Genel Değerlendirme
Çorum ili; Orta Karadeniz Bölümünün iç kısmında yer almaktadır. Doğuda Amasya, güneyde Yozgat, batıda Çankırı, kuzeyde Sinop, kuzeydoğuda Samsun, güneybatıda Kırıkkale ile çevrilidir.Yüzölçümü 12.820 km² dir.
Enlem ve boylam değerlerine göre ise; 34 derece 04 dk. 28 sn. doğu boylamları ile 39 derece 54 dk.20 sn. kuzey enlemleri arasında yer almaktadır.
Deniz seviyesinden ortalama yüksekliği (rakımı) 801 m.dir.
TOPOĞRAFYA
Bölgenin jeolojik yapısında iki ana kütle (kayaç) grubu göze çarpar.Bunlardan birincisi “Metamorfik seri” (başkalaşmış kayaçlar), ikincisi ise, “Tortul Kütleler” dir. İlin asıl jeolojik karakterini 3. jeolojik zamanın sonları ile 4. jeolojik zamanda meydana gelen oluşumlar meydana getirmektedir.
Bununla birlikte, jeolojik devirlerden ilkel zaman olarak bilinen Arkean ve Prekambrien devirlerine ait Çorum Merkez İlçe, Alaca, İskilip, Osmancık, Mecitözü ve bilhassa Kargı ilçelerinde çeşitli metamorfik (başkalaşım) topraklarına rastlanılmıştır. Özellikle 3. jeolojik zamanın kütlelerinden olan jips (kireçtaşı) ve kayatuzu yatakları ile karbon miktarı % 75 kadar olan zengin linyit kömürü yataklarına (Osmancık, Dodurga yöresinde 30 milyon ton rezervinde ayrıca Alpagut-Zambal-Karakaya-Ayva ve Ovacık Köyünde) rastlanmaktadır. Yine bu zamanın püskürük kütlelerinden olan Trakit, Granit, Bazalt ve Andezit gibi kütle arazisine de Çorum merkez ilçesinde, Kargı, Sungurlu, Alaca, Mecitözü, Osmancık ve İskilip ilçelerinde rastlanmaktadır. Tortul kütlelere ise ilin çoğu yörelerinde rastlanmaktadır.
Çorum; Alp-Himalaya Orojenezi (Dağ oluşumu) olarak bilinen sistem içerisinde yer alan K.A.F. (Kuzey Anadolu Fay Hattı) üzerinde yer almaktadır. K.A.F. il merkezinin 20 km. kuzeyinden geçmektedir.
İKLİM
Çorum İli, Karadeniz ikliminden İç Anadolu iklimine geçiş bölgesinde bulunmaktadır. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır. İlin kuzey bölgesinde yer alan Kargı, Osmancık, İskilip, Laçin, Dodurga, Oğuzlar ve Bayat İlçeleri İç Karadeniz geçiş ikliminin etkisinde kalan ilçelerdir. Çorum Merkez İlçe, Sungurlu, Alaca, Boğazkale, Ortaköy, Mecitözü ve Uğurludağ İlçeleri İç Anadolu step iklimi özelliklerini gösterir.
1929 yılından bu yana yapılan meteorolojik ölçümler sonucunda yıllık ortalama yağış miktarı İl Merkezinde 423,0 mm., Alaca’ da 376,0 mm., Bayat’ ta 445,2 mm., Boğazkale’ de 490,3 mm., Dodurga’ da 373,2 mm., İskilip’ te 484,8 mm., Kargı’ da 360,3 mm., Laçin’ de 530,2 mm., Mecitözü’ nde 422,7 mm., Ortaköy’ de 409,5 mm., Osmancık’ ta 368,1 mm., Sungurlu’ da 438,1 mm., Uğurludağ’ da 450 mm. olarak tesbit edilmiştir.
İl Merkezi’ nin yıllık ortalama sıcaklığı 10,7º dir. En yüksek sıcaklık 2000 yılının Temmuz ayında 42,7 Cº, en düşük sıcaklık 1985 yılının Şubat ayında -27,2 Cº olarak ölçülmüştür. Temmuz ve Ağustos ayları en sıcak aylardır.
İl genelinde yaz mevsiminde öğleden sonra başlayarak gece saat 22’ ye kadar esen poyraz etkilidir. Bazen ters yel de denen sıcak ve kavurucu bu rüzgâr tarım alanları için zararlıdır. Kışın kuzeyden yıldız rüzgârı, İlkbaharda güneybatıdan lodos rüzgarı eser. Bu rüzgarlar bol yağış ve kimi zaman da dolu yağmasına neden olur. Sonbaharda genellikle sakin bir hava gözlenir. Halk arasında bu aylara sağır aylar adı verilmiştir.
BİTKİ ÖRTÜSÜ VE DOĞAL HAYAT
Çorum İlinin güney bölgesinin doğal bitki örtüsü bozkırdır (step). İlkbahar yağışları ile birlikte yeşerirler, sonbaharda kururlar. Bunlara örnek: papatya, gelincik, deve dikeni, köy göçeren dikeni, çakır dikeni, kangal otu, sığır kuyruğu, yavşan otu, geniş yayılma alanı bulmuştur. Akarsu boylarında ise söğüt ve kavak çeşitlerine rastlanır.
Alaca, Sungurlu, Ortaköy ve Mecitözü’nün yüksek kesimlerinde meşe, ardıç ve karaçam ağaçlarına rastlanır. İlkbahar ile birlikte çiğdem, yabani sümbül, yabani lale çiçekleri de görülür. İlin kuzeyindeki ilçelerde ise meşe ormanları ve iğne yapraklı ormanlara rastlanır.
Deniz seviyesinden 1000-1200 m yüksek olan bölgelerde meşe, kızılcık, yabani erik, elma, alıç, yabani gül yaygın olarak görülür.Hacıhamza çevresinde seyrek olarak ıhlamur ağaçlarına rastlanır.
Kargı, İskilip, Osmancık, Bayat ilçelerinde sarıçam, karaçam, köknar, kızılçam ağaçları görülmektedir.Toplam ormanlık ve fundalık alan 365.208 ha. olup İl yüzölçümünün % 28 ‘ i kadardır.
TARİH ÖNCESİ VE TARİHÎ ÇAĞLARDA ÇORUM
Çorum bölgesi, tarih öncesi ve tarih çağlarında önemli medeniyetlere sahne olmuştur. Çorum, binlerce yıldır üst üste birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Bu yüzden şehrin her tarafında bu uygarlıkların kalıntılarına rastlamak mümkündür. Bölge maden yatakları bakımından çok zengindir. Bu zenginlik özellikle tarih öncesinde yerleşmelerin yörede yoğunlaşmasının başlıca nedenidir. Coğrafî konumun da ticarete uygun olması gelişmeyi hızlandırıcı bir unsur olmuştur. Ancak bu kültür ve uygarlıkları bugünkü il sınırlarıyla çakıştırmak veya sınırlamak imkânsızdır. Bu sebeple Çorum’un eski çağ tarihini incelerken ili yöreden soyutlamadan bir bütünün parçası olarak düşünmek gerekmektedir.8
Çorum ve yöresinin yazılı tarih öncesi dönemleri, Prehistorya biliminde “Kalkolitik dönem” denen evreden başlamaktadır.9 Yörede kazısı yapılan merkezlerin hemen hepsinde kalkolitik çağa ait kap, kaçak ile bakırdan yapılma malzeme ele geçmiştir. Çorum ili içerisinde bulunan Büyük Güllücek, Boğazköy, Alacahöyük, Eskiyapar, Kayapınar, Kuşsaray’da yapılan sistematik kazılarda yerleşmelerin bu dönemden itibaren devamlılık gösterdiği anlaşılmaktadır.10 Hitit Devleti’nin başkenti Hattuşaş (Boğazköy) çevresindeki çalışmalarda rastlanan en erken yerleşme Kalkolitik döneme aittir. Ancak bu yerleşme tam olarak tespit edilememiştir.11
Çorum ilinin antik tarihinde en önemli dönem, Tunççağ’ıdır. (MÖ 3000-1200) Eski Asur kaynaklarından çıkartılan bilgilerle MÖ 3000 yıllarında Anadolu’da etrafı surlarla çevrili en az on yedi şehir devletinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Çorum ve çevresinde böyle etrafı surlarla çevrili küçük ve zengin beylikler halinde pek çok kent devletinin varlığı yapılan arkeolojik kazılarla belirlenmiştir.12 Çorum yöresinde Tunççağı yerleşmelerin başında Boğazköy, Eskiyapar, Pazarlı ve Alacahöyük gelmektedir. 13
Erken Tunç’un son safhalarında yaşamış olan Hattiler Anadolu’nun ismi bilinen en eski yerli kavmi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hititler egemenlikleri altına aldıkları topraklardan söz ederken Hatti deyimini kullanmışlardır. Hattiler kendilerine özgü bir dil kullanan, bütün görüntüleri ile yerli bir kavimdir. Alacahöyük buluntularının gösterdiği gibi çok yüksek bir uygarlık düzeyine eriştikleri halde Hititlere yenilmekten kurtulamamışlardır. Eski Tunççağı’nın sonları ile Orta Tunç’un başlarında Neşa-Kaniş, Hattuş, Zalpa, Kuşşara, Puruşanda gibi yerli kent adlarının yanı sıra Hattilerden başka Luvi, Pala, Hurri gibi grupların varlığını daha sonra Hititlerce kaleme alınmış belgelerden öğreniyoruz. Bu kavimlerin hemen hepsi zamanla eyaletler halinde Hitit idari teşkilatına bağlanmışlardır. Bu yörede siyasal birleşme ve devlet kurma Hititler tarafından gerçekleşmiştir (MÖ 1650-146). Bu dönemin en önemli özelliği kent beyliklerinin yerini tek ve büyük bir merkezi devletin alması, Asurlu tüccarların sahneden çekilmesidir. Karışıklıklardan yararlanmasını bilen, siyasal bir güç olarak ortaya çıkan kavim Hititler olmuştur. Bu kavim, Anadolu’nun otantik halkından Hint-Avrupa dili konuşmaları bakımından ayrılırlar. 19. yüzyılda Boğazköy’ün keşfi ile varlığı kesinleşen kavme Hitit denmesinin nedeni şöyledir: MÖ 3000’nden beri Hatti ülkesi olarak bilinen toprakları, daha sonra da gerek kendileri gerekse Asur ve Mısırlılar aynı adla anmaktadırlar. Asurlular sık sık Hatti ülkesinden söz edip Mısırlıların Heta ile sürüp giden savaşlarını anlatırlar. Heta Mısır hiyograliflerindeki Ht’nin Sami dillerinde okunuşudur. İbranice kutsal kitapta da Hittimlerden söz edilir. 19. yüzyılın arkeoloji ve tarih bilimcileri bütün bu kaynaklardaki Hatti Ht ve Hittim kelimelerinin aynı adlar olduklarını kabul etmiş, Avrupa dillerine çevrilişinde Hitit’i kullanmışlardır. Hititli yazıcılar tarafından ele alınan çivi yazılı tabletlerde, Hitit Krallarının ataları olarak Pithana ve Anitta’dan söz edilmektedir. Bu iki kral Asur ticaret kolonilerinin geç safhalarında yaşamışlardır. İmparatorluk devrine kadar geçen 400 yıllık süreçte 19 kral Hitit Devleti’ne egemen olmuştur. Ancak bu krallardan pek azı hakkında gerekli bilgi edinilebilmekte çoğunluğu ise isim olmaktan öteye gidememektedir.14
Büyük Hitit Kralı Hattuşil eski Hattuş’u kendine başkent yaparak eski Hitit Krallığının temellerini attı. Eski Hitit Krallığı’nın yükseliş dönemi Orta Tunççağ’ının sonudur. Bu dönemde I. Hattuşil (MÖ 1650-1620) krallığın sınırlarını genişletti.15 Bu kral, Arzava ve Halep seferleri ile Hitit Devleti’nin Akdeniz ticaretine etkin olarak katılmasını sağlamıştır. Sınırları kuzeyde Karadeniz’e güneyde Halep, doğuda Fırat’a, batıda Ege’ye kadar genişletmiştir. Ölümünden sonra yerine geçen veliaht Murşili, zamanının en büyük kültür merkezi olan Babil’i alarak Hitit egemenliğini Mezopotamya’ya kadar uzatmıştır. Ancak I. Murşili Babil’den Hattuşaş’a döndüğünde kız kardeşinin kocası Hattili tarafından öldürülmüştür. Hattili’nin başa geçmesi ile Hitit sülalesi sona ermiş yeni bir gasp krallar devri başlamıştır. Bu dönem uluslararası siyasal ilişkilerin yoğun olduğu bir dönemdir. Eski Ön Asya’ya ait çivi yazılı arşivler arasında siyasal ilişkiler bakımından en önemli yeri Hitti başkenti Hattuşaş ile Mısır’ın başkenti Amarna’da bulunmuş belgeler almaktadır. Bu dönemin en büyük krallarından olan Şuppluliuma’yı (MÖ 1375) en çok uğraştıran kavim Çorum-Amasya illerinin kuzeyinde ve Kastamonu’nun kuzey doğusunda oturan Kaşkalılar olmuştur. Şuppluliuma, gerek Suriye seferleri sırasında gerekse bu seferlerden sonra, Kaşkalılarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Hititler Suriye’deki küçük devletlere karşı siyasetlerini, Hitti mandası bir devlet olan Kargamış’tan idare etmektedir. I.Şuppluliuma Anadolu’da durumu sağlamlaştırdıktan ve bağımsız Mitanni Devleti’ni yıktıktan sonra iktidarının doruğuna yükselmiştir. Şuppluliuma yetenekli bir kumandan ve iyi bir idareci olması yanında iyi bir diplomattır. Kazandığı zaferlerle yetinmemiş yenik krallara kızlarını, kız kardeşlerini vererek bu kralları tam anlamıyla kendisine bağlamasını bilmiştir. Ayrıca birçok kentte oğullarını ve yakın akrabalarını küçük kral olarak tayin etmiştir.16
Şuppluliuma’nın ölümünden sonra, Hitit egemenliği altında bulunan Mitanni, Kizvatna ve Arzava gibi devletler bağımsızlıklarını kazanmaya çalıştılar. Kral Muvattaliş Suriye’yi ele geçirmeye çalıştı. Aynı zamanda Mısır Firavunu olan II. Ramses de Suriye’yi ele geçirmek istiyordu. Muvattaliş, Anadolu halklarını etrafında toplayarak ordusunu güçlendirdi.17 Hitit ordusunda 4500 harp arabası da vardı. Ramses’in ordusu ise 20,0000 kişi civarında idi. Kadeş Savaşını Mısırlılar kendilerinin kazandığını söylüyorsa da, harbin nedeni olan Amurra devleti Hititlere geri verildiğine göre, savaşın Mısırlılardan çok Hititler için bir zaferle sonuçlandığı anlaşılmaktadır. İki devlet arasında büyük barış ancak MÖ 1269 yılında yapılmıştır.
