• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/2433443823537106/?multi_permalinks=2451325328415622&notif_id=1574335095257990&notif_t=feedback_reaction_generic
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi20
Bugün Toplam141
Toplam Ziyaret101980
Takvim

 

                            

    • EKİN ZAMANI OKUL MÜZELERİ
    • Mimar Sinan İlkokulu

Mersin

Mersin Düğün Gelenekleri - Mersin

Bölgede düğünler genellikle hasattan sonra yapıldığı için köye hasat şenliğinin de havasını verir. Bu yönüyle düğünler köy halkının tamamını ilgilendiren bir toplum olayıdır. Düğünler haftanın iki bölümünde yapılır. Pazartesi başlayan Perşembe günü biter, Perşembe günü başlayan da Pazar günü biter. Yani gerdeğe girme gecesi pazartesi veya Cuma gecesine rastlar. Düğüne davetler yapılır. Buna OKUNTU denir. Düğüne davet edilen kişiye mendil, çevre, çorap gibi el işlemeleri gönderilir.

Bayrak: Düğün arifesinde oğlan evinin damına bir bayrak dikilir. Bu dışarıdan gelecekler için düğün evinin bulunduğu yeri gösterir. Bayrak direğinin tepesine mevsimine göre bir meyve dikilir..

Tomgavit: Yaşamakta olan bu kelime, oğlan evinden kız evine yiyecek ve sergi eşyası götürülmesi anlamındadır. Düğünde kız evinin misafirlere ikram edeceği yiyecek maddelerinin tamamı oğlan evinden (kılıf yengesi) denen yengeler vasıtasıyla götürülür. Aynı gün köyün delikanlıları topluca dağa gider ve düğünde kullanılacak odunları kesip getirirler. Düğün Yemeği Düğünde yemek olarak (döğme) denilen kabuğu kavlatılmış buğdaydan yapılan (keşkek), soğanla yapılan (yahni) baş yeri işgal eder. Buğdayın kabuğunun kavlatılması da yine köy delikanlıları tarafından topluca yapılır. Kız evinin önünde veya yakınındaki dibek taşına konan ıslatılmış buğday karşılıklı iki delikanlının kullandığı (solgu) taşlarıyla dövülür. Dövme süresince de çalgı devam eder. Bu tören delikanlılar için aynı zamanda bir nevi kuvvet gösterisidir. Zira yorulmadan en çok solgu sallayabilen delikanlının seyircisi köyün genç kızlarıdır.

Kına Gecesi: Düğünün iki gecesi kına gecesidir. Kız evindekine küçük, oğlan evindekine de büyük kına denir. Kız evindeki kına biraz da olsa hüzün havası verir ve sadece kızın akrabaları arasında yapılır. Oğlan evindeki (büyük kına) düğünün ağırlığını taşır. Çalgı ile kız evinden etrafı mumlarla süslenmiş tepsi içinde getirilen kına, odanın ortasında yan yana oturtulmuş güveyle sağdıcın eline yakılır. Bu merasim sırasında dua edilir. Kına sırasında bir de meydan cümbüşü kurulur. Ortaya yakılmış ateş başında oyunlar oynanır, güreş yapılır ve geç saatlere kadar sürer. Güreşte belli bir kaide yoktur. Karakucak güreşi karakterinde önce küçük çocuklardan başlanır ve güreşe çıkan sırtı yere gelinceye kadar güreşe devam eder.

Tıraş: Gelinin ineceği günün sabahı tıraş düğünü kurulur. Önce güveyinin arkadaşları, en son da sağdıçla güveyi tıraş olur.

