oyun gelinle güvey ailesini tanıştırmayı amaçlar. Kadınlar karşılama biçiminde oynandığı gibi, karma olarak da oynanmaktadır. Halay türü ağır oynanan bir oyundur, adım sözlerinden alır.
* Nare:
Halay türündendir. Kadm-erkek bağlı dizilişle oynanan ağır ve yalın bir oyundur. Çarşnda Atîas: Sözlü, bağlı ve kadınlar arasında oynanan bir halay türüdür. Sıra biçiminde oynanır, tutuşmalar omuzdandır. Sert, devinimli figürleri vardır. Def eşliğinde oynanır.
Memoş:
Kadınlar elde mendil, tek olarak, def eşliğinde oynar. Titreşme ve iki yana eğilme figürleri ağır basar.
Boîağ (Bahk) Attım Havaya:
Def eşliğinde oynanan kadın nanaylanndandır. Sıralar, omuzlar birbirine değecek biçimde, parmakların kenetlenmesiyle oluşur. Ağırlama bölümü bitirilip ikinci bölüme geçilirken, bağ çözülür. Bağsız, toplu oyun niteliğinde, önde ve yanlarda el çırparak oynamaya geçilir.
. Tînngo:
Yörenin en devinimli oyunlarından birisidir. Ellerde kırmızı ve ak mendiller vardır. Mendiller sallanarak, ayaklar sağa-sola çapraz atılarak oynanır. Yalnız kadınlar ya da yalnız erkekler arasında oynandığı gibi, karma olarak da oynanmaktadır. Çok ritmik bir oyundur. 
Tenürağa:
Halay türünde, çok yavaş başlayıp giderek hızlanan bir oyundur. Sözlerinin ezgisine uyularak ayaklar, sağa-sola sallanır.
* Meyroki:
Hem erkekler, hem de kadınlar arasında oynanır. Daha çok titreme ve gösteriş oyunudur. İleri gidişlerde düz bir gidiş yerine önce sağa, sonra sola yürüyüşle bir yay çizilir.
* Garzane:
Halay türündeki oyunun, başlıca özellikleri sürekli omuz titretme, sert ayak figürleri ve yumuşak baş devinimleridir.
Harkuşta:
Oyunda sertlik ve ağırbaşlılık egemendir. İkiye ayrılan gençler, müziğin ritmine uyarak savaş alanındaymışçasma kıran kırana bir gösteri yapar. Sert vurma, vurulan yerden ses çıkarma, oyunun başlıca özelliğidir. "Harkuşta", "vuruş" anlamındadır.
* Athey:
Kadın-erkek karışık oynanan halaylardandır. Titreme ve hızlı devinim, oyunun başlıca özelliğidir.
* Sepe:
Halay türündeki bu oyunun başlıca özelliği, sağ ayağm üç kez öne sallanmasından sonra, sol ayakla bir duraklama yapılmasıdır. Tutuşmalar omuzdandır.
Dokuzayak:
Omuzlardan tutularak oynanan bu oyunda, ayak figürleri, ayaklardaki devinim ve canlılık önemlidir. Oyunda ayak dokuz kez sallandığı için bu oyuna dokuzayak denmiştir. Yörede, "Nehpi" adıyla da bilinmektedir.
Botane:
Bu oyun Siirt yakınındaki Botan Çayından almaktadır. Hızlı başlayan, birden yavaşlayan figürler, bu çayın akışını andırmaktadır.
GELENEKSEL MİMARİ
Bitlis Evleri 
Genellikle yüksek bir duvarın sokaktan ayırdığı, dışa kapalı fakat o ölçüde içe doğru özgür ve özgün bir mimari anlayışı yansıtan Bitlis evleri ; düzgün kesme taştan, üzeri düz toprak damlı olarak inşa edilmişlerdir. Dıştan donuk bir mimari özelliği gösteren yapıların taç kapılı girişleri, sanki gerçek gizemin evlerin içinde olduğunu gösterir. Bitlis evleri,bu kapılardan içeri girildiğinde taç döşemeli avlular ve çeşitli meyve ağaçlarının süslediği bahçeleriyle insana açılan ferah bir dünyanın kapıları gibidir. 
Tarihi yapıların yoğunlukta olduğu Bitlis Merkezde 193 adet, Ahlat İlçesinde 51 adet tescilli konut (sivil mimari örnekleri) bulunmaktadır.
GELENEKSEL EL SANATLARI
Bitlis ili dahilinde, Bitlis Merkez ve Tatvan İlçesinde bulunan kültür merkezlerinde birer sinema salonu bulunmaktadır. Zaman zaman yapılan sinema gösterimlerinin yanı sıra bu salonlarda tiyatro, müzik vb. etkinlilerle ilgili organizasyonlar gerçekleştirilmektedir.
A- El Tezgahlarında dokunan el sanatları : 
1) Gej ( Yöresel Kumaş ) : Mutki ve Hizan İlçelerinde dokunmakta olan bu el sanatı İl Kültür Müdürlüğü ile Mutki Halk eğitim Merkezi Müdürlüğünce açılan kurslarla desteklenmektedir. 
2) Seccade ve Heybe : Bitlis İl Merkezi ile Tatvan ve Hizan ilçelerinde halkın kendi evinde kurduğu el tezgahlarında dokunmaktadır. 
3) Cacım : Cacım İlimiz Tatvan ilçesinde dokunmaktadır. 
4) Aba : Aba dokuma iki çeşit olarak dokunmaktadır, Birincisi keçi kılından ikincisi ise tiftik yünden dokunmaktadır, kıl dokuma kısa kollu, tiftik dokuma ise yelek olarak dokunmaktadır. Aba dokuma Mutki ilçesinde yapılmakta ve Mutki Halk eğitim Merkezi Müdürlüğünce açılan kurslarla devam ettirilmektedir. 
5) Bitlis Kuşağı: Tatvan ilçesinde dokunmaktadır,halk oyunları aksesuarı olarak kullanılmaktadır.