Hitit İmparatorluğu yaklaşık MÖ 1200 tarihlerinde seri akınlarla yıkılmıştır. Başkent Hattuşaş’ın Alacahöyük‘ün ve Alişar’ın yağma edildikten sonra günlerce süren yangınlara sahne olduğu yapılan arkeolojik kazılarla bilinmektedir. Hatti yurdunu her zaman taciz eden başkent Hattuşaş’ı iki kez yakıp yağmalayan Kaşkalıların mı yoksa batıdan gelen başka istilacıların mı bu güçlü imparatorluğu ortadan kaldırdığı tartışma konusudur. Kaşkalılara karşı büyük kraldan yardım isteyen yazışmalar Hitit Devleti’nin yıkılmasında Kaşkalıların payının büyük olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Hititlerden sonra bu bölgede egemen olan güç Frigler’dir. Çorum ilinde bugüne kadar yapılan kazılarda Frig yerleşmeleri ( M.Ö 8-6 yüzyıllarda) Pazarlı hariç hemen hepsi eski Hitit yerleşmeleri üzerinde görülmektedir. Bundan dolayı önceleri Friglerin Hitit İmparatorluğu’nu yıkmış olabileceği kanısı yaygındı. Bütün yerleşmelerde arada zamanla birikmiş yıkıntılar ile iki kültür arasında 300 yıl gibi farkın bulunması bu kanının doğru olamayacağını göstermektedir. Çorum’da Frig yerleşmeleri Boğazköy, Alacahöyük, Eskiyapar, Demircihöyük, Kalehisar ve Kalınkaya’da görülmektedir. Frigler yıllık tutmadıklarından bugüne kadar kalmış olan yazılı belge çok azdır. Friglerin Fenikelilerden almış oldukları bir yazı çeşidini kullandıkları Gordion’dan çıkan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Ayrıca Çorum yöresinde Frig yazısına da rastlanmıştır. Alacahöyük ve Pazarlı’da bulunan yazıtlar dışında Kalehisar’da yüksek bir kayalığın üzerindeki sunak, çift başlı arkalığı ile Midas kentindeki Kybele-Attis taht sunaklarının benzeridir. Frigler MÖ 690’da Kimmerler tarafından yıkılmıştır. 18
Friglerden sonra, Çorum, Tokat, Amasya, Yozgat, Sivas, Nevşehir, Kayseri, Malatya illeri o dönem Pers hâkimiyetindeki Kapadokya sınırları içinde yer almaktaydı.19 Çorum ve civarının dahil olduğu bu satraplıkta sivil işleri yürütmekte bir başyazıcı ile yerel ordunun başında bir komutan bulunuyordu. Bu üç görevli tamamen birbirinden ayrı olarak Pers Krallığı’na bağlı olup saraydan doğrudan emir almakta idiler. Perslilerin Çorum’u da içine alan bu bölgeye özellikle önem verdikleri anlaşılmaktadır. Ticaret yollarının bulunması ve ekonomik potansiyelin yüksek olması verdikleri önemin sebepleri olabilir. Persliler, Anadolu’ya ayak bastıkları MÖ 6. yüzyıldan Darius III’ ün İskender’e yenilmesine kadar geçen 250 yıl süresince Kapadokya’ya Pers kültürünün ve dininin yerleşmesine özen göstermişlerdir. İskender’in Pers imparatorluğuna son vermesi ile yeni bir dönem başlamıştır. Helenistik çağ olarak adlandırılan bu dönem Anadolu için siyasal karışıklıklar dönemidir. Pont ve Kapadokya krallıkları yanı sıra birçok eyalet bağımsızlığını almış, Orta Avrupa’dan gelen Galatlar Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Kapadokyalıların İskender’in hâkimiyetini kabul etmediği, gönderdiği Satraba baş kaldırarak Pers soylularından birini kral yapıp bağımsızlıklarını ilan ettikleri anlaşılmaktadır. MÖ 332-330 Ariates Çorum ilinin kuzey-doğusu ile Amasya illerini içine alan bölgede o dönemler için oldukça güçlü bir devlet kurmuştur.20
ROMA ve BİZANS DÖNEMİ
Roma devleti, MÖ 133 yılında ölen Bergama Kralı III. Attaios’un vasiyetinde topraklarını Roma’ya bırakmasıyla Anadolu’ya ilk adımını atmış ve bu topraklar üzerinde kendisine bağlı Asya eyaletini kurmuştur. MS 74 yılında ölen Bitinya Kralı IV. Nikomedes’de vasiyetnamesi ile topraklarını Roma’ya bırakmıştır. Fakat Nikomedes’in oğlu buna karşı çıkarak, Pontus Kralı Mıthradetes’ten yardım istemiştir. Roma devleti ile yapılan savaş sonucunda Pontus ve onun tarafını tutan Kapadokya Kralı yenilmiştir. MÖ 67 yılından sonra tüm Anadolu Roma Devletinin hâkimiyeti altına girmiştir. Küçük Asya’da Roma’ya bağlı Asya, Bitinya ve Pontus eyaletleri dışında kalan topraklar Roma’nın müttefiki olan krallıklara bırakılmıştır21.
İÖ 27 yılında Roma senatosunun Octavianus’a “Augustus” ünvanı vermesiyle Roma devletinin cumhuriyet olan siyasi rejimi değişmiş ve İmparatorluk dönemi başlamıştır. Agustus, Roma topraklarına bağlı eyaletleri Senato ve İmparatorluk eyaletleri olmak üzere ikiye ayırmıştır. Roma ordusunun bulunduğu stratejik önemi olan sınır eyaletleri İmparatora bağlı iken, tehlikeden uzak, Roma yönetimini benimsemiş, askeri sorunu olmayan eyaletlerin yönetimi de Senatoya bırakılmıştır. Agustus’un sahip olduğu yetki senato eyaletlerinde de aynı hakkı sağlamaktaydı22.
MÖ 25 yılında Agustus Anadolu’da kendisine bağlı Galatya eyaletini kurmuştur. Antakya, Yalvaçta bulunan ve 1. yüzyıla tarihlendirilen bir kitabede Galatya eyaletinin sınırları hakkında bilgi verilmektedir; Küçük Asya’nın ortasındaki topraklar üzerinde, kuzeyinde Pafloganya Dağları’ndan, Güneyde Toros Dağları’nın kuzey yamaçlarına kadar uzanan Likonya, Asya eyaletine bağlı Isaura ve Pamfilya’yı içine almaktaydı23.
Galatya eyaletinin kuzeyinde yer alan Pafloganya eyaleti MÖ 6-5. yılında ve Pontus eyaleti MÖ 3-2. yılında Galatya topraklarına eklenmiştir24. Pafloganya ve Pontus eyaletleri arasında Kızılırmak nehri doğal bir sınır olmuştur. Bugünkü Çorum iline bağlı toprakların Kızılırmak’ın batısında kalanların Pafloganya, doğusunda kalan yerlerin ise Pontus olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Pontus ve Pafloganya sınırındaki Pimolisa’da (Çorum, Osmancık) bulunan Pontus krallarına ait bir kale, Strabon zamanında tahrip edilmiş durumdadır25.
Anadolu’daki eyalet sınırları MS 2. yüzyıldan itibaren değişmeyip, yarım yüzyıl sabit kalmıştır. Diokletianus’un (MS 284-305) hükümdarlığı sırasında eyaletlerin yeniden düzenlemesi yapılmıştır. Bundan sonra tüm eyaletlerin idaresi sadece imparatorun emrine verilmiştir. Fakat bu döneme ait bilgilerin yetersiz olması nedeniyle eyalet sınırları hakkındaki gelişmeler tam bilinmemektedir26.
İmparator Theodosios MS 395 yılında Roma imparatorluğunu doğu ve batı olmak üzere ikiye ayırdı. Doğu bölümüne büyük oğlu Arkadios’u, batı bölümüne ise Honorius’u hükümdar olarak tayin etti. Böylelikle doğu ve batı arasında kesinleşen tarihi sınır çizilmiş bulunuyordu. Roma tarihinin bu evresi daha sonraları aradaki bu farkı belirlemek amacıyla tarihçiler tarafından Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan Konstantinopolis’in (İstanbul) ilk ismi olan Byzantiondan esinlenilerek Bizans olarak adlandırılmıştır27. Küçük Asya toprakları, Doğu Roma yani Bizans devletinin hâkimiyeti altındadır28.
MS 4. yüzyıldan itibaren eyaletlerin isimleri kesin olarak saptanabilmekte ve MS 6. yüzyılın ilk yarısına kadar eyaletlerin isimlerinin değişmediği bazı listelerin yardımı ile anlaşılmaktadır. Bunlar; İznik Konsili (325) Piskoposluk kayıtları, Kadıköy Konsil’i (451) Piskoposluk kayıtları, Hieroclos listesi (525) ve Justinianus Kanunlarıdır. (535)29. MS 325 yılında yapılan İznik Konsili’nde tutulan Piskoposluk listelerinde yeni bir eyalet adı görülmektedir: Hellenopontus. MS 3. yüzyıl adı Pontus olarak bilinen bu eyaletin adı 4. yüzyılda İmparator Constantine’nin annesinin adının ilave edilmesi ile Hellenopontus olarak kabul edilmiştir. Anadolu’da, Orta Karadeniz bölgesinde yer alan Hellenopontus eyaleti sınırları içersinde sekiz şehir adı geçmektedir. Bunlar; Amaseia (Amasya), Iboran (Turhal, Tokat), Zela (Zile, Tokat), Leontopolis (Alaçam, Sinop), Andrapa (Vezirköprü, Amasya), Amisis (Samsun), Sinope (Sinop), Euchaita (Çorum)30.
Euchaita kentinin ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekte fakat bağlı olduğu Aziz Theodoros kültü nedeniyle 5. yüzyılda itibaren giderek önem kazanan dinsel bir merkez haline geldiği anlaşılmaktadır. Şehrin adının nereden geldiği konusunda kesin bir ipucu yoktur; 1973 yılı Çorum il yıllığında, Euchaita adının Galat egemenliği döneminden kalma olduğu ve bu adı taşıyan bir Galat prensesinin adını yaşatması için konulduğu belirtilmiştir31. Euchaita kelimesi, Hellen dilinde “Bol saçlı, bol tüylü, bol yapraklı” anlamlarını taşımaktadır. Bu ad büyük bir olasılıkla Anadolu’daki bir adın Hellen dilindeki uyarlamasıdır. Buna göre, kentin Anadolulu adının Augaida/Augainda gibi bir şey olması gerekir32.
Bizans döneminde Helenopontus eyaleti sınırları içersinde yer alan, Euchaita’nın bulunduğu yer ile ilgili olarak kaynaklarda farklı görüşler bulunmaktadır. M. Doublet, Safranbolu’da (Kastomonu iline bağlı) bulunan bir kitabeye istinaden Euchaita’nın burası olduğunu belirtmiştir33. J.G. Anderson ise Euchaita’nın Amasya şehrine bir günlük mesafede olduğunun belirterek Çorum ili yakınlarında bir yerleşme olması gerektiğini ileri sürmüş ve Elvan Çelebi köyünü önermiştir34. H. Greogorie ve H.Cumont ise Bizans döneminden kalma çok sayıda buluntuya işaret ederek, Çorum ili, Mecitözü ilçesine bağlı modern ismi Avkat köy olan yerin Euchaita olabileciğini ifade etmiştir35. Dernschwam’ın, Aelkat dediği yer Avkat Köyüdür. Bu köye yakın Sagana adındaki bir köyün olduğunu belirtir ki bu günümüzdeki Çağna köyüdür36. W. M. Ramsay’ın, Euchaita kentinin bugünkü Çorum ili sınırları içersinde yer aldığı görüşü, S.Vryonis tarafından da kabul görmüştür37. Semavi Eyice’ye göre Euchaita, Avkat Köy olurken köyün yakın civarında bulunan Elvan Çelebi Köyü de Euchaita’nın koruyucu azizi olan Theodorus’un manastır yeridir. Çünkü Elvan Çelebi zaviyesinin duvarlarında ve yakınlarında, Antik ve Bizans dönemine ait birçok taş eser bulunmaktadır 38. 1963 yılında Mango ve Sevcenko tarafından Mecitözü İlçesi, Atatürk ilkokulu bahçesinde bulunan kitabeli taş eser Euchaita’nın yerine ve tarihine ışık tutan önemli bir kanıttır. Yaklaşık on yıl önce Avkat Köyünden getirildiği söylenen bu taş, Euchaita’nın yerinin Avkat Köy olduğunu göstermektedir. Kitabeden İmparator Anastasius I (MS 491- 518) döneminde bir piskoposluk merkezi olan kentin surlarının yaptırıldığı anlaşılmaktadır (1972: 380)
Bu kitabeli taş eser, halen Mecitözü ilçesi kaymakamlık bahçesi önünde durmaktadır. Dikdörtgen formdaki taş eser üzerinde kabartma olarak yapılmış tabula ansata çerçeve içersinde sekiz satırlık, kazıma olarak yazılmış kitabesi bulunmaktadır. Çok iyi korunmuş durumdaki eserin kitabesinde harf yüksekliği 4.5cm, satırlar arasındaki boşluk 2.5cm’dir. Kitabenin sonunda bir vazodan çıkma asma sarmaşığından oluşan süsleme vardır. Ansatanın iki yan kenarının ortasında dikdörtgen çerçeveye bitişik olan üçgen formdaki kulpların içersinde kazıma olarak yapılmış Latin haçları görülmektedir. Taşın kitabesi şöyledir:
"†OψΗΦωθΤωΝΟΛωΝΚΡΑΤωΝΑΝΑ?ΤΑ?ΙΟ??¥??ßΗ?Α¥ΤΟΚPΑ
ΤωPΤΟΝΔ?ΤΟΝΙ?PΟΝΧωPΟΝΠΟΛ?ΖΙΚΑ?ΤΟΚΑΛΛΙΟΝ?ΝΠΝ?ΥC
θ?ΙCΠΛPΑΤΟΥΜΑPΤ¥PΟC?ΠP?ΙΤωΠΟΛΙCΜΑΤ?ΙΤ?ΙΧΟC
ΑC¥ΛΟΝΜ?Ν?ΠΙΠΑCΙΝΗΝΠΡωΤΟCΑΥΤΟC??ΛΡ¥C?Ν
AΡΧ??ΡΑΤ?ΚΗΝΚΑθ?ΔΡΑΝΤΗΡωΝΑ¥ζ?ΟΝΔ?ΔωΡΟΝθω?ΡΟC
?Ν?ΓΚΑCΚΑ?ΜΑΡΤΥΡΑCΤΗC?ΥC?Ρ?ΑCΤΟΥC?ΥΠΑθΟΝ
ΤΑCΠΤωΧΟΥCΤΟΥΤΟΝΦΥΛΑΤΤΟ?ΤΑCΟΜΟΟ¥C?ΟC?Ν
ΤΟ?CCΚΗΠΤΡΟΙCΝ?ΚΗΤΗΝΑΝΑΔΙΚΝΥCΑ†"
Kitabenin çevirisi şöyledir:
"TANRI’NIN İLAHİ TAKDİRİ İLE DÜNYAYA HÜKMEDEN DİNDAR İMPARATOR ANASTASİUS BU KUTSAL YERDE BİR ŞEHİR YAPTI. MARTİR TARAFINDAN MUTLULUKLA VAHYEDİLDİ. O, PİSKOPOSLUK KOLTUĞUNUN TÜM SAYGINLIĞINI KORUYACAK ŞEKİLDE KASABADA İLK KEZ BİR SUR İNŞA ETTİRDİ. O, DİNDARLIĞININ BİR KARŞILIĞI OLARAK DEĞERLİ BİR HEDİYEYİ TANRIYA SUNDU, ÖYLE Kİ; FAKİR, İYİ YİYİP İÇMİŞTİ. ÜÇLÜ BİRLİK ONU KORUDU VE KRALLIĞINDA ZAFER KAZANMASINI SAĞLADI."