Gelin Alma: Tıraştan sonra damatla sağdıcın dışında topluca kız evine gidilir. Gelin hazırlanırken oğlan evinden gelenler cirit oynar. Kız hazırlandıktan sonra babası veya baba yerine en yakın büyüğü beline bir kırmızı kuşak bağlar. Bu kuşak besmele çekilerek üç kere bağlanır gibi yapılır ve bırakılır ve üçüncüsünde bağlanır. Bu kuşak kız tarafından ilk çocuğu oluncaya kadar saklanır. Oğlan evinin önüne gelen gelinin başına, güvey ve sağdıç tarafından üzüm, leblebi ve para atılır. Bunun bereket getireceğine inanılır. Attan indirilen geline eşikte su dolu helke teptirilir, kayınvalide tarafından geline tam eşikte bir çivi çaktırılır. Çivi gibi evde otursun diye. Gelin de birlikte getirdiği bal veya pekmezi parmağını batırarak kayınvalidenin eteğine sürer. Zifaf odasına giren gelin elindeki narı süratle yere çarpar. Parçalanan nardan dağılan danelerin eve bereket getireceğine inanılır. Gelin indikten sonra çalgı susar ve bir daha çalınmaz. 

El Sanatları

Dokumacılık

Yörede, Mekikli, Mekiksiz, Çarpana ve Kirkitli dokumaların en güzel örnekleri dokunur.

A - Kirkitli Düz Dokumalar 
Kilim 
Yöre dokumacılığının en güzel örneklerini veren kilimler, üzerindeki yanışlarla bir başka güzelleşirler. Bu yanışlar hiç bir yerde duramayan, göze en ufak ziyan vermeyen, gezgin, göçebe duygular, ürkek, çocuksu, saf renkler, bir uçtan öteki uca yanıp tüterek, kalın ısdar tarağının ağzından kurtularak, çılgınca akmışlar kilimin üstüne. Birbirinin içine girmiş, pişmiş renkler, düğüm ve ilmeklerle kardeşleşip kaynaşarak, sonsuzluğun içinde yok olup erimekte. Küçücük parçalardan oluşan nakışlar; yer yer sıçramalar yaparak, kusursuz bir bütünlük meydana getirmekteler. 

Alaçuval 
Geç kızların çeyiz eşyası arasında baş sıralarda gelir. Çok zengin bir renk ve motif hazinesi halindeki ala çuvalların gerek motif gerekse renk uyumu yönünden, Türk kadınının iç dünyasına açılan penceredir diyebiliriz. Çadırların genellikle sağ köşesine konulur. Çadıra girişte rengarenk yanışlar bir tablo gibi insanı kendine cezbeder. Renkler ve motifler cıvıl cıvıl ötüşür, sıcak bir sevgi sarar ruhu; her yanış bir duyguyu fısıldar; sükunet, haz, aşk, dostluktur bu. Bir sıra yanış sizleri nazardan korumak için, bir sıra yanış sihirden korumak, biri güçlülüğünüze, biri sevdiğinize kavuşmaya hep dua edecektir. 

Kıl Çuval 
Ala çuvallar genellikle giyeceklerin korunma ve saklanmasında kullanılırken kıl çuvalları tahıl, yiyecek kapları gibi eşyanın taşınması ve konulmasında kullanılır. Atkılığı ve çözgülüğü kıldan oluşur. Üzerine esasen (yanış) konulmaz. Eğer yanış kullanılacaksa basit olduğu için bıtırak, sinek, meneğ, şakka yanışları tercih edilir 

Un Çuvalı 
Un çuvallarının atkılığı ve çözgülüğü yün veya pamuktur. İçine yiyecek maddeleri konulan bu çuvallar, deve veya eşeğe yüklenerek taşımada da kullanılacaktır. Bıtırak, sinek, şakka, meneğ, sığır sidiği yanışlarını çuval üzerine serpiştirilmiş halde her zaman görmek mümkündür. 

Çul 
Yörüklerde ev sergisi olarak çul yerine kilim kullanma geleneği zayıftır. Yer döşemesinde keçe kullanıldığını belirtmiştik. Buna rağmen sergi için veya eşya örtüsü için her aile birden fazla çula sahiptir. 

Somat 
Üzerine konan leğen içinde hamur yoğrulur. Saçta pişirilen ekmekler arasına konarak kuruması önlenir; kurumuş ekmekler elle sulanıp arasına konarak yumuşatılır. Yemekler, üzerinde yenilir. 