B- Dokuma Tezgahlarında Dokunan El Sanatları : 
1) Halıcılık : İlimizde Halıcılık Sümer Halı destekli olarak halıcılık yapılmaktadır. Sümer Halı Tatvan ve Hizan İlçesinde faaliyetleri devam ettirmektedir. 2000 yılı içinde de İl Kültür Müdürlüğünce halıcılık kursuna başlanılmıştır. 
2) Kilimcilik : İlimizde Kilimcilik Ahlat ve Adilcevaz İlçelerinde faaliyetlerinin sürdürmektedirler. Bu atölyeler İlçe Kaymakamlıkları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarınca sürdürülmektedir.2000 yılı faaliyet programı çerçevesinde İl Kültür Müdürlüğünce Kilimcilik kursuna başlamıştır. 
C) Yöresel Ayakkabı Harik : 
Yöreye has olan bu ayakkabı İl Merkezinde İl Kültür Müdürlüğünün bünyesinde açılan kurslarla faaliyetlerine devam etmektedir. 
D) Toprak Seramik (Çömlekçilik) : 
İlimizde toprak seramik Mutki İlçesi Kavakbaşı Beldesi ile Güroymak İlçesi Günkırı köyünde faaliyetleri devam etmektedir. 
E) İğne Ve Boncuk Oyası : 
Nineden toruna geçen ve eli biraz iğne tutabilen kız çocuklarının ilk öğrendikleri el sanatıdır. İğne ve boncuk oyasını desteklemek amacı doğrultusunda geleneksel olarak her yıl iğne ve boncuk oyası yarışması İl Kültür Müdürlüğünce düzenlenir
F) Taş İşçiliği : 
Sivil mimari tarzını oluşturan Taş İşçiliği Sanatı zarafet ve inceliği ile göz kamaştıran bir sanattır. Ahlat İlçesinde taş işçiliği sanatı yapılmakta, bu sanatı destekleme amacı doğrultusunda Ahlat Kaymakamlığınca geleneksel olarak her yıl yarışma düzenlenmektedir.
 

Yemekler genellikle yerde ve toplu olarak yenir. Büyük kaplarda getirilerek ortaya konur. Herkes kendi önünden başlayarak yemeye başlar. Başkasının önündeki yemeğe kaşık sallamak, tepsiyi çevirerek iyi ve etli kısmını kendi önüne almak, görgüsüzlük olarak bilinir. 
Misafir geldiğinde büyükler (erkek) bir tarafta, çocuk ve kadınlar bir tarafta yerler. Erkekler yiyip kalkmadan kadınlar yemeğe oturmazlar. Ev sahibi, misafir sofradan kalkmayıncaya kadar sofradan kalkmaz. Kalkarsa görgüsüzlük olur ve misafirinde kalkması manasına gelir. Yemeklerin en iyisi misafire ikram edilir. 
Sofra Adabı:Yöremizde yemekler yere bez(sofra)sererek veya tahta sini üzerine yemekler konulmak suretiyle,sofranın çevresine bağdaş kurulur veya sol ayak bükülerek alta alınır sağ ayağın dizi karına doğru çekilerek oturulur. Yeterince yemekler bırakılır ortaklaşa olarak yenilir. Önce büyükler sofraya oturur,daha sonra kadınlar ve çocuklar yemeklerini yerler. 
 
 
 
.