Bizans Döneminde, Euchaita olan yerleşimin ismi, Türk döneminde Avkat Köy, 1962 yılından itibaren de Beyözü Köyü olarak geçmektedir40. Çorum ilinin doğusunda, Mecitözü ilçesinin kuzey batısında, Avkat Dağının eteklerinde kurulmuştur (Resim 2). Euchaita kentinin ise Avkat Dağ üzerinde, tüm ovaya hâkim bir noktada, savunmaya elverişli bir arazide kurulmuş olduğu görülmektedir.
Coğrafi konumundan dolayı Anadolu, tarih boyunca önem kazanmıştır. Doğu ve Batı dünyası arasındaki yolların geçit yerini oluşturan Anadolu’da yaşam, genelde yol şebekesi üzerindeki şehirler ve bu şehirlerin ulaştığı limanlarda yoğunlaşmıştır. Roma İmparatorluğu döneminde Anadolu’da esas olarak doğu-batı, kuzey-güney eksenlerinde yer alan ana yolların kullanımı Bizans İmparatorluğu döneminde de devam etmiştir42. İstanbul’un başkent olması, önceden var olan bu yollara bazı yeni yollar ve ara bağlantılar eklenmiştir43. Ticari, askeri ve hac nedeniyle kullanılan önemli ana yollardan birisi de Euchaita’nın bulunduğu yerin yakınından geçmektedir. Roma döneminde kuzey sahilinde Amisos’dan (Samsun) başlayarak güneye Caesareia’ya (Kayseri) doğru uzanan ve buradan da Güney sahiline inan “Kuzey yolu” veya “Ticaret yolu”, Euchaita ve Alaca’dan geçmektedir. Özellikle Bizans döneminde “Hacılar Yolu” olarak tanınan ikinci bir yol Doğu- Batı yoludur. Hacıların yanı sıra askeri ve ticari amaçlarla da kullanılan bu yol Nikomedia (İzmit)’ten başlıyarak Gangra (Çankırı) üzerinden Euchaita ve oradan Amaseia’ya (Amasya) doğru devam etmektedir44. Elvançelebi Köyü, Hacıköy (Mecitözü İlçesinin önceki adı) ve Figani Köyünde bulunan Roma Dönemine ait mil taşları da Roma döneminde Amasya’ya doğru izlenen yol güzergâhını göstermektedir45.
Euchaita, Asker Aziz Theodoros’un IV. yüzyılın başında öldükten kısa bir süre sonra röliklerinin buraya getirilmesi ve adına bir manastır inşa edilmesiyle önem kazanmıştır46. V. Yüzyıldan itibaren önemli bir ziyeratgâh yeri olan şehir, aynı zamanda İstanbul ve Antakya patriklerini de kapsayan, seçkin din adamları için bir sürgün yeri olarak hizmet etmekteydi 47.
515 yılında bir Hun kabilesi olan Sabiriler; Kapadokya, Galatya ve Pontus’u istila ederek Euchaita yakınlarına kadar gelmiştir. Görevine son verilen ve Euchaita’ya sürgün için gönderilen İstanbul Patriği II. Makedonios, Hun’ların saldırısı nedeniyle Çankırı’ya kaçmak zorunda kalmıştır 48. Süratle hareket eden Sabirilerin şehirleri kuşatmak için teçhizatlarının yeterli olmamasına ve Euchaita surlarının böyle bir saldırıyı karşılayacak güçte bulunmamasına rağmen. Euchaita yakınlarına gelen Sabirilerin birden ilerlemekten vazgeçerek geri dönmeleri Aziz Theodoros’un bir mucizesi olarak kabul edilmiştir. Bunun üzerine İmparator Anastosios (MS 491- 518) Euchaita’ya şehir statüsü vererek, surlarını inşa ettirmiştir49.
Bizans İmparatorluğu içersinde Hristiyanlığın giderek kuvvetlenmesi ile kilisenin etkinliği giderek artmış ve erken dönemden başlamak üzere kilisenin taşra bünyesi İmparatorluğun yönetim biçimine göre yeniden düzenlenmiştir. İstanbul’daki patriğe bağlı olarak metropolit, başpiskoposluk ve piskoposluklar kurulmuştur. En küçük yönetim birimi olan kentler piskoposluk merkezleri haline getirilmiştir. Piskoposluk merkezi olan bu kentler çevrelerindeki köylerle birlikte bir başpiskoposluğa, başpiskoposluklar da bir metropolite bağlanmış ve belirli aşamalarda kentler bu basamaklarda yükseltilmiştir 50. Euchaita’nın isminin geçtiği en erken yazılı kaynak Justinianos (527- 565) dönemine ait Justinianos Novel’idir51. Geltzer, Euchaita’ya başpiskoposluk payesinin 536- 553 tarihleri arasında verildiğini ileri sürerken, Ramsay Bizans döneminde Helenopontos’un bir şehri olan Euchaita isminin Hierocles listesinde52 yer almamasından ötürü, başpiskoposluk payesinin listenin yazıldığı MS 535 yılından önceki bir tarihte verilmiş olduğunu düşünmektedir53. Euchaita’nın ilk piskoposu Epıphanıus’dur54.
6. yüzyılda Amasya Metropolitliğine bağlı bir piskoposlukken önemi, St. Theodoros kültünün etkisiyle giderek artmış ve 7. yüzyılda bağımsız başpiskoposluk (Aotucephalos) olmuştur. Aotucepholus olarak “Notitiae Episcopatuum55”da geçmektedir.
İmparator Herakleios (MS 610-641) döneminde, Antakya yakınlarında İmparatorluk ordusunun MS 613 yılında Sasaniler ile yapılan savaşta büyük bir yenilgiye uğramasının ardından Sasaniler her yerde hızla ilerleyerek, MS 614 yılında Kudüsü işgal etmişlerdir. Şehri yağmalamaları, Büyük Konstantin (MS 324-337) tarafından inşa ettirilen Kutsal mezar kilisesini yakmaları, İsa’nın gerildiği çarmıhın Ktesiphon’a götürülmesi Hristiyan dünyasında manevi açıdan derin yaralar açmıştır. MS 615 yılında Sasaniler tarafından Anadolu’ya yeni akınlar başlatılmış ve bu saldırılar sırasında Euchaita şehri işgal edilip yakılmıştır 56.
Euchatia askeri açıdan, Kilikya geçidinden Karadeniz üzerindeki Amisus’a kadar tüm Kapadokyayı içine alan, Armenia themasına bağlı şehirlerden biriydi.57 Suriye ve Mezopotamyayı işgal eden Araplar Armenia ve Anadolu’ya göz dikerek 642/643 yılında Armenia’ya yeni akınlar yapmış, 58 663/4 kışı boyunca Euchaita işgal edilmiştir. Araplar, bu son münasebette şehri yağmalamış ve St. Theodore Kilisesini yıkmıştır. Ahali yakındaki tepeler üzerinde kurulan kaleye sığınmak zorunda kalmıştır. Fakat her şeye rağmen şehir geri alınmış ve kilise yeniden inşa edilmiştir59.
Euchaita’nın, MS 680/81 yılında yapılan 3. İstanbul Konsiline katıldığı kayıtlarından anlaşılmaktadır60. Şehrin isminin yer aldığı bir diğer konsil kayıtı, MS 787 yılında yapılan 2. İznik Konsili’dir.61 Ayrıca, şehrin adının 8. yüzyıldan itibaren kilise kayıtlarında da yer aldığı görülmektedir
Armenia (Ermenistan) Strategosu (vali) Leon’un, themanın hazinesi ile Euchaiti’da olduğu bilinmektedir. MS 810 yılında Araplar, Vali’ye pusu kurarak temanın hazinesini ele geçirmiştir62.
Ramsay, kentin Bizans İmparatoru VI. Leo (MS 886-912) döneminde metropolit olduğunu ileri sürmektedir 63. Vryonis ise şehrin 11. yüzyılda metropolit olduğunu ve 45 metropolit arasında yer aldığını belirtmektedir64. Çorum şehrinin 1075 yılında Danışmentliler tarafından kuşatıldığı, kuşatmayı izleyen depremden sonra gelen yağmur ve selin etkisiyle kenti tamamen yok ettiği söylenmektedir65. Bu felaketlerin, direkt veya dolaylı olarak Euchaita’yı da kapsadığı düşünülebilinir.
11. yüzyıldan sonra Euchaita tarihi ile ilgili olarak kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır 66.
Aziz Theodoros Kültü
Azizler ve kutsal kişiler Geç Antik çağdan başlayarak Bizanslıların toplumsal ve bireysel yaşamlarında önemli bir rol oynamışlardır. Kusursuz bir Hristiyan yaşamı sürdürerek, Tanrısal dünya ile yakın ilişki kurduklarına inanılan ve bu yolda mücadele veren insanlar öldükten sonra Aziz olarak kabul edilmiştir. Azizler insan olma niteliği ile insanlara, kutsallıkları nedeniyle de Tanrı’ya yakın olan kişilerdir. Bizanslılar dünyasal ve dinsel istekleri için azizlere başvurmuşlardır. Aziz öldükten sonra bedeninden artan kemikleri, kullandığı eşyalar ya da onlara ait parçalar ve azizin fiziksel görünümünü betimleyen ikonalar halk tarafından kutsal sayılmıştır67. Zamanla halk arasında azizlerin öldükten sonrada mucizeler gerçekleştirdiği inancı yerleşmiş, insanlar bu azizlere dua edip, dilekte bulunmuşlar ve kendilerine yardım yaptığına inandıkları azizler adına ekonomik güçlerinin yettiği oranda kiliseye hediye getirip, bağışta bulunmuşlardır68.
Azizlerin toplumda büyük otoriteleri vardır. Kentleri ve insanları kötülüklere karşı koruyan, hastaları iyileştiren, mucizeler yaratan Azizler, tıpkı imparatorlar gibi, sıradan insanlar için ulaşılması güç bir yetke olarak algılandığından, Bizans toplumunda insanlar Tanrı’ya doğrudan ulaşmak yerine bu kutsal kişiler aracılığı ile ulaşmayı tercih etmişlerdir69. Koruyucu olarak kabul edilen Azizin himayesindeki kent ve bu Azizin gerçekleştirdiğine inanılan mucizeler kente Hristiyanlık dini içersinde ayrıcalıklı bir yer ve ün kazandırmıştır. Bu Azizlerden biri de Euchaita kentinin koruyucusu, Aziz Theodoros’dur.
Euchaita kentinin Koruyucusu Aziz’i olarak Theodoros Stratelates ve Theodoros Teron isimleri geçmektedir. Hangi azizin Euchaita kentinin koruyucusu olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Her ikisi de asker olan bu azizlerin başlarından geçen olaylarda benzerlikler bulunmaktadır. Bir hipoteze göre Theodoros Stratelates kültü Euchaita’da Theodoros Teron olarak devam etmiştir70.
Theodoros Stratelates’in doğum tarihi bilinmemektedir. Roma İmparatoru Licinius (MS 312-324) döneminde idam edilmiştir. Stratelates, literaturde ilk kez MS 9. yüzyılda görülmektedir. Onun en erken biyografisini Niketas David Paphlagon yapmıştır. Daha sonraları biyografisi Theodoros Teron model alınarak geliştirilmiştir. İddiaya göre Theodoros’un çağdaşı olan Hagiographer Augaros, Stratelatos’un en erken vitasını yazmış ve onun Euchaita’da gömülü olduğunu yazmıştır. Bizanslı Hagiographer Symeon Metaphrastes ise Stratelatos’un Euchania’da gömülü olduğunu belirtmiştir71. 10. yüzyılda C. Euthymios Protasekretis, Stratelates’i, Teron’un “enkomion72”luğu ile birleştirmiş ve Licinius döneminde idam edilmesi gibi gerçekleri ihmal etmiştir. 11. yüzyılda hala devam eden bir hikâyede, Theodoros Euchaita kentinden Eusebia adındaki bir kadının yardımıyla bir ejderhayı öldürür. Muhtemelen Aristokrat ve askeri toplumun artması ile sıradan bir asker olan Teron, yeni toplumsal eğilimleri tatmin etmediği için Stratelates kültü73 olarak 10. yüzyılda popüler olmaya başlıyor. Bizans İmparatoru John Tzimizkes (MS 969-976) Balkanlar’da 970 yılında Ruslarla savaşırken, Stratelates festival günü olan 7 şubat’da askerin yanına gelerek savaşın kazanılmasına yardımcı olmuştur. Bunun üzerine İmparator Euchaina’ya gelerek burada Azizin adına bir tapınak inşa ettirir ve kente Thedoros’un şehri adını verir 74. II. ve X. Piskoposluk listelerinde Euchania ve Euchaita birbirinden ayrı iki metropolis olarak gösterilir ve Euchaita’nın 886 ile 911 arasında ve Euchaina’nın MS 1035-1054 yılları arasında Metropolislik derecesine çıkmış olduklarını kaydeder75.