Seccade 
İslamiyet’in kabulünden sonra Türk dokuma türleri arasına giren seccadeler, "farda" tekniği ile dokunur. Yani iki yüzü de aynı görüntülüdür. Genellikle "farda" ve "saksağan" yanışlarını kullanmak tercih edilmiştir. 

Heybeler 
Çobanların içinde yiyecek taşıması, alış-veriş merkezlerinden karşılanan ihtiyaçların eve getirilmesi, yerleşim yerine uzak olan pınarlardan alınıp kaplara konulan suyun taşınması gibi pek çok fonksiyonu olan heybeler, bütün Yörükler’de vazgeçilmez bir dokuma türüdür. 

Muz Lifiyle Dokunmuş Kilim 
Bozyazı’da önemli bir ekonomik gelir kaynağı olan muz bitkisinin dış gövde kabukları sıyrılarak ince parçalara dönüştürülür. Bu parçalar suda uzun süre ezilerek yıkamaya tabi tutulur, lif haline getirilir. Biriken lifler güneşte kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra “eğirtmeç”le eğrilir ve ip haline getirilerek yumak biçimine dönüştürülür, “ıstar” adı verilen ağaç dokuma tezgahlarında değişik boy, ebat ve desende dokunur. Şimdiye kadar başka bir yerde örneğine rastlanmayan kilimden bugün için elimizde iki adet bulunmaktadır. 

Tülüce 
Saçak yünler, ayrı ayrı renge boyanır. Düğümlemek için direziden geçecek yünler üçer kirtilir. Baklava dilimleri başta olmak üzere geometrik desenler verilir. Tülüce çobanları soğuktan koruyucu, soğuk havalarda ve yaz günlerinde dışarıda oturmak için yer yaygısı olarak kullanılır. 

B – Mekikli Düz Dokumalar: 

Aba (Bi-Namaz Aba) 
Düz dokuma tekniğine girmek istediğimiz bu bölümde, Türkmenlerin büyük çoğunluğunun şalvar veya ceket olarak kullandığı “Aba”lardan kısaca söz etmek isteriz. 

“Çulfalık” denilen dokuma aleti ile dokunur. Yaklaşık 50 cm enindedir. Kaldırıp bakıldığında arka tarafı görülebilir. Elyafların birbirine kaynaşması sonucu elde edilir. Başlangıçta soğuk su dökmek suretiyle bir saat süreyle bisiklet pedalı çevrilir gibi karşılıklı ayak tabanları altında ezilir. Daha sonra, salıncak ipi gibi yüksek bir yere asılır. İki ucu birbirine dikilerek arasına 20-30 kg ağırlıkta bir cisim konulur. Bu ağırlık depme sırasında meydana gelen kırışıklıkları nispeten telafi ederken; depmenin her tarafının da aynı düzeyde pürüzsüz olmasını sağlar (bir nevi ütülemedir). Asılı halde suyu da çekilmektedir. Depme için soğuk su yerine ilk anda sıcak su kullanıldığı taktirde “siğilenir” yani pürüzlenir. 

Savan 
Culfalık denilen yer tezgahlarında dokunur. Bu örtü, 60-70 cm olan üç enin yan yana dikilmesi ile istenilen boyda yapılmaktadır. Milli kültür değerlerimizden olan culfanlığın tarihi Orta Asya Türklerine kadar dayanır. Savan genellikle halı ve kilim üzerine serilen örtüdür. 

Savanın dokunduğu culfalık tezgahında çeşitli giyecekler için “kumaş”, “battaniye”, “havlu”, “çıpıt” denilen yolluk, “güdük” denilen erkek gömlekleri, “peşkir” denilen yüz havlusu, “savan” denilen ince kilim, “göynek” denilen iç giyim ve dokunmaktadır. 

C – Keçe 
Dokunmamışlar grubunda yer alan bir el sanatı ürünüdür. Yün yayda atılır. Çıkan belli miktardaki yün, yayın çubuğuyla (çirti) yerden yuvarlanarak bir kenara götürülür. Çirtiyle toplanmış bu yüne “Dulup” denilir. Yapılacak keçenin boyunda yere serilen çulun üzerine, yaklaşık 10 cm kalınlıkta duluplar yerleştirilir. Üzerine su serpilir. Amaç yünün birbirini tutmasıdır. 

Kalıplaşan yün (keçe) yumruk büyülüğünde döşenmiş taşlar üzerine serilir. Bir kenarı yarım turla içe bükülür. 8-10 kadın bu bükülü kısma dizleri üzerine oturarak kollarının bilekle dirsek arasına korlar. Ellerini yakmayacak ısıda tutulan suya kolları altındaki keçe üzerine dökerken, kadınlar, hep birden bir ileri bir geri ezmeye başlarlar. Bu durum keçenin ilk başlanılan kısmından bitimine kadar sürer. Ne kadar tur devam ettirilebilirse keçe o kadar iyi olacaktır. 

Keçeler kara çadırların üst, yanlar ve arka kısmının kapatılmasında kullanılır. Yağmuru geçirmez, soğuk ve sıcağı ayarlı tutar. Çobanlar için “kepenek” yapılır. Betonarme ve toprak yapılı evlerin tabanına serilerek soğuğun etkisinin azaltılması sağlanır. Hayvan semerlerinin iç kısımlarında kullanılır. 

D- Örücülük 

Bölgede Şiş, Tığ, İğne ve Mekik örücülüğü; Ayrıca, köy düğümü (bağlama), Ağ yapımı ve Bitkisel örücülük oldukça yaygındır. Bunlar arasında yer alan iğne oyalarından biraz bahsedelim: 

İğne Oyaları 

Daha çok Çamlıyayla ve Tarsus ilçelerinde yapılır. Ulamalar, (çokca namaz örtüleri için yapılan ve birli zincir şerit üzeride çiçek meyve vb. yerleştirilerek hazırlananlar); daha büyük yapılı ve baş süslemelerinde kullanılan hotozlar; göğse, başa takılan (bir veya birkaç çiçeğin buketi), saksı ve kır çiçeklerinden esinlenerek yapılan başörtü kenarlıkları başlıcalarıdır. Bunlar için stilize edilmiş bitkiler, çeşitli geometrik şekiller, sebze ve meyvelerden örnekler kullanılır. Ayrıca sembollerin de yer aldığı oyalardan başka “Türkan Şoray’ın Göbeği”, “Zeki Müren’in Kirpiği” gibi benzetmeler de yapılmaktadır. 

Kaynaklar: Hilmi Dulkadir. Mut ve Çevresinde Milli El Sanatlarımız (Istar Dokuma) Dokuma Tekniği – Çeşitleri – Motifler. Ankara 1985, Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü 62 S. 

Osman Şahin, O kilimlere O nakışlara İçel’de Kültür (Mersin kültür müdürlüğü yayın organı) 1. (2) Ocak 1994, 26 s.

Mersin’in Mut’u, Anamur’u, Gülnar’ı, Silifke’si, Tarsus’u, Aydıncık, Bozyazı ve Çamlıyayla’sı; her birinde, katkısız ve katıksız folklor zenginlikleri göze çarpar. Derler ki, Kozan’ın Farsak köyünden kalkarak omzunda sazı Anadolu’yu dolaşan Karacaoğlan; Ayşe, Fadime, Elif derken Mut’a gelir. Mut’ta Çukur Köylü Karacakız’ın zülfünün tellerine takılır kalır. Ben bu vuslatı olmayan hikayeyi burada tekrarlamak istemem. Ama bugün Mut’un az ötesindeki bir tepede mutsuz Karacakız'ın mezarından söz ediliyorsa, bu boşuna değildir. Karacaoğlan gibi bir ozan, Mersin’e yakışır da ondan.

İşte yanı başımızda Silifke, Silifke’nin keklik sekişli, yürek yakışlı oyununun bir hikayesi vardır, anlatırlar. Bir gün Silifke’nin yanı başındaki Yörük obasına bir ozan gelir. Oba Beyi’nin çadırına konuk olur. Hoşbeşten sonra Bey: "-Ozanım diyorsun oğul... Bizde ozan dediğin sazına keklik kondurur. Gücün varsa çal sazını, kondur kekliği, konduramazsan çek git bu obadan bir daha da ozanım deme..." Aşık alır sazı eline, yaslanır bir ardıç ağacının gövdesine. Hem çalar, hem de başlar keklik gibi ötmeye... Çevrede ne kadar keklik varsa toplanır başına, kimi sazına konar, kimi omzuna... Bey bakar ki gerçek aşık, mal verir, davar verir. Mersin’in keklik konduran ozanları, keklik sekişli kızları, kızanları, omzunda saz oba oba, köy köy gezenleri.. Bu çeşit örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Halk Musikisi: Macarların dünyaca ünlü müzik adamı Bela Bartok, 1930’lu yıllarda Toroslarda, Mersin yöresinde halk musikisi ile ilgili araştırma çalışmaları yapmış, ünlü bestekarımız Ahmet Adnan Saygun da ona yardımda bulunmuştur. Bartok ülkesine döndükten sonra yaptığı çağdaş bestelerde, Türk Halk Musikisi motiflerinden yararlanmış ve bunu dünyaya ilan etmiştir. Alman Etno müzikoloğu Dr. Kurt Reinhard’ın, da halk musikisi ile ilgili geniş çalışmaları vardır.

Halk Oyunları: Yöre halk oyunları toplulukları, yurt dışında iştirak ettikleri yarışmalarda daima birincilik ödülünü kazanmışlar veya en kötü ihtimalle ilk üç dereceye girmeyi başarmışlardır. Yurt dışındaki halk oyunları yarışmalarında, yabancıların başını döndüren oyunlarımızın başında Silifke Halk Oyunları gelmektedir.

Halk Edebiyatı: İncelikte yüksek kültürün mahsulü olan divan edebiyatımızın seviyesine çoktan varmıştır. Bir Yahya Kemal'i alıyorsunuz; "Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın" diyor. Bu şiirde varılabilecek bir seviyedir ama ne diyor bölgemiz aşıklarından Aşık İrfani; "Uz bas kunduranı yer incinmesin, Tara zülüflerini bel incinmesin." Aşık İrfani ile diğeri arasında 100 yıla yakın fark vardır. Karacaoğlan’da başka güzellikler görürüz. "Bir güzel düşünün, bir bahçeye giriyor. O kadar güzel ki, o bahçenin içerisinde gül “en güzel benim” diyor. Kasıntı halinde, menevşe aynı şekilde: Salınıp bahçeye girdi Hep çiçekler selam durdu Mor menevşe boyun eğdi Gül kızardı hicabından." Gülün kasıntısını bile ayıplıyor. Bir başka sevgi kıskançlık; "Bulut bulut üstüne Bulut yağmur üstüne Bulut Allah'ını seversen Yağma yarin üstüne O yana bu yana bakma Beni ateşlere yakma Elini koynuna sokma Seni senden kıskanırım." 

Halk şiirinin inceliğine girdiğimiz zaman güzelliklerin en mükemmelini bulmaktayız. Atasözlerimizde hayat gerçeği yatar. 

Mahalli Kelimeler: Mahalli kelimelerden biri de “seki”, topraktır. Seki en az sekiz on yerde kullanılıyor. Seki, “basamağı sekmek” diyoruz, fiil anlamında “sekmek” diyoruz, yere konmuş çuvala “seklem” diyoruz. Başka, bazı evler de vardır, üzeri toprakla örtülü “seki altı” diyoruz. Bir tek seki kelimesinden 8-10 çeşit kelime üretmek mümkün oluyor. Bu bizim dilimizin zenginliğidir.

Mutfak: Mut yöresinde davar yoğurdu toprak çömlek içine konup ağzı iç yağıyla dondurularak, havayla irtibatını kestikten sonra çömlek, toprağa konuluyor. Gözeneklerinden aldığı sızıntıyla katılaşıp kalıyor. Kış gününde ihtiyaç olduğunda ağzından kırılıp ihtiyaç kadar alındıktan sonra aynı şekilde kapatılıyor. Böylece kış gününde davar yoğurdu yeme imkanı buluyorsunuz Mutfağımızda bir de bulgur hadisesi vardır. 1965'te bir heyet bizim bulgurumuzu incelemiş. Sebep şu, uzun sürecek bir nükleer savaşta Nato ülkelerinin yiyecek meselesi. Neden bulgurun üzerinde durmuşlar? Bulgur kaynatılmadan önce yıkanıyor, güneşte kurutuluyor, değirmenden çıkınca yine kurutuluyor, yemeden önce kaynatılıyor. İşte bizim mutfağımızın 1000 yıllık hediyesi.

Mezar Kültürü: Ölümde en çok tabiiliğe yaklaşma hadisesi vardır. Cenazeyi yıkamada kullanılan “kevgir” isimli kabak, bıçakla açılmaz. Taşa vurulunca kendiliğinden bir delik açılır, su bununla ölü üzerine dökülür. Mezara gidersiniz cenaze kabre konur, taş veya mertek aralarına çamur konur, toprak cesedin içerisine dökülmesin diye. Orada da tabiiliğe dikkat edilir, çamur sıvanmaz, atılır. Ateş yakılır, söndürülmez. İnançla bağlantılıdır, cenazenin suyunun ısıtıldığı bu ateş kendiliğinden sönmeye bırakılır. Bu hem işarettir, ölü evinin belirtilmesi bakımından, hem de “ocak sönmesin” biri gitmiştir, bir başka daha gitmesin.

Köy Mimarisi: Aşiretten yerleşime, Yörüklükten şehirleşmeye geçişte tarım arazisi kullanılmaz. Eski köylerimizin hiç birisi tarım arazisi üzerine kurulu değildir.

Düğün türküleri: Yörede klarnetle Cezayir çalınır. Neden Cezayir? Düğünde gelinin çıkış bölümüne bilerek monte edilen Cezayir türküsü, eskiden Cezayir’e gidenler geri dönmezdi de ondan. Anadolu insanı için bu bir manasız savaştır, Cezayir'e giderken gelin kocasını, ana kuzusunu geri dönmemek üzere yolcu etmiştir. Baba evinden çıkan kız da yeni evinin kadını olacaktır. Kadın baba evine tekrar gelmeyecektir. Orada bir niyaz vardır. “Al başınla git, ak başınla gel”, yani saçın ağarıncaya kadar buraya gelme.

Halk Hekimliği: Cilt kanserinin yöremizdeki adı “gövündürme”dir. Yanmadan mütevellit gövünmedir. Gövündürme diye de bir ot vardır. Yüzde yüz tedavi edici özelliğe sahiptir. Kocakarı ilacıdır deyip geçilmemesi tavsiye edilir. Hayvancılık Mut'ta Alagöz adında Hacahmetli Köyü'nden bir vatandaş Silifke'de bir eve misafir olur. Evdeki kilimin üzerinde elini gezdirmektedir. Onun bu halini dikkatle izleyen ev sahibi “Ne oldu, neye bakıyorsun?” diye sorar. “Yahu bu çulun kılı benim davarın kılına benziyor da” diye cevap verir misafir. Sonraları araştırılır ki kilim, Alagöz Koca’nın davarının kılından yapılmadır. İşte yöre insanı, davarının kılını tanıyacak kadar dikkatlidir. 

Kaynaklar: Hilmi Dulkadir. İçel ili Folklor Bibliyografyası. Ankara 1995 Kültür Bakanlığı Yayınları/1630. 303 S. Mehmet Önder. İçel’in Folklor Güldestesi. İçel Kültürü 1. (1), Ocak 1987, 5 s.