KUŞ EVLERİ
Türkiye, coğrafi konumunun getirisiyle tarih boyunca farklı kültürlere ev sahipliği yapmış olan, aynı zamanda da Avrupa ve Asya arasında bir köprü görevi üstlenen ve dolayısıyla oldukça farklı kültürel yapıları bünyesinde barındırmış olan yegane coğrafyalardan biridir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin her bölgesi hem coğrafi ve iklimsel koşullarıyla hem de kültürel açıdan birbirinden farklı profiller çizer ve bu da genel olarak Türkiye kültürüne zenginlik katar. Oldukça farklı medeniyetlerin bir araya geldiği bir beşik olarak da kabul edilen bu coğrafyada yaşam tarzı, sanat ve mimari gibi kültürle oluşan ve gelişen kavramların zenginliği göz ardı edilemiyor pek tabii ki. Özellikle mimari yapılaşma söz konusu olduğunda Türkiye’nin dört bir yanında farklı nitelikleriyle ön plana çıkan mimari yapılarla karşılaşmak mümkün.
Tabii hal böyle olunca genel bir Türkiye mimarisinden bahsetmek de aslında çok da mümkün olamıyor. Hem dönemsel olarak hem de bölgesel olarak farklılıklar gösteren Türkiye mimarisini farklı kategorilerde incelemek mümkün. Aşağıda ülkemizin dört bir yanında karakteristik olarak kendini gösteren ve öne çıkan mimari yapıların farklı alt başlıklarda kategorilendirilerek incelenmesine yer veriyoruz…
Öncelikle Türkiye mimarisini tarihsel olarak üç kategoriye ayırarak başlayalım: Erken dönem Anadolu Türk mimarisi, Osmanlı mimarisi ve Cumhuriyet dönemi Türk mimarisi.
Türk kavimlerinin Anadolu’ya göç etmeye başladığı dönem ile Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerinin atıldığı Osmanlı Beyliği dönemine kadar olan zaman aralığında iz bırakmış olan mimari formudur. Yani aslında Türk mimarisi olarak en eski mimari özellikleri bu dönemden alıyoruz. Müslümanlığın yaygınlık kazandığı dönemlerde Bizans’ın mimarisine karşın İslami bir mimari yaratmaya çalışılan bu dönem; hem sivil, hem askeri, hem de dini açıdan oldukça büyük bir karakteristik mimari oluşturma çabasına sahne olmuştur. Anadolu Türk mimarisinin oluşumu olarak yorumlanabilecek olan bu dönemde İran, Azerbaycan ve Suriye’den gelen yapı ustalarının yerli ustalarla ve geleneksel malzemeler kullanarak belirli bir tarz yaratılmıştır. Özellikle Selçuklu mimarisinin karakteristik özelliklerinin kendisini gösterdiği bu dönemde malzeme farklılıkları ile bölgelerin coğrafi ve mevsimsel konumları nedeniyle farklı yerlerde farklı yapılar ortaya çıkmış: Anadolu’nun kuzey bölgelerinde ahşap, güney bölgelerinde taş malzeme kullanılarak yapılaşmalar gerçekleşmiş; diğer bölgelerde ise kerpiç yapılar yaygınlaşmıştır. Bugün hâlâ bu bölgelerde bu mimari yapılaşmaların izlerini takip edebiliyoruz. Tabii bu dönemlerde İslam mimarisinin bölgeye hakim olmasından kaynaklanan esas Türk mimarisinin karakteristik özelliklerini camiler, mescitler, zaviye, türbe, medrese, kümbet, hamam, kervansaray gibi farklı işlevli yapılar belirlemiştir.
Osmanlı’nın imparatorluk olarak yayıldığı ve hüküm sürdüğü dönemlerde Türkiye topraklarında inşa ettiği ve fikir öncülüğü yaptığı mimari form ve eserleri kaplayan mimariyi Osmanlı Mimarisi olarak kategorilendirebiliriz. Osmanlı mimarisi elbette bu coğrafyada kendinden önce var olmuş olan erken dönem Anadolu mimarisi, Bizans mimarisi ve İran mimarisinden de etkilenerek kendine has bir üslup ortaya koyan bu dönemde, mimari alanda oldukça büyük gelişim ve zenginlik ortaya çıkmıştır. Osmanlı oldukça farklı kültürleri bünyesinde barındıran bir imparatorluk olduğundan, bu çok kültürlülük mimari formlara da yansımıştır. Osmanlı mimarisinin özünde Akdeniz ve Ortadoğu mimari geleneklerinin bir sentezi olduğu görüşü mimari alanda oldukça hakim bir görüştür. Osmanlı mimarisinde iç avlulu formlar, kubbeli ve merkezi planlı yapılar, yüksek ve görkemli binalar ön plandadır.
1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlayan ve bugüne kadar olan mimari süreç Cumhuriyet dönemi Türk mimarisi olarak adlandırılıyor. Cumhuriyetin ilk dönemlerinden bugüne süregelen Doğu-Batı ikilemi, iki farklı kültür arasında köprü görevi üstlenmek, geçmişten gelen akımların Batılı akımlarla harmanlanması gibi kültürel birliktelikler ve kontrastlarla oluşan Cumhuriyet dönemi Türk mimarisi, ilk döneminde Osmanlı mimarisinden, daha sonraları Alman, Avusturya ve İsviçre mimari akımlarından etkilenerek nihayet 1940’lı yıllardan 50’li yıllara kadar olan on yıllık süreçte kendi sesini bulmuş ve İkinci Ulusal Mimari Akım ile yerelleşmiş ve köklerini salmıştır. İstanbul Üniversitesi’ne ait Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi binaları ve 1949 tarihli İstanbul Adalet Sarayı bu dönemi yansıtan ikonik mimari yapıların başına gelir. Bu dönemde ortaya çıkan Türkiye mimarisinin en önemli özelliği simetriye önem vermesi ve anıtsal bir forma sahip olmasıdır. 1954 ile 1960 yılları arasında inşa edilmiş olan Çanakkale Şehitleri Anıtı da Cumhuriyet Dönemi Türk mimarisini form açısından özetleyebilecek yegane temsillerden biri sayılabilir. Tabii ki Anıtkabir de dönemin stili ile inşa edilmiştir.
Anadolu coğrafyasında tarih boyunca süregelen mimari oluşumlar elbette bugünün mimari yapılarını şekillendiriyor. Ancak bugün artık, globalleşmenin yarattığı etkiyle, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada evrensel bir mimari biçim söz konusu diyebiliriz. Elbette farklı bölgesel ve coğrafi koşullar her ülkenin ve her bölgenin dilini ve formlarını yaratıyor; ancak bunun ötesinde bugünün dünyasında artık çok daha ortak bir üslup kullanılıyor diyebiliriz. Örneğin Amerikan tarzı ahşap evler bugün artık dünyanın dört bir yanında farklı yalıtım özellikleri ve donanımlarla harmanlanarak ve yerelleşerek karşımıza çıkabiliyor. Ya da Ege’nin taş evlerinden ilham alan mimari yapılara Avrupa’nın farklı bölgelerinde rastlayabiliyoruz.
Tabii bunların yanı sıra, insanın teknoloji silahını kullanarak doğayı alt etme savaşıyla da birlikte büyük şehirlerde bambaşka çağdaş formlar ortaya çıkıyor. Gökdelenlerin ve iş merkezlerinin başrollerde olduğu metropol kentlerde oldukça yüksek ve sıra dışı biçimlere sahip devasa mimari yapılar ortaya çıkıyor ve şehirlerin çehresini de çoğunlukla bu yapılar oluşturuyor. Tabii ki bu yapılar yalıtım vs. gibi konularda da teknolojinin nimetlerinden faydalandığı için doğanın sınırlarından bağımsız biçimler ortaya koyabiliyor.
Elbette şehir merkezlerindeki global ve görkemli gökdelen ve loft tarzı yapılar bir yana, Türkiye’de hâlâ belirli bölgeler, kendilerine has mimari ve kültürel yapılarını koruyarak gelişiyorlar. Gelin her bölgenin kendine has mimari yapılarını fotoğraflarla örneklendirelim:
Akdeniz Bölgesi turistik olarak en zengin bölgelerimizin başında geliyor ve bu da tabii ki çağdaş mimarinin şekillenişini de etkiliyor. Akdeniz tarzı mimarinin turistik bir sıcaklıkla bir araya geldiği bu bölgede Antalya gibi denizin şahane ormanlarla bir araya geldiği coğrafi özellikler de mimari anlayışa katkıda bulunuyor. Manzaranın ve çevresel güzelliklerin ön planda tutulduğu modern tarzlı beton yapılar bu bölgelerin ana mimari imzası sayılabilir.
Ege’de ise Akdeniz tarzının çok daha yerel bir tarzla ve geleneksel malzeme ile sunulduğunu görebiliyoruz. Doğal taş malzemenin ön planda olduğu Ege evleri, mükemmel el değmemiş doğanın insan yaşamıyla birleşiminin bir temsili niteliğinde adeta.
İç Anadolu’da ve Ege’nin de iç bölgelerinde eskiden beri süregelen kerpiç ev geleneği bugün hâlâ tüm Türkiye’de devam eden mimari formlardan biri. Her ne kadar çoğunlukla bu geleneksel inşa yönteminin yerini betonarme evler almış olsa da, kerpiç ev doğallığı özellikle doğaya dönmek isteyen ve ekolojik bir yaşam kurmayı hedefleyenlerin yeniden gözdesi olmuş durumda. Hem ekonomik, hem pratik, hem kendinden yalıtımlı, hem de oldukça natürel bir ev mimarisi.
Karadeniz Bölgesi her zaman vahşi doğasının yabani güzelliğiyle her göreni büyüleyen bir yapıya sahip olmuştur. Mimari yapısı da bu vahşi doğaya en uygun olan ahşap evlerle karakteristik bir form kazanmıştır. Bugün Karadeniz şehirlerinde de elbette her yerde olduğu gibi betonlaşma görülüyor ancak Karadeniz ahşap mimari geleneği koruyan bölgelerden biri. Sonsuz manzaralara karşı doğal ahşabın yaşamla bir araya geldiği modern yapılar bugün bu bölgede karşımıza çıkıyor.
Ve tabii ki Türkiye’nin doğu şehirlerindeki o eşsiz kesme taş mimarisini es geçmek mümkün değil. Türkiye mimarisinin en karakteristik formlarından olan, avlulu, anıtsal ve görkemli taş evler, taş işçilikleri ile büyüleyici bir atmosfer yaratan ve tarih içinde her geçen gün değeri artan mimari yapıların başında geliyor. Bugün kesme taş yapılar azalsa da yok olmuyor ve şehirlerin çehresini özelleştiren yegane kültür mirasları olarak korunarak yenileniyor.