Theodoros Teron’un ne zaman ve nerede doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. Amasya’da Maximianus’un (MS 286-305) hükümdarlığı zamanında ölmüştür. Festival günü 17 Şubatdır. Aziz öldükten kısa bir süre sonra Eusebia adındaki bir kadın Azizin röliklerini Euchaita’ya getirmiş ve az zaman sonra burası mucizeler yarattığına inanılan bir yer olarak ün kazanmış ve Azizin ziyeratgahı yakınında ona ithaf edilen bir manastır inşa edilmiştir76. Bu alan giderek hacılar için popüler bir yer olmuştur77. Teron’un kültünde, MS 9. yüzyıl’da değişiklikler görülmüştür. Theodoros’un mızrakla bir canavarı öldürdüğü ve ona Eudokia adında bir prensesin yardım ettiği yazılıdır. Nikephoros Ouranos, Theodoros hakkında çeşitli hikâyeleri birleştirir78. XI. Yüzyıl’da Euchaita Başpiskoposu Ioannes Mauropos bir vaazında Aziz Theodoros’a dair Homilie’ler, Euchaita ve manastır hakkında bilgi verir, hatta buradaki kiliseyi tasvir eder.79 Büyük Perhiz’in (Lent) ilk pazarındaki gün için yazılan bir vaaz yanlışlıkla İstanbul Patriği Nektarios’a atfedilmiştir. Bu vaaz Jülien’in hükümdarlığı sırasında Theodoros’un yaptığı bir mucizeyi tanımlar; Theodoros, Piskopos’a görünerek “pazardaki yiyeceklerin kanla lekelendiğini” söyler. Bu yüzden festival şenlikleri yapılamaz 80.
Aziz Thedoros Stratelates ve Aziz Theodoros Teron Anıtsal resim sanatında tasvir edilirken eşleşmektedir. İki Aziz de zırh içersinde İsa’ya dönük olarak, cennet kemerinden krallık tacına uzanmaktadır. Aradaki tek fark Teron’un sakalının ucu çatallı değildir. Stratelates’in kahverengi sakalının ucu nadiren çatallıdır. Theodoros Teron 6. yüzyılın başlarında sakalının ucu koyu (Comsa Damiona içindeki Roma Kilisesi); Calabria’da, bulunan 6. yüzyıl’ın sonu 7. yüzyıl’ın başına tarihlendirilen bir altın madalyon üzerinde bir ejderhayı öldürürken, 10-11. yüzyıllarda martirium’u ateşli fırın içinde tasvir edilmektedir (II. Basileos’un Menologyası, s. 407). Aziz Thedoros Stratelates’in tasvir edildiği en erken örnekler fildişi eserler üzerinde ve 10-11. yüzyıla ait minyatürlü el yazmalarında (örneğin II. Basileos’un Menologyası, s. 383) görülmektedir. O, mızrak, kılıç ve kalkan tutarken, bir subay olarak betimlenmiştir. Onun martirium’u ise (Theodoros Psalter içerisinde, 39v) kırbaçlanırken tasvir edilmiştir. Bazı zamanlar hakim giysisi ile ve Aziz George gibi at üzerinde, elinde bir yılanlı mızrak tutarken görülmektedir81
SELÇUKLULAR DÖNEMİ
Türklerin Bölgeye İlk Yerleşimleri
Türklerin Anadolu’ya girmeleri iki bölüme ayrılır. Birincisi 1071’deki Malazgirt savaşına kadar, Selçuklu sultanlarının ele geçirdikleri sınırdaki üslerin dışında, giderek derinlere sokulan akınlar şeklinde olmuştur. Ne var ki bu akınlardan sonra akıncılar doğudaki karargâhlarına dönmüşler ve Bizans ordusuna geçen çok az kişinin dışında, Anadolu’ya yerleşmeye çalışmamışlardır. Oysa Malazgirt’ten sonra, ikinci bölümde akıncı grupları Anadolu’da kalmaya başlamışlardır. Sultanların tutumunda ise herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bizans ordusunun karşı koyma gücünün tamamen çökmüş olması, Anadolu’ya gelen akıncıların burada kalmalarına ve varlıklarıyla bu ülkede giderek bazı değişikliklere yol açmalarına neden olmuştur.83
Kızılırmak ve Yeşilırmak vadilerinde 11. yüzyıl ortalarından sonra Türk gazilerinin akınları başlamıştır. 1054, 1057, 1058 yıllarında yapılan bu ilk akınlar gelip geçici de olsa Amasya, Çankırı, Kastamonu yörelerinde yaşayan halkı etkilemiş ve bunlar kendi yerleşmelerini terk ederek sur ya da kalesi olan kentlere sığınmaya başlamışlardır. Danişmentname’ye göre Alparslan ümerasından Emir Danişment Ahmet Gazi, 1071 Malazgirt savaşına katıldıktan sonra bu yörenin fethine memur edilmiştir. Ahmet Gazi, 1071’de Sivas, Kayseri ve Malatya’yı, 1073 tarihinde de Tokat ve Zile’yi almış ve buradan da Niksar, Amasya, Çorum, Çankırı, İskilip ve Elbistan’a ilerlemiştir. Amasya’nın fethi için 1075 tarihi verilmektedir. Çorum’un Amasya’dan sonra aynı yılın yazı ya da sonbaharında fethedildiği ileri sürülmektedir. Mükremin Halil Yınanç, Danişmentname’nin masal ve rivayetlere dayanan bir destan olup, 15. yüzyılda Tokatlı Ali tarafından tekrar yazılırken değiştirildiğini söyleyerek, burada verilen bilgileri geçerli bulmamaktadır. Osman Turan ise, İ. Melkkoff tarafından yapılan açıklamalı yayınla Danişmentname’deki tarihi bilgilerin ortaya çıkarıldığı ve tarihî bir kaynak olarak kullanılabileceği görüşündedir.84
Çorum yöresinin fethi konusundaki ikinci görüş, bu bölgenin Emir Danişment Ahmet Gazi tarafından fethinin imkânsız olduğu gerekçesiyle Emir Tutak ya da Emir Artuk tarafından fethedildiği yönündedir. Melihşah’ın ümerasından olan bu iki kişinin 1072’den başlamak üzere bütün Orta Anadolu’yu fethettikleri ve Emir Artuk’un Emir Danişment Gazi’ye atfedilen bölgeyi fethettikten sonra yine fütuhat için Bağdat’a tayin edildiği ve Ahmet Gazi’nin bundan sonra bu bölgeye emir tayin edildiği şeklindedir.85 Bazı kaynaklarda ise Danişment Gazi’nin Anadolu’ya 1080’deki büyük Türkmen göçüyle geldiği yazılıdır.86
Süleyman Şah’ın 1085’te Anadolu birliğini kurmayı başardıktan sonra aynı yıl ölümü üzerine kendi yerine tayin ettiği emirler istiklal kazanarak kendi beyliklerini kurmuşlardı. 11. yüzyıl sonlarında Anadolu’nun çeşitli yönetim birimlerine ayrıldığı ve bunlar içinde özellikle Danişmentli Beyliği’nin kuvvetlenerek genişlediği belirtilmektedir. Danişment Ahmet Gazi; Sivas, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Kelkit Suyu dolaylarıyla Amasya, Tokat, Niksar, Çankırı, Ankara ve Malatya’yı içine alan beyliğini kurmuştu. Danişmentliler Anadolu Selçuklularına bağlı olarak yaklaşık 1095’ten 1175 yıllarına kadar yukarıdaki bölgelerde hüküm sürmüşlerdir. Esas olarak Sivas, Tokat, Amasya çevresinde kurulan beylik, 1127-1142 yılları arasında genişleyerek Ankara, Çankırı, Kastamonu, Çorum ve Yozgat çevrelerini de içine almıştır. Çorum ve yöresinde Danişment hâkimiyetinin en önemli olayları yeni yurtlarını batıdan gelen Haçlı seferlerine karşı savunmak zorunda kalmalarıdır. Gerek 1097’de gelen birinci Haçlı Seferine, gerekse 1101’deki ikinci Haçlı Seferine karşı Danişmentli Beyliği epeyce mücadele vermiştir. Diğer taraftan Selçuklular Anadolu birliğini kurabilmek için Danişmentlilerle mücadele etmişlerdir.87II.D.2.
Kentin Selçuklular Döneminde Siyasi ve Toplumsal Tarihi
Danişment Beyliği’nin Anadolu Selçuklu hâkimiyetine geçmesinden sonra Kayseri-Çorum-Kastamonu hattının doğusunda kalan ve Sivas’ın merkez olduğu genişçe bir saha “Danişmendiye Vilâyeti” adını taşıyordu. Güneydoğu Anadolu’nun aksine olarak, Danişmendiye topraklarında hâkim olan yaşayış tarzı yerleşik hayat olup, göçebelik ikinci sırada geliyordu. Şehirler ve kasabalar daha sık, daha kalabalık olup, sanayi ve ticaret faaliyetleri çok ileri idi.88 Danişmentli Beyliği, Anadolu Selçuklu Devlet’ine II. Kılıçarslan (1156-1192) döneminde bağlanmıştır. Selçuklu memleketleri hudut vilayetleri hariç çeşitli ser-leşkerliklere ayrılmıştı. Çorumlu şehri de bir ser-leşkerlikti.89
Selçuklu döneminin tarihi olaylar dizini içinde Türkmenlerin çoğunlukta oldukları Çorum ve çevresini ilgilendiren önemli dönüm noktaları tarikat hareketleridir. 90 Bunların başında Baba İlyas tarafından başlatılan isyan gelmektedir. Baba İlyas vaktiyle Türkmenler arasından edindiği müritleri halife sıfatıyla muhtelif yerlere, özellikle kendi eski çevrelerine gönderiyordu. Ayrıca Kalenderi, Yesevî ve Haydarî tarikatlarına mensup Türkmen babalarından istifade ediyordu. Söz konusu propagandacılarının faaliyet sahalarına gelince, iki ana bölgeden birisi ve asıl faaliyet merkezi, başta Baba İlyas’ın bizzat kendi zâviyesinin bulunduğu Amasya dahil, Tokat, Çorum, Sivas ve Bozok bölgesi idi.91 Baba İshak ayaklanmayı Maraş ve Elbistan yöresinden başlattı. Ayaklanmanın asıl elebaşsısı Baba Resul öldürüldükten sonra, Kasım 1240’ta Selçuklu ordusu ayaklanmayı bastırdı. Baba İshak öldürüldü.92
13. yüzyılın ikinci yarısında Çorum’un içinde bulunduğu yöreyi etkileyen en önemli olaylardan biri de Moğol istilasıdır. II. Keyhüsrev döneminde Moğollar 1243 yılında, iç karışıklıklar nedeniyle zayıf durumda bulunan Selçuklu ordusunu yenerek Anadolu’ya girmişler ve 1256 yılından başlamak üzere de Anadolu’da fiilen işgal kuvvetlerini bulundurmağa başlamışlardır. Zamanla bu işgal kuvvetlerinin sayıları artmış ve 1303’ten sonra Moğol oymakları Sivas’tan Kütahya’ya, Çorum bölgesinde Karahisar Demirli’den Konya’ya kadar Orta Anadolu’daki göçebe hayata elverişli bütün otlakları işgal etmişlerdir.93
Moğolların Anadolu’ya girişlerinde başlayan daimî yağma ve soygunlar tesirlerini memleketin bu en mamur ve devletin bel kemiği niteliğindeki yerlerinde gösterdi. Huzur ve rahat tamamıyla kayboldu. Bu gibi hallerde göçler meydana geldiğinden, memleket nüfus kaybına da uğradı. Anadolu’nun diğer bölgelerinde Moğol hâkimiyetine daimî engelleme olduğu halde, Danişmendiye Vilâyetinde bu gibi haller görülmemiş, Selçuklu hanedanının tasfiyesinden önce dahi, burası bir umumî valilik şeklinde kendilerine bağlanmıştı.94
Selçuklular döneminde Çorum’un Sivas, Amasya, Tokat kentleri düzeyinde bir gelişme göstermeyişi, kervan yolları üzerinde olmayışı ile açıklanabilir. Anadolu’dan Karadeniz sahiline Sinop ve Samsun limanlarına oluşan iki kervan yolunun biri Çorum’un batısından diğeri ise doğusundan geçmektedir. Çorum’da Anadolu Selçuklu dönemine ait mimarî kalıntıların bulunmayışı, kentin bu dönemde ne ölçekte bir yerleşme merkezi olduğu, nüfus yoğunluğu ve uğraş alanları ile ilgili soruları yanıtsız bırakmaktadır. Ancak buranın gerek Selçuklular, gerekse Beylikler dönemlerinde sönük bir kasaba olduğu görüşü ileri sürülmüştür.95
.
BEYLİKLER DÖNEMİ
Moğollar Anadolu’yu bölgelere ayırarak bazı bölgeleri bağımsız beylikler haline getirmişlerdir. Buna karşılık Kayseri, Niğde, Aksaray, Çankırı, Çorum, Tokat ve Amasya’yı çevrelerindeki yerleşmelerle birlikte, “Rum Vilâyeti” olarak isimlendirilerek umumî valilerle idare etmişlerdir.96
1243 Kösedağ Savaşından sonra İlhanlı egemenliği altına giren Anadolu Selçuklu Devleti, 1300’de kesin olarak ortadan kalkmıştı. Anadolu’yu hemen bütünüyle kendilerine bağlayan İlhanlılar, yönetimlerini, atadıkları genel valilerle sürdürüyorlardı. Bu valilerden en ünlüsü Emir Çoban’ın oğlu Demirtaş olup, valiliği döneminde babasının İlhanlı Devleti içindeki yerine ve gücüne güvenerek, bağımsızlığını ilan etmek istemişse de başarılı olamamıştır. 1328’de Mısır’a kaçınca, komutanlarından Eratna, İlhanlılar adına Anadolu’yu yönetmeye başladı. İlhanlıların daha sonra Anadolu’ya atadıkları genel vali Şeyh Hasan Celayirî ile de iyi geçinerek yerini korudu.97 1341’de Moğol emirlerinden Alaaddin Eratna tarafından Eratna Beyliği kurulmuştur.98 Eratna’nın hâkimiyetinde Aksaray, Bayburt, Çorum, Canik, Harput, Niksar, Samsun, Konya, Kırşehir gibi şehirler ile bu şehirlere bağlı yerler vardı.99 Eratna Beyliği’nin merkezleri Sivas ve Kayseri olmak üzere iki tane idi. İçyapısı her zaman karışık olan beylik 1352 yılında Eratna’nın ölümünden sonra büsbütün karışmış ve zayıflamaya başlamıştır ve beyliğin yönetiminde olan şehirlerin bir kısmı elden çıkmıştır.100 Bu çevrenin içtimaî yapısı Eretnaoğulları ailesinin burada otoriteli bir idare tesis ederek, bu yoldan bütün Anadolu’yu hükmü altına alacak bir kuvvete erişmesine müsait değildi. Eratnaoğulları, her biri bir kaleye veya malikâneye veraset suretiyle sahip olan feodal rejimli bir hükümet kurabilmişler ve bu yüzden de içyapı yönünden zayıf kalmışlardı.101
Çorum ve yöresi 1360’larda yeni bir yönetim değişikliği ile bu kez de Amasya hükümdarı Şadgeldi Paşa’nın beyliğine bağlanmıştır. Alaaddin Eratna Beyin ölümünden sonra Eratna Beyliği’nin zayıflamasından yararlanarak Amasya bölgesi umumî valisi Hacı Kutluşah istiklalini ilan ederek Amasya, Tokat ve Canik illerini içine alan bağımsız Amasya Beyliği’ni kurmuştur. 1360’ta Kutluşah’ın ölümü üzerine yerine geçen Şadgeldi Paşa ise Çorum, İskilip ve Osmancık yörelerini de alarak beyliğini genişletmiştir.102
Kadı Burhaneddin Ahmet, 14. yüzyılın ikinci yarısında bir fikir adamı olarak da ün yapmıştı. Gerek Eratna Beyliği, gerekse Karamanoğulları ile uzun süren uyuşmazlıklardan sonra Eratna Beyliği topraklarını ele geçirerek 1380’de bu bölgedeki hükümdarlığına başlamıştır.103 Kadı Burhaneddin’in bu bölgeyi ele geçirmesi Anadolu’daki siyasî dengeyi Osmanlılar aleyhine bozmuştur. Kadı Burhaneddin 1390’larda Osmanlılara karşı Anadolu’da ciddi bir kuvvet olduğunu göstermiştir.104
OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİ
Kentin Osmanlı Devleti Döneminde Siyasi ve Toplumsal Tarihi
Kadı Burhaneddin 18 yıl süren egemenlik döneminde, kendisine karşı çıkan Eratna Bey’inin akrabaları ve Osmanlı Devleti ile savaşmıştır. Yıldırım Bayezıd Kadı Burhaneddin üzerine oğlu Ertuğrul yönetiminde bir ordu göndermiştir. 1392’de Çorum yakınlarındaki Kırkdilim Kalesi önündeki savaşta, Osmanlı ordusu yenilgiye uğramış ve Şehzade Ertuğrul öldürülmüştü. Yıldırım Bayezıd’ın Çoruma civar bulunan Kırkdilim ve Osmancık kalelerini zapt etmiş olması ve Kadı Burhaneddin Ahmet’i Çorumlu sahrasında harbe davet eylemesi üzerine iki tarafın orduları Çorum ovasına gelerek üç gün devam eden savaşa girişmişlerdir. Bezm ü Rezm’de heyecanlı bir şekilde bahsedilen bu muharebe sonucunda Osmanlılar yenilmişlerdir. Osmanlıların sarp bir yer seçmelerine rağmen bu muharebe, Burhaneddin’in hazırlıklı bulunması yüzünden pek kanlı geçmiştir. Camiü’d-Düvel’de ise bu savaştan hiç bahsedilmemiş, Bayezıd’ın 1391-1392’de Tokat, Sivas, Kayseri ve civarlarını Kadı Burhaneddin’in elinden almak üzere hareket ettiği, daha bölgeye varmadan Kara Osman Bayındırî’nin, Kadı Burhaneddin’in işini bitirdiği, buraların savaş olmadan teslim alındığı yazılıdır.105
Kadı Burhaneddin ise İskilip, Ankara, Kalecik ve Sivrihisar çevrelerini Moğollara yağma ettirmiştir. Osmanlıların bu yenilgisi üzerine bazı kentler el değiştirerek tekrar Kadı Burhaneddin yönetimine girmiştir. Daha sonra ikinci bir Osmanlı kuvveti Kastamonu, Osmancık, Çorum, Merzifon ve Amasya çevrelerini almıştır.106 Kadı Burhaneddin, 1398’de Akkoyunlu Beyi Kara Yölük Osman’la yaptığı savaşta öldürülmüştür. Yerine oğlu geçmişse de yaklaşan Timur tehlikesi karşısında beyliğin ileri gelenleri Yıldırım Bayezıd’dan yardım istemişlerdir. Osmanlı kuvvetleri Sivas’ı alarak bu beyliğe son vermiştir. Kadı Burhaneddin Devleti’nin sona ermesiyle ona bağlı bütün yöreler, bu arada Çorum da Osmanlı hâkimiyetine girdi. Çorum yöresi Amasya’da bulunan Şehzade Çelebi Mehmet’in yönetimine bağlıydı. Timur’un Anadolu seferinden sonra, Çelebi Mehmet yöreyi hâkimiyeti altında tutmak için, bağımsız davranmaya başlayan birçok Türkmen Beyi ile çarpışmak zorunda kaldı. Bu durum, onun Osmanlı Devleti’nin birliğini sağlamasından sonra da sürdü.107
Çelebi Mehmet’in devleti yeniden derleyip toparlamasından sonra Çorum bölgesi Eyalet-i Rum’daki yerini almıştır. Rum Beylerbeyiliği merkezinin zaman zaman Amasya ve zaman zaman Tokat olduğu görülmektedir.108 Rûmiye-i Suğra Eyaleti de denilen bu eyalete bağlı livalar: Sivas, Amasya, Çorum, Bozok, Divriği, Canik ve Arapkir idi.109
Çorum’un Eyâlet-i Rûm’a kesin olarak dahil edilmesi 1427’de Yörgüç Paşa’nın Amasya valiliği sırasında olmuştur. Amasya ayan ve ümerasından Ata Beyzade Abdullah Bey’in oğlu olan Yörgüç Paşa ilk defa, Çelebi Sultan Mehmet zamanında 1413 yılında Amasya valisi oldu. 1415 Mayısında Şehzade Murat’ın Amasya’ya gelmesinden sonra bu görevden ayrıldı. Daha sonra, II. Murat’ın saltanatı sırasında 1422 Temmuzunda tekrar Amasya’ya vali oldu ve 1442 yılında vefat etti. 110 Bu tarihlerde Çorumlu ovasında Kızılkocaoğulları isimli Türkmenler bulunuyordu. Bunlar bölgede eşkıyalık yapıyorlardı. Yörgüç Paşa bunları ortadan kaldırmıştır.111
Osmanlı Devleti’nde ahalinin mal ve can güvenliğini sağlamak padişahların birinci göreviydi. Fakat devlet, halkın Celalî isyanları ile başlayan ve suhte, kapısız, levent diye adlandırılan kişi ve gruplarca devam eden zulüm ve soygunlarla ezilmesine engel olamamıştır. Çorum ve havalisinde halkın can ve malına tasallut eden bu grupların çeşitli faaliyetleri olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nda, 16. yüzyılın ilk yarısı, dinî ve sosyal bakımından etkileri günümüze kadar gelen, mühim olayların meydana geldiği bir dönemdir. Bunlardan biri, Osmanlı vakayiname ve arşiv belgelerinde kendine mahsus terimiyle Rafızîlik yahut Kızılbaşlık olayı, başka deyimle halk İslâm’ının Sünnilik ve Kızılbaşlık şeklinde ikiye bölünmesi hadisesidir. Bu olayı başlatan 1501 yılında İran’da Safevî tarikatı şeyhliğinden, daha çok göçebe Türkmen nüfusuna dayanmak suretiyle Türk tarihinin en ilginç devletlerinden birini Safevî Devleti’ni kuran Şah İsmail’dir. Şah İsmail en büyük rakibi olarak gördüğü Osmanlı Devleti’nin ancak içeriden çökertilebileceği düşüncesiyle, On iki İmam Şiiliğine dayalı bir ideoloji propagandasını, gayet başarılı bir şekilde uygulayarak kısmen amacına ulaşabilmiştir.112
Bu olaylardan ilki, II. Bayezıd döneminde olmuştur. Şah İsmail’in halifelerinden Nur Ali Halife müritleriyle Sivas, Tokat, Amasya ve Çorum civarında halkı Şah İsmail’e biata davet etmekle kalmamış, Faik Bey komutasındaki kuvvetleri yenip Tokat’ı zapt etmiş, Şah İsmail adına hutbe okutmuştur (1512).113 Ayrıca bu isyandan başka II. Bayezıd zamanında Safevîlerin tahrikiyle Teke Yöresinde çıkan Şahkulu isyanı, (1511) Orta Anadolu’da 1520’de Bozoklu Celal, öteki adıyla Şah Veli ve nihayet 1526-1527 yıllarında Orta Anadolu’da çıkan Şah Kalender isyanları meydana gelmiştir. Bu ayaklanmaların belli bir zaman ve mekân birliği oluşturdukları dikkati çekiyor. Bunların önemli bir kısmı, 16. yüzyılın ilk yarısı içinde, yani Safevî propagandasının işlediği bir dönemde ve ağırlıklı olarak Orta Anadolu’da yoğunlaşmış bulunuyordu. Bu itibarla bunların yaklaşık elli yıllık bir zaman dilimi içinde 3-5 yıllık aralarla, Orta Anadolu gibi sosyo-ekonomik yapı itibarıyla daha çok göçebeliğe ve zayıf bir ekonomiye dayalı, kolay sarsılabilir bir mıntıkada tekrarlana gelmesinin bir rastlantı olmadığı kesindir 114
16. yüzyılın en önemli olaylarından bir diğeri de medrese öğrencilerinin çıkardıkları isyanlardır. Bu karışıklıklar 16. yüzyıl Türkiye’sinin her yanında değil, ancak medrese ve imaretlerin çok ve kalabalık bulundukları çevrelerde çıkmıştır. Başlıca bölgeler arasında, Tokat-Amasya-Çorum üçkenini çevreleyen yöreler vardır. Buraya Yeşilırmak çevresi de demek yanlış olmaz. Bu bölgede birbirine yakın canlı şehir ve kasabaların bulunması ve her birinde zengin vakıflarca beslenen eski medreselerin varlığı kalabalık öğrencilerin buralarda birikmesini kolaylaştırmakta idi. Bu yüzden buraları geniş ve sürekli öğrenci ayaklanmalarına kolayca sahne olmuş ve 16. yüzyılın ikinci yarısı süresince öğrenci ayaklanmalarının baş bölgelerinden biri durumunda bulunmuştur. Bu olayların sebebine gelince; İmaretlerde ve medreselerde büyük bir öğrenci yığılması olmasına karşın öğrenimlerini bitirenlere iş verilmemesinden dolayı büyük ruhsal ve maddî bunalım içine düşen bu genç insanlar arasında önce ahlak dışı birtakım olaylar görülmüştür. Halkın kadın, kız ve genç çocuklarına tecavüzler artmış, köylere kasabalara gruplar halinde çıkan suhteler zorla yiyecek, para vb. şeyler toplamaya başlamış ve hükümet de haklarında kovuşturmaya geçince eyleme girişmişlerdir.115
1559’da Osmancık kadısına yazılan bir hükümde, Osmancık havalisinde Tarak adında bir suhtenin liderliğinde 8 kişilik bir eşkıya grubundan bahsedilir. Bunlar, Hasan adında bir sipahinin malını yağma etmişler, Hacıhamza’da yolları kesip halkı soymuşlar, mahkeme naibini bile hapsetmişlerdi. Kovuşturma başlatılınca Kastamonu sancağına geçmişler ve daha sonra Bafra’da bazıları yakalanıp idam edilmiştir.116
560 yılında, içlerinde Çorum’un da bulunduğu bölgelerin sancakbeyleri ve kadılarının, öğrenci ayaklanmaları hakkında bilgi veren yazıları, yörede ayaklanmaların yoğunlaştığını göstermektedir. Ayaklanmaya katılanların çoğu kez yargılanmadan idam edilmeleri, kimi zaman suçsuz olanların bile cezalandırılmaları, ayaklanmaların bastırılmasını güçleştiriyordu.1560 tarihinde Çorum sancakbeyi Divan’a bir şikâyet yazısı göndermiştir. Yazıda Çorum’da hırsız ve eşkıyaların yoğun olarak bulunduğu, kovuşturulduklarında öteki sancaklara kaçtıklarından, suçluların kaçtıkları yerlerde de kovuşturulması için yetki istemekteydi.117 1565 yılında Çorum beyine ve kadılarına gönderilen bir hükümde, kasaba ve köy halkından bazılarının silahlanarak yaylaklara çıktıkları, zenginlerden düğün akçesi ve koyun aldıkları belirtilmekte idi. Suhte denilen bu gibi ehl-i fesadın silahla toplu halde gezmelerinin yasaklanması, yeniçeriler dışındakilerin ellerindeki tüfeklerin alınması istenmekte idi.118
Bu yüzyılın diğer bir toplumsal olayı da Celalî ayaklanmalarıydı. Celalî isyanları denince aslında 16. yüzyılın başlarından beri imparatorlukçu Osmanlı düzeninin değiştirmeye başladığı, siyasî ve sosyal koşullarla at başı yürüyen ekonomik darlığın üzerine çöktürdükleri ağır bunalımın bütün Türkiye üzerinde yarattığı büyük bir karışıklığın, her sınıftan insanları birbiriyle kanlı kavgaya tutuşturmasından çıkan olayları anlamak gerekir. İlk Celalî bölükleri hükümetten hoşnutsuz kalan tımarlı sipahi (özellikle küçük dirlikler) başbuğluğunda doğmuş idiler. Fakat onlar bunu fazla geliştiremediler. Bunların yerine, devletin yürütme görevi kendilerinde olan vilayet idarecileri işe karışınca Türk halkının tarihinde bir benzeri bulunmayan büyük bir iç kavga doğdu.119
Çorum sancağında Celali ayaklanmaları yoğun bir şekilde olmuştur. Bunların arasında 90 adamıyla köyleri basan, yol kesen Canfedaoğlu (asıl adı Temurtaş) başta gelir. Kendi iddiasına göre, Canfedaoğlu, Rum Beylerbeyi tarafından Çorum’a mübaşir olarak yollanmıştır. Canfedaoğlu, Bozok’un Altıntaş köyünden bir raiyet oğludur. Sivas ve Tokat mahkemeleri onu mahkûm etmiş, ama sipahi olduğu için kurtulmuştu. Beylerbeyinden de mübaşirlik alınca, Zile ve Çorum köylerinde para, yağ, bal vesaire yiyecekler toplayarak eşkıyalığa başlamıştır. Baskına uğrayan köy halkı, Canfedaoğlu korkusundan, etrafa kaçmaya başlamıştır. Sorgun kadısının devamlı şikâyetleri üzerine, İstanbul’dan Hasan adında bir sipahi yeterince kuvvetle Çorum’a yollandı. Canfedaoğlu 12 arkadaşıyla birlikte ele geçirildi ve Çorum mahkemesinde muhakeme edildi. Mahkeme neticesinde halktan aldıkları 72 bin akçeyi iade etmeleri istendi. İşledikleri cinayetler sebebiyle Canfeda ve arkadaşlarının idam edilmesine karar verildi. Bunun üzerine Canfedaoğlu, Özdemiroğlu Osman Paşa’nın, Demirkapı seferine giderken kendisini bölüğe geçirdiğini söylemiş ve sağ ulufeciler 13.bölükte 13 akçe ulûfeyle kayıtlı olduğunu ileri sürmüştür. Bu iddiaların İstanbul’a sorulması için Canfeda ve birkaç kişinin idamları bekletilmiştir. Canfeda’nın sipahi olarak yazıldığı, ancak on üç senedir hiçbir sefere gitmediği ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine arkadaşlarıyla beraber 1596 yılında idam edilmiştir. 1596 Haziranında Çorum kadısına yazılan bir hükm-ı hümayunda, Canfedaoğlu’nun Çorum’da idam edilmesi üzerine, halk arasında telaş uyandıracak bir takım söylentiler çıkmıştır. Canfedaoğlu padişahın bir sipahisi olduğundan, idamı sırasında Eğri seferinde bulunan hükümdarın dönünce, ordusuyla Çorum üzerine gelerek reayanın cezasını vereceği söyleniyordu. Bu dedikodular yüzünden esnaf dükkânlarını kapamaya ve halk şehirden kaçmaya başlamıştı. Hükümde Canfedaoğlu’nun bir ehl-i fesad olduğu ve şer’i kanunlarla idam edildiği, böyle bir şahıs yüzünden halktan hesap sorulmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. 120
16. yüzyıl sonlarında Çorum ve çevresinde etkili olan olaylardan biri de Karayazıcı’nın başlattığı Celalî ayaklanmasıdır. Hüseyin Hüsameddin, asıl adı Abdülhalim olan Karayazıcı’nın Urfa’da Kılıçlı aşiretinden Ali’nin oğlu olduğunu tespit etmiştir.121 Eserini 17. asır ortalarında yazan Ermeni tarihçisi Arekel ise, Karayazıcı’nın Çorumlu bir Türk’ün oğlu olduğunu söylemektedir. Gerek vakayinamelerin verdikleri bilgilere ve gerek o zaman Anadolu’da cereyan eden hadiselere uygun düşmesi bakımından, Karayazıcı hakkında, ancak tahminî olarak, şu söylenebilir:
Celalî şefleri içinde en çok tanınmış olan bu kimse öyle anlaşılıyor ki, önce bir beyin kapısında sekban yahut bölükbaşı olarak bulunuyordu. Sonra o zaman Anadolu’da moda olduğu üzere, bölüğe geçerek, Altı Bölük halkından oldu ve Şam yahut başka bir hudut kalesine muhafız olarak gitti. Celalî ayaklanmaları başlayınca Malatya taraflarına geldi. Celalîlere karşı her tarafta teşkil olunan gönüllü bölüklerden birisinin başına ağa oldu. Kapıkulu olması dolayısıyla, beyin kaymakamlığını kabul etti ve bey sefere gittiği zaman sancağının idaresini eline aldı. Daha sonra pek çok maiyet memurları gibi o da, devriye bölüğü ile beraber, herhangi bir olayı bahane ederek Celalî oldu. Karayazıcı da Beylerbeyiliğinden mazûl Hüseyin Paşa gibi, Karaman’da 1598’de çıkan suhte isyanını bastırmaya memur idi. Bunların Celalî olmaları üzerine, Anadolu’da korkunç bir manzaranın ortaya çıktığını vakayinameler kaydediyorlar. Karayazıcı büyük ihtimalle 1598 yazında ortaya çıkmış ve 1599 yazına kadar etrafına Anadolu’nun her tarafından pek çok insan gelip toplanmıştır. Şarkta Karayazıcı mütemadiyen şehirler halkından salmalar istemiştir. Bundan en çok zarar görenler, servetleri herkesten fazla olan kadılar, müderrisler, ayan ve eşraf idi. Bunların pek çoğu da İstanbul’a kaçmışlardır. 1599 Temmuzunda Mehmet Paşa, Celalîler üzerine serdar tayin edildi.122 Karayazıcı daha önce Urfa kalesinin almıştı. Mehmet Paşa, Urfa’yı kuşatınca Karayazıcı Sivas taraflarına firar etmiş ve orada da halka büyük eziyet yapmıştır.123
Padişahın İstanbul’daki danışmanları, Karayazıcı savaşta yenilmezse, rüşvetle yola getirilmesine karar vermişlerdi. Divan’da geçen uzun tartışmalardan sonra, Karayazıcı’yı, Amasya sancakbeyliğine atayan ferman gönderildi. Karayazıcı Amasya’ya 1600 Haziranı’nda geldi ve altı ay kaldı. Karayazıcı Amasya’da konumunu güçlendirirken, Osmanlı Devleti de Anadolu’da gittikçe büyüyen Celalî bunalımıyla boğuşmaktaydı. Daha sonra Karayazıcı Amasya’dan alınıp, daha batıya Çorum’a sancakbeyi olarak tayin edilmiştir. 124 Karayazıcı, Çorum’da Celalî olduğu zaman yaptığı gibi, halktan kanunlu kanunsuz salmalar toplamaya devam etmiştir. Sekbanları da grup grup köylerde soygunculuk yapmakta ve misafir olarak günlerce oturmaktaydılar. Bunların yanında Çorum halkı devletin görevlisi olan Mehmet Paşa’nın sekbanlarından da şikâyetçi idi. O zaman Çorum kadısı bulunan Çelebi Kadı’nın, amcası Şeyhülislâm Sunullah Efendiye yolladığı mektuplarda Mehmet Paşa’nın, Celalîlerden çok daha zalim olduğunu, Karayazıcı’nın ise kimseye bir fenalık yapmadığını yazıp durması da ilginçtir.125 Bunun üzerine Bağdat Valisi Sokulluzade Hasan Paşa, Karayazıcı meselesini halletmek için görevlendirildi. Orta Anadolu’da duramayan Karayazıcı, Göksun taraflarına geçti. Burada cenubun aşiret askerleriyle karşısına çıkan Hasan Paşa’ya yenildi. Bir rivayete göre, Celalîler 20 bin sekban telefat verdiler. Karayazıcı yanında kalan Celalîlerle beraber, Sivas tarafına ve oradan Canik dağlarına kaçtı ve orada öldü (1601) 126
Karayazıcı’nın ölümünden sonra yerine biraderi Deli Hasan geçti. İlkbaharda Canik’ten hareket eden Celalî şefi, Yeşilırmak çevresinde yeniden leventleri toplayarak, Tokat’ı ele geçirmiş daha sonra büyük Celalî kitleleriyle Çorum üzerinden Ankara önlerine gelmiştir. Ankara ahalisi, Celalî’lere 80 bin kuruş vermek suretiyle şehirlerini yağma ve tahripten kurtarmışlardır. Bundan başka Tavil Halil adlı Celalî, Orta Anadolu’da eşkıyalık yapmıştır.1604 yazında bu Celâlinin sekbanları Kastamonu, Çorum, Bozok, Aksaray sancaklarını yakıp yıkmışlardır. Buralarda ahali, korkudan, ya dağlık yerlere sığınmış ya da köy ve kasabaları palankalarla çevirmişlerdir.127 Bütün bu isyanların sonucunda köylü reaya arasında geniş ölçüde muhaceret daha doğrusu o zamanın ifadesiyle, büyük bir kaçgunluk firarîlik hareketi başlamış ve umumî kıtlık olmuştur. Köylülerin ziraatı terk ederek leventliğe geçmeleri buna sebep olmuştur.128
Çorum’un Celalî isyanları ve diğer eşkıyalık olaylarından önemli bir şekilde etkilendiği yukarıdaki bilgilerden anlaşılmaktadır. Bunun yanında Kanuni Süleyman döneminde özellikle İran savaşları sürecinde girişilen isyancı takibatının Çorum ve Amasya bölgesinde yoğunlaştığı da Mühimme defterinden anlaşılmaktadır.
16. yüzyılda Çorum pek çok açıdan aynı dönemin diğer Orta Anadolu kentlerinde görülen seviyede gelişme göstermiştir. Çorum’un diğer Anadolu kentleriyle ortak özelliği, denizden kopuk olmasıdır. Trabzon, Sinop, büyük bir ihtimalle Antakya bir de 17. yüzyılda mantar gibi büyüyen İzmir’in dışında, 16. ve 17. yüzyılın Anadolu’sunda hiçbir kent denize dönük değildir. Üstelik bu dönem boyunca, Anadolu’nun karayolu sistemi içinde Çorum hiç bir zaman hakim noktada bulunmamıştır. 129
17. yüzyılın ilk yarısı için Çorum tarihi ile ilgili en önemli kaynak Evliya Çelebi Seyahatnamesidir. Evliya Çelebi, 1640 yılında Defterdârzâde Mehmed Paşa ile Erzurum seyahatine çıkmıştır. Bu seyahat esnasında Sapanca, Bolu, Tosya yolu ile Çorum’un Osmancık, Hacıhamza kasabalarından geçmiştir. Erzurum’dan İstanbul’a dönerken Çorum’a uğramıştır. Çelebi, Direklibel’den Osmancık yolu ile Çorum’a gitmek istemişse de “bir gecede beş karış kar” yağdığından geçemeyerek Gümüş’e gelmiş ve burada üç gün kaldıktan sonra Dankaza yolu ile Kırkdilim’e oradan Çorum’a gelebilmiştir.130 Evliya Çelebi’nin Gümüş kasabasından Çorum’a Kırkdilim üzerinden gelişi mevsim kış olduğu için hayli zor olmuştur. Evliya Çelebi Çorum’a gelişini ve şehri seyahatnamede şöyle anlatılır:
Gümüş’te üç gün kalıp, sonra haraketle cânib-i cenuba 5 saat giderek (Dankaza) köyüne geldik. Amasya hakında gümüş kazasının yüz evli mamur köyüdür. Burada Kûşe Şaban Paşa Çiftliği kurbunda (Bardaklı Baba Sultan), (Akça Baba Sultan) ziyaretkâhları vardır. Anda müşavere ederek (Kırkdilim) nam dağ tarafına müteveccih olduk. Kıra kar yağdığından azim zahmed ve müşkilâtlar çekerek o tipi ve boran içinde gittik. Sıcak Türk evlerinde ibadullaha zülm ve taaddi ederek lokmacılık edip, ateş başında huzur etmeği mutad edilmiş olan askerin Kırkdilim Dağ’ını aşmada dilleri kırk, elli dilim olup beli geçmede belleri büküldü. Şiddet-i şitadan el ve ayakları dökülüp, bir kısmı geriye dönerek Dankaza’ya geldiler. Hemen Kethüda Ali Ağa nice eli, ayağı tutan şahbaz yiğitlere bezl-i ihsan edip, kilim ve keçeleri parçalatarak deve ve katır katarlarının ayaklarına sardılar. Yüz bin azab ile hayvanlar Kırkdilim dağını aştılar. Ama cemiî bar-ı sekil, cebhâne, kiler, matbah ve evâni makûlesi şeyler, cebhâne ve hazine sandukaları kar üzerinde kaldı. Bir tarafa gitmeğe kimsede iktidar kalmayıp 70 adamın el ve ayakları döküldü. Geriye Dankaza’ya döndüler. Hayvanların birçoğu da şiddet-i şitadan geberdiler. Dankaza’ya gidenlerden de kimi öldü, kimi kurtuldu. Sabah Kırkdilim deresinden kalkıp bin meşakkat çekerek adını bilmediğimiz bir köye geldik.
Evsaf-ı Kal’a-ı Çorum: Selçukîlerden Kılıçarslan Şah’ın binasıdır derler. Ab-ı havası latif olduğundan Kılıçarslan Şah, oğlu Yakub Mirza’yı ve yüzlerce sair çorlu hastaları bu şehre gönderip ifâkatyâb ettirdiği için adına Çorum denmiştir. Ama a’yân-ı vilâyet “Çevr-i Rum’dan galat ve muhaffefdir derler. Sonra Danişmendlilerin eline düşmüştür. Oradan da Yıldırım Han’a geçmiştir. Sivas Eyaletinde sancak beyi tahtıdır. Beyinin hassı 300.000 akçe olup, 19 zeamet, 310 tımarı var. Alaybeyisi, çeribaşısı vardır. Yüzelli akçelik kazadır. Kadısına senevî beş kese hâsıl olur. Şeyhü’l-islâmı, nakıbu’l-eşrafı, a’yân ve eşrafı, kale dizdarı ve neferâtı, kapan emini, muhtesibi, şehir naibi, şehir subaşısı vardır. Sipah kethüdaları beyine muadil fer sahibi hâkimdir. Kapı kulu serdarı dahi müteazzim ademdir. Zira bu Çorum sancağında askerî taife gayet çoktur. Eşkiyâ ve zorba yeridir. Hatta bizim paşayı bu şehre kondurmak istemediler. Araya muslihîn girip, mahkeme-i şer’ dahi yaftalar verdi. Cümle şehir hanelerinde üç gün meks etmek ferman olundu.
Şehir 42 mahalle ve 42 mihrâbtır. 4300 bağlı, bahçeli evler vardır. Ama Sultan Alaaddin Camiini Süleyman Han imar etmiştir. Çarşı içinde Mimar Sinan Ağakârı olup cemâatı çoktur. Tahıl Pazarı Camii, Bey Camii, Deftardâr Camii, Medrese Camii, Ağa Camii meşhurlarıdır. Fakat Murad Han camiinden mükellefi yoktur. Hamamlarından Yeni Hamam gayet latiftir. Tokat’ta Ali Paşa Hamamına vakf ve hayrattır. Ulema (Ölme) Paşa Hamamı, Beyler Çelebi Hamamı meşhurlardır. Kırk kadar saray hamamları vardır. Yedi yerde dâru’t-tedrisi varsa da Murad Han Gazi Medresesi mamur ve meşhurdur. 11 mekteb-i sıbyânı, 7 hanı var. 18 yerde ab-ı hayat sulu çeşmeleri vardır. Bir konak yerde Süleyman Han su getirip, bu şehre sebil etmiştir. 3 aded tekyesi var. 300 dükkanı olup, her türlü esnaf mevcuttur. Erbâb-ı maârifi, nükte-şinâs çelebileri, ulemâ ve sulehâ ve meşayîhi yarandan garibu’l-diyar ademleri, salah-ı hâl ile marûf mümin ve muvahhid kimseleri çoktur. Âb u havasının letâfetinden halkının renk-ı ruları hamret üzere olup, orta boylu, cesim ademleri olur. Güzelleri de çoktur. Halkı ekseriye çuha giyerler. Kadınları beyaz izar bürünürler. Şitâsı şiddetli ve bağçeleri çoktur. Şehrin kıble tarafında celâli ve cemali şerrinden emin olmak için çar köşe bina bir kal’a-ı ra’nası vardır. Ama küçüktür. Bir kapısı vardır. Dizdarı, neferâtı, müstevfî cebe hanesi, bir kaç hanesi ve anbarı vardır. Allahu alem İslâm binasıdır.131 Evliya Çelebi’nin üslubu yer yer abartılı da olsa o dönemin şehirlerini ve toplumunu anlamak için vazgeçilmez bir kaynaktır.
III. Selim döneminde vali ve mutasarrıfların kapılarında besledikleri askerleri bütünüyle kaldıramadığından bazı düzenlemeler yaptırmakla yetinmişti. Onların gelirlerine göre yanlarında barındıkları ve “delil” diye adlandırılan askerlerin sayılarını yeniden ayarlamaları istenmiştir. Çıkarılan genel bir fermanla kapısında fazla miktarda delil ve delil başı bulunan vali ve mutasarrıfların, bunları memleketlerine gönderilmeleri istenmiştir. Bunların bazıları eşkıyalık yapıp halkı rahatsız etmeye başladılar. Bu tür olaylara Anadolu’nun her tarafında rastlamak mümkündür. Maraş valisi Celaleddin Paşanın kapısından ayrılan, hizmet alamayan deliller Erzurum bölgesine geçmişler ve oradan da Tokat yöresine yönelmişlerdi. Tokat, Amasya, Zile, Mecitözü, Çorum kazalarında başıboş dolaşarak, uğradıkları köylerde gecelemişlerdi. Ayrıldıklarında halktan para ve kahve almışlar, yolcuları soymuşlardı. Sivas valisinin aldırdığı önlemler ise yeterli ve etkili olmamıştı. 132
Hemen bir yıl sonra devletin bütün çabalarına karşılık Çorum’da asayişi bozan ahalinin can ve malına tasallut eden eşkıyanın faaliyetlerini sürdürdükleri görülmektedir. Bunlardan Mazlumoğlu Harlak, Mazlumoğlu Hacı Alioğlu Hacı Hüseyin hırsızlıkla şöhret bulmuşlardı. Mazlumoğlu Harlak mütesellim tarafından yakalanıp hapse atılmış, fakat daha sonra diğer kardeşi 30-40 adamla Çorum müteselliminin konağını basarak kardeşini kaçırmıştır.
18. yüzyılda Anadolu’da toplumsal seviyede ortaya çıkan önemli bir oluşum da ayanlık olmuştur. Merkezî otoritenin zayıflaması, sancak yönetiminde yapılan değişiklikler, vergi toplama sorunları, mahallî güçlerin etkinliğini artırmıştır. Ayanlığın ortaya çıkışında İstanbul’dan gelen görevlilerin yeterince etkin olmayışları da büyük rol oynamıştır. 18. yüzyılda merkezî otoritenin zayıflamasına karşılık kuvvetlerini artıran ayanlar, devletin Anadolu’da pek çok konuda başlıca dayanağı ve önemli kuvvet kaynaklarından biri olarak görülmüştür. Devlet, eşkıyaların tenkili, devlete isyan edenlerin cezalandırılması, orduya asker temini, erzak tedariki, İstanbul’a zahire gönderilmesi, Anadolu’daki karışıklıkların giderilmesi, vergilerin toplanması vb. işlerde ayanlardan faydalanma yoluna gitmiştir.133 17. yüzyılda belirli bir etkinlikleri görülmeyen ayanlar, 18. yüzyılda çok etkin duruma gelmişlerdir. Şehir hayatında bunların ehl-i şer ve ehl-i örf zümresi üzerinde büyük etki yaptıkları, bu zümrelerin çoğu kez bunların sözünden çıkamadıkları bilinmektedir.134
Ayanların etkinliklerini artırmalarında İstanbul’dan tayin olunan idarecilerin kuvvetli olamayışının da büyük etkisi vardır. Şöyle ki, elinde kuvveti olmayan, mal, eşya ve serveti şehir hanedanına nazaran yok denecek kadar az olan İstanbul’dan idareciler, devletin ve sancak beyinin gelirlerini toplayamıyorlardı. Muhtemelen bunlara karşı hanedan sahibi ailelerin halkı kışkırttığı düşünülebilir. Örneğin, Çorum Sancağı Mutasarrıfı Hüseyin, Özü muhafazasına memur edilince, gitmeden önce Çorum’a dışarıdan Dayal Ağa’yı mütesellim tayin etmiştir. Dayal Ağa’nın, Çorum’un yerli ailelerinden olmaması, dışarıdan olması sebebiyle halkla anlaşamamış, sözü geçmez olmuştur. Çorum’un seferiyye ve diğer gelirlerini toplayamamıştır. Dayal Ağa bu yüzden, görevinden alınmış ve yerine Çorum halkından, mütesellimlik işlerinden anlayan, ahaliyle uyuşabilen, mühim işleri ve sancakbeylerinin gelirlerini kolayca toplayabilecek yetenekte olan Peykeroğlu Mustafa mütesellim tayin edilmiştir. Çorum’da Peykeroğulları uzun süre ayan olarak kalmayı başarmış bir ailedir.135 Devlet, 1768 yılında başlayan Rus savaşı nedeniyle ayanlardan sık sık yardım istemek zorunda kalmıştır. Savaşın yenilgiyle sonuçlanması devletin Anadolu’daki etkinliğini daha da azaltmıştı. Bu savaşa değin yalnızca ayan olan aile ve kişiler daha da güçlenmişler, ayanlık örgütünün dışına çıkarak, mutasarrıflık görevini de üstlenmişler ve bunu babadan oğula geçer duruma getirmişlerdir. Bu ailelerden Çaparzâdeler, Çorum’u da kapsayan geniş bir bölgede hâkimiyet kurmuşlardı. Çaparoğulları ya da Çapanoğulları adıyla anılan aile, daha önce Yeni İl Has Vovyodası olan Çapanoğlu Ahmet Ağa döneminde etkinliğini artırmış, 1763’te kendisine Çorum Sancağı arpalık olarak verilmişti. Buna karşılık Çapanoğlu Ahmet Paşa’dan yöreyi eşkıyadan arındırması istenmiştir. Ahmet Paşa bu görevi yerine getirmiş ve gittikçe daha da güçlenerek isteklerini artırmıştır. İstanbul’un bu istekleri ve paşanın bazı davranışlarını doğru bulmaması sonucu Çapanoğlu Ahmet Paşa 1765’te idam edilmiştir. Bu olay üzerine, Çapanoğlu ailesi 1765-1768 arasında etkinliğini geçici olarak yitirmiştir. Daha sonra Ahmet Paşa’nın yerine geçen oğlu Mustafa Bey, ailenin eski etkinliğini kazanmasını sağlamıştır.136
Çapanoğullarının en parlak ve ihtişamlı devri 1782’den 1813’e kadar süren Süleyman Bey zamanıdır. Süleyman Bey’in akıllı, tedbirli, fırsatlardan istifade etmesini bilen ve Bâb-i Âli’ye karşı umumiyetle itaatli siyaseti Çapanoğullarının nüfuzunu Bozok dışında Çankırı, Amasya, Sivas, Adana, Ankara, Konya, Kayseri’ye kadar yaymış, tesirlerini Çorum, Maraş, Ayıntap ve Rakka’ya kadar hissettirmiştir. II. Mahmut 1812’den itibaren merkezileştirme siyasetini uygulamaya başladığında, 1813’te Süleyman Bey’in ölümünü fırsat bilip Çapanoğullarının Bozok’taki idarî nüfuzuna son vermiştir.137
1827 Ekiminde Çorum ve civarını eşkıyadan temizleyerek iyi bir idare gösteren mütesellim Hüseyin Ağa’dan Çorum naibi ve ahalisinin hoşnut olduğu görülmektedir. Mütesellim, Osmancık ahalisinden Kırıkbaş İbrahim adlı eşkıyayı yakalayıp idam ettirmiştir. Mütesellim, Osmancık mahkemesini basan çeşitli suçlar işleyen Hasan Fazlı, Değirmenci Veli Hüseyin ve diğerlerini de yakalayıp, Çorum kalesindeki zindana atmıştır. Bu eşkıyaların arkadaşları olan Çaldımoğlu Deli Mustafa ve Pehlivan Deli Hüseyin gizlenmişler, ama daha sonra yakalanıp idam edilmişlerdir.
Tanzimat döneminde şehirde çeşitli hırsızlıkların olduğu görülmektedir. Özellikle hayvan hırsızlığı başta geliyordu. Çorum mahkemesine en çok hayvan hırsızlığı konusunda başvurular yapılıyordu. Şer’iye sicillerinde yaralama ve öldürme olayları da geçmektedir. Yaralama ve öldürmeler tüfek, tabanca gibi ateşli silahlar ve bıçakla yapılmakta idi. Bunların yanında sopayla yaralama ve öldürme hadiseleri de oluyordu. Öldürme ve yaralama hadiseleri genellikle köylerde meydana gelmekte idi. Bu tür öldürme olayları sonucunda verilen cezalar ise ayniyat defterlerinde yer almaktadır. Bu tür suçlular kürek hapsiyle cezalandırılıyordu. Bıçak, tüfek ve tabancayla öldürülen kişilerin cenazeleri mahkeme kâtibi, zaptiye ve cerrah tarafından yerinde incelenmekte ve maktulun, ölüm sebebi mahkeme kayıtlarına geçirilmekteydi. Bu dönemde şehirde, kız kaçırma suçları da işlenmekte idi. Çorum naipliğine, 1840 Haziranında gönderilen yazıda, Anadolu ve Rumeli’de kız kaçırmanın yaygın olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Zorla kaçırılan kızların nikâhları kaçırıldıkları yerlerin mahkemelerinde yapılıyordu. Bu konuda kanunnamelerde açık olarak bir ceza maddesinin bulunmaması, kız kaçırma olaylarının önlenmesini engelliyordu. Yazıda, kaçırılan kızların nikâhlarının gittikleri yerin naipleri tarafından yapılmaması ve kız kaçıranların hemen zaptiyeye bildirilerek, yakalanması isteniyordu. Bunun sonucunda kız kaçıran şahıslara altı ay hapis cezası verileceğine dair bir hüküm kanunnameye ek olarak konulmuştur.
1841 Temmuzunda Çorum mahkemesine Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’den gelen bir yazı, taşrada kız kaçırma suçunun yaygın olarak işlenmeye devam ettiğini göstermektedir. Verilen ceza yüzünden kız kaçıran kişiler “kaçırılan kızlara kendi rızamla gittim” dedirterek, mahkemelerde ifade verdiriyorlardı. Bundan sonra gerek rızasıyla gerek zorla kız kaçıranların mutlaka cezalandırılması istenmekteydi. Cezalara ve alınan önlemlere rağmen, kız kaçırma olaylarının önü alınamamıştır. Bunun sebebi memurların bu konuda gereken ciddiyeti göstermemeleri idi. Kızların yanında evli kadınlar da kaçırılmakta idi.
Tanzimat döneminde şehirde asayişi bozan hareketlerin azaldığı görülmektedir. Bu yıllarda bölgede, bazı grupların yol keserek halkı soydukları görülmektedir. Örneğin, 1867 Kasımında İmadüyüğü Köyünden Kavli aşiretine mensup İbrahim ve Ahmet adlı iki kişi, eşkıyalık yapmakta idi. Bunlardan İbrahim yakalanmış ve beş sene süreyle Çorum’da kürek hapsine çarptırılmıştır. Yine 1876 Aralığında Çorum civarında Mehmet, Obalı Ali ve oğlu Bekir’in soygunlar yaptığı görülmektedir. Bu kişiler yakalanmış, mahkemede suçlarını kabul etmeleri üzerine 4 sene hapis cezası verilmiştir. Bunların yanında gayr-ı Müslim tüccarların malları da nakil sırasında çalınabiliyordu.
Bu dönemde şehirde meydan gelen önemli olaylardan biri de Ermeni faaliyetleridir. Diğer gayr-ı Müslimler gibi Ermeniler de, Tanzimat Fermanıyla tanınan haklardan ve Islahat Fermanıyla verilen siyasî imtiyazlardan istifade ederek Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılma hazırlıkları yapmaktaydılar. 19. yüzyılın sonlarına doğru pek çok Ermeni teşkilâtı kurulmuştur. Ermeni komiteleri, 1891 yılından itibaren Doğu Anadolu’da tedhiş hareketlerine başlamışlardır. Çorum ve Yozgat çevresinde Ermeni olayları, 1893 yılında başlamıştır. 8 Ocak 1893 tarihinde Çorum’da binaların duvarlarına Ermeniler tarafından ilanlar yapıştırılmış ve bazı ilanlar da zarf içerisinde bırakılmıştır. Daha sonra, bu ilanları dağıtan Gümüşhacıköylü Zelamoğlu Ahadoron yakalanmış ve sorgusunda ilanları Merzifon’da bir makinede çoğalttığını söylemiştir. Ahadoron, hükümet aleyhinde bir örgüt oluşturmak için Hacıköy’de Ermeni ve Protestan tüccarlarla 4 defa çeşitli yerlerde toplandıklarını ve silahlara sahip olduklarını sorgusunda itiraf etmiştir. Bundan başka Ahadoron, sorgusunda Hacıköy dışında kasaba ve köylerde pek çok adamları olduğunu, Merzifon’daki Amerikan okulu öğretmenlerinin, Çorum’daki Ermenilere hükümet aleyhinde yazılar gönderdiğini de söylemiştir. Neticede Merzifon’da bazı Protestanlar ve Ermeniler tarafından kurulmuş bir örgütün olduğu anlaşılmıştır.
Mayıs 1893’te Ankara vilâyetinden İstanbul’a gönderilen bir telgrafta yakalanan Ermenilerin yargılamalarının devam ettiği, bunun yanında 3’ü Çorum’da, 13’ü Merzifon ve Sivas’ta olmak üzere 16 kişinin daha yakalandığı belirtilmektedir. Bu dönemde Ermeni çetelerinin faaliyetleri giderek artmıştır. 1895 Kasımında Amasya’nın Hacıköy ve Medye kazalarına mensup 30-40 atlı ve silahlı Ermeni’nin Osmancık kazası civarında dolaştıkları belirlenmiştir. Ermeni olaylarına yabancı sefirler de müdahale etmek istemişlerdir. 1895 Kasımında Çorum ve Sungurlu’da asayişin sağlanmadığı ve redif taburlarının gayr-ı Müslim köylere saldırılarda bulunduğuna dair sefirlerin bazı şikâyetleri olmuştur. Bu iddiaların asılsız olduğu Hariciye Nezareti’nden sefirlere bildirilmiştir.
Çorum’da II. Meşrutiyetin ilanından sonra Kürt Mustafa Efendi ve adamlarının hükümet aleyhinde siyasî faaliyette bulunduğu görülmektedir. Ankara vilâyetinden Dâhiliye Nezaretine gönderilen şifreli bir telgrafta, Kürt Mustafa’nın dört beş haftadır Cuma namazlarından önce gayet heyecanlı konuşmalar yaptığı, namazdan sonra ise adamlarının, halktan bazı kişileri şehir civardaki bir tekkede topladıkları anlatılıyordu. Bu konuşmalarda “bizler yavaş yavaş Hristiyanlar derecesine iniyoruz sözümüz onların sözüyle oluyor” diye hükümeti tenkit etmeleri ve buna benzer birçok sözler söylemeleri yanında iktidar olmak istedikleri de açıkça belirtiliyordu. Çorum’da yaşayan Müslim ve gayr-ı Müslim halkta büyük heyecan olduğu, Çorum’daki zabit ve polis sayısının azlığı sebebiyle herhangi bir olay halinde zor durumda kalınacağı yazıda özellikle belirtilmiştir. Yine yazıda, şimdiye kadar yöneticilerin hoşgörülü davranışlarının olayların gelişmesinde etkili olduğu ifade edilmiştir. Ağustos 1910 tarihinde Kürt Mustafa ve arkadaşlarının yakalanması için Ankara ve kazalarından 25 kişilik bir jandarma müfrezesi teşkil edilmiştir. Bu müfrezeye destek olunması için Kayseri, Kastamonu kumandanlıklarına telgraflar çekilmiştir. 20 Ağustosta 1910 tarihinde jandarma Kürt Mustafa ve arkadaşlarını yakalayarak İstanbul’a Divan-i Harb-i Örfiyeye sevk etmiştir.138
Kentin İdari Yapısı
Osmanlı Devlet’inin idarî yapısı, merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere iki esas yönetime ayrılmıştır. Devletin hâkimiyeti altına aldığı yerlerde mutlak bir merkeziyetçilik fikrinden uzak, o bölgenin özelliklerine göre çeşitli idare tarzları uyguladığı bilinmektedir. Taşra teşkilatının en üstünde eyalet ve eyaletlere bağlı sancaklar bulunmaktadır. Sancaklar kaza, nahiye, köy gibi alt birimlere göre teşkilatlanmıştır. Bu yapı, Osmanlı Devleti’nin bütün askerî, mülkî, iktisadî ve sosyal hayatın esasını oluşturuyordu. Bu sistem daha önceki Türk-İslam Devletleri ve Bizans Devlet’inde kısmen de olsa vardı. Osmanlı Devleti, zamanının şartlarına ve devletin yapısına göre miras aldığı bu yönetim şeklini daha da geliştirmiştir.
Osmanlı Devlet’inde kuruluşundan beri padişahlar bir bölgeye başlıca iki yönetici göndermişlerdir. Taşra ümerasının başta gelen yöneticilerinden biri, yürütme kuvvetini teşkil eden “Bey”, (beylerbeyi, sancakbeyi) ötekisi de yargı kuvvetini temsil eden “Kadı”dır. Bey, “Kadı”nın hükmü olmadan hiç kimseyi cezalandıramazdı. Kadı hükümlerinde bağımsızdı. Doğrudan doğruya padişahtan emir alırdı ve ona arzda bulunma yetkisine sahipti. İşte taşra yönetiminde hükümdarın otoritesini temsil eden bu yöneticiler “Askerîler” diye tanımlanmakta idi.
Bir beylerbeyinin yönetiminde en büyük idarî ve askerî birim olan eyalet uzun bir gelişme ve değişim çizgisine sahip olmuştur. Osmanlı Devlet’inde ilk olarak Rumeli eyaleti teşkil edilmiştir. Rumeli’de gerçekleştirilen fetihlerden sonra I. Murat bu toprakların idaresini Lala Şahin Paşa’ya bırakmış, böylece takriben 1362’de Rumeli beylerbeyliği daha ziyade askerî bir hüviyet ile ortaya çıkmıştır. Yıldırım Bayezîd 1393 yılında Rumeli’ye geçerken, Timurtaş Paşa’yı Anadolu beylerbeyi olarak Ankara’da bırakmıştır. Böylece yine askerî bir zorunluluk olarak ikinci beylerbeylik yani Anadolu beylerbeyliği doğmuştur. Daha sonra Fetret Devrini takiben 1413 senesinde üçüncü bir beylerbeylik kuruldu. Vilâyet-i Rum adıyla anılan ve Amasya, Sivas, Tokat’ın alınmasıyla kurulan bu eyaletin adı, Anadolu’nun tamamı için söylenilen Rum’dan ayırmak için,“Vilâyet-i Rûmîye-i Suğra” şeklinde kaynaklarda yazılmıştır.
15-19. Yüzyıllar Arasında Çorum’un İdarî Yapısı
Vilâyet-i Rûmîye-i Suğra beylerbeyliğin merkezi ilk devirlerde Amasya, Tokat sonra da Sivas olmuştur. Eyalet yeni fethedilen yerlerin katılmasıyla iki kısma ayrılmıştır. Canik, Çorum, Amasya, Sivas-Tokat, Sonisa-Niksar ve Karahisar-i Şarkî livaları Rum eyaletinin “Vilâyet-i Rum-i Kadim” adı verilen birinci bölümünü oluşturmaktadır. Trabzon, Malatya, Kemah, Bayburt, Gerger ve Divriği bölgelerinin eyalete katılmasıyla da eyaletin “Vilâyet-i Rum-i Hâdis” denilen ikinci bölümü teşekkül etmiştir. Çelebi Mehmet’in Fetret devrinden galip olarak çıkmasından sonra Çorum bu eyalete katılmış olabilir. Ancak kesin olarak dahil edilmesi Yörgüç Paşa’nın 1423 senesinde Amasya Valiliğine getirilmesiyle gerçekleşmiştir.
Sancak idarî bakımından devletin temel yapısını teşkil ediyordu. Divan-ı Hümayun’dan çıkan hükümlerin esas itibarıyla sancakbeylerine hitaben yazılmış olması ve şehzadelerin devlet idaresini öğrenmek için sancaklarda bir nevi staj görmeleri bunu gösterir. Ayrıca devletin vergi hâsılatını belirlemek, asker temin etmek ve reayanın toprak tasarrufunu düzene sokmak maksadıyla yapılan tahrirlerde de sancak birimi esas alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet döneminde hazırlanan tahrir defteri noksan olduğundan, Çorum’un ne zaman sancak merkezi olduğu tam olarak belli değildir. Defterde Çorum’un kendisi sadece nefs-i şehir olarak tanıtılmıştır. Zamanın anlayışına göre “nefs” tanımı altında geçen bir yerleşme, ya “şehir” veya “kasaba” olabilirdi. 1450-60 yıllarında Çorum, bir vilâyetin merkezi olarak işlev görmekteydi. Ancak o zaman “vilâyet” sözcüğü, bugünkünden oldukça farklı bir anlam taşımaktaydı. Vilayetler, o zaman genellikle küçük bir idarî birim için kullanılmakta ve anlamı “nahiye” sözcüğüne yakın sayılmaktaydı. Bu tahrir defterinde Çorum’dan sonra betimlenen köylerin başında “Nahiye-i Çorum” ibaresi yazılı olduğundan, belgede “nahiye” ve “vilâyet” sözcüklerinin eşanlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir. 1455-1522 arasındaki yıllar konusunda elimizde bilgi olmadığından, Çorum sancağının hangi tarihte kurulduğunu söylemek mümkün değildir.
Osmanlıların ilk dönemlerinde şehzadelerin çoğunun Amasya’da yaşaması, Ankara-Amasya yolu üzerinde bulunan Çorum’un önem kazanmasını etkilemiş olmalıdır. 16. yüzyılda şehirde birçok cami, hamam v.b kamu yapılarının yapılması bu yüzyılda şehrin nüfus kazandığını kanıtlamaktadır.
Kanunî Sultan Süleyman’ın hükümdarlığının ilk yıllarında tutulan 387 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Karaman ve Rum Defterine (937/1530) göre, Çorum sancağı içerisinde Serkis, Tuzciyân ve Emlak divanları, Osmancık, İskilip kazalarıyla Tahtettarîk, Katar, Kara Hisar-ı Demirli nahiyeleri bulunuyordu. 1576 tarihli mufassal defterinde ise adı geçen ilk kaza Çorumlu kazası olup, başlıca üç nahiyeden oluşmaktadır: Nahiye-i Çorumlu, Divan-ı Emlak ve Divan-ı Serkis.
Çorumlu Nahiyesi
Bugünkü Çorum şehrinin batısına ve kuzeyine doğru uzanan ovalık bölgeyi içine almaktadır. Şehrin kuzey ve kuzeybatı istikametinde, Çorumlu nahiyesinin sınırları Çatak ve Kırkdilim boğazlarına kadar ulaşmaktadır. 1576’da Çorumlu nahiyesine tabi 76 köy bulunmaktadır.
Nahiye-i Divan-ı Emlak
Emlak nahiyesi, Çorum şehrinin güneyine düşen bölgeyi içine alır ve Alaca ilçesinin sınırlarına kadar uzanır. Özellikle Çorum’a uzanan karayolu ile Cemilbey arasında kalan yerleşim bölgeleri nahiyenin esas alanını belirler.
Nahiye-i Divan-ı Serkis
Çorumlu kazasının diğer bir nahiyesi olan Serkis Divanı, 6 köy ve bir mezra’dan oluşan küçük bir idarî birimdir. Çorumlu kazası, 16. yüzyılda sınırları itibarıyla şimdikinden daha küçük bir alanı kapsamaktaydı. Kazaya bağlı köyler, özellikle Karadeniz ve İran’a ulaşan kervan yolları üzerinde ve çevresindeki düzlüklerde yer almaktaydı. Kaza dahilinde 137 köy ve 29 mezra bulunuyordu.
16. yüzyılın son çeyreğinde, Osmanlı Devlet’inin diğer bölgelerinde görüldüğü gibi, sancak yapısında bazı değişiklikler yapılmış ve kazaların sayısı artırılmıştır. 1590’da salınan nüzul vergisinin kazalara tevzi’ini gösteren defterde Çorum sancağı, Çorum, Karahisar-i Demirli, Katar ve İskilip’ten oluşmaktadır. Öte yandan Osmancık kazası bu defterde Canik (Samsun) sancağına bağlı olarak gösterilmiştir.
16. yüzyılda Çorum’un kazaları arasında geçen Karahisar Demirli’nin eski ve büyük bir şehir olduğu bilinmektedir. Ancak bu Selçuklu kasabası uç bölgesi olma özelliğini kaybedip, sağlam kalelerin fonksiyonunu yitirmesi üzerine Osmanlı devrinde şehir olarak küçülmüştür. Nitekim 1576 yılında bu kaza iki mahalleden ibaret, küçük bir yerdi.
1620 tarihli avarız hane ve 1623 tarihli bedel-i nüzul defterlerinde sancak yapısı, yine 16.yüzyıldaki yapıya çok benzemektedir. Bu defterlere göre, Çorum sancağında, Çorum, İskilip, Katar, Osmancık, Karahisar-ı Demirli, Saz, Sakız ve Mihmadselâm olmak üzere sekiz kaza bulunmaktaydı. Mihmadselâm, Osmancık ile Çorum arasında bugün mevcut olan Mescidli köyü ve çevresini kapsamaktadır. Yeri tam olarak tespit edilmemekle birlikte Saz’da bugünkü Oğuzlar ilçesinin çevresindeki bölgedir. Sakız bugünkü Dodurga’nın tamamı, Lâçin’in batı kısmı ve Çorum’un kuzeybatısındaki Erdek, Esençay, Çaltıcak köylerini ve çevresini içine almaktadır.
1631-32 tarihli bir idarî taksimat defterine göre de Çorum Eyalet-i Rum’a bağlı bir sancak merkezi olup, diğer sancaklar Sivas, Divriği, Arapkir idi. 1653 tarihli Sofyalı Ali Çavuş Kanunnamesinde ise eyalete bağlı sancaklarda farklılıklar bulunmaktadır. Çorum, Bozok, Amasya, Divriği, Arapkir ve Canik livalarıyla beraber Eyalet-i Sivas’a bağlı bir liva merkezi durumundadır.
Bu bilgilere göre, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca, Çorum sancağındaki idarî yapının belirli bir süreklilik gösterdiği meydandadır. Sancaktaki kazaların sayısı artmışsa da, sancağın sınırları önemli ölçüde sabit kalmıştır. Ayrıca Çorum şehri, bölgesi üzerindeki etkisini de pekiştirmiştir. İskilip ve Osmancık bu dönem boyunca Çorum’a tâbi’ kaldığı gibi, Amasya gibi yakınlarında bulunan idarî merkezler, Çorum sancağının hiçbir parçasını kendine doğru çekmeyi başaramamıştır. Bu olgular Çorum’un 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmekte olan bir merkez olduğuna gösterge sayılabilir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesine göre de, 17. yüzyılın ortalarında, Eyalet-i Rum’un Paşa sancağı Sivas olup, diğer sancaklar, Divriği, Çorum, Keskin, Amasya, Bozok, Tokat, Zile, Canik, Arapkir idi. Öte yandan 17. yüzyılın ortalarına doğru, Çorum sancağındaki kazaların sayısının arttığı anlaşılmaktadır. Cihan-nümâ adlı eserinde Kâtib Çelebi, Çorum sancağı içerisinde İskilip, Tahtattarîk, Hacıhamza, Saz, Sakız, Osmancık, Karahisar-i Demirli, Fevkettarîk, Mihmadselâm ve Katar kazalarını saymaktadır.
18. yüzyılda Osmanlı taşra teşkilatı içerisinde Çorum’un yerini yine nüzul ve avarız defterlerindeki verilerden tespit etmek mümkündür.1735 tarihli avarız hane 1736 tarihli bedel-i nüzul defterlerindeki kayıtlara göre, Çorum Livası içinde Çorum, İskilip, Karahisar Demirli, Sakız, Mihmedselam, Osmancık Saz, Katar, Hacıhamza kazaları bulunuyordu.
19.Yüzyılda Çorum’un İdarî Yapısı
Çorum sancağına bağlı kazalar, 19. yüzyılın başlarında da aynı idi. 1831 yılında yapılan ilk nüfus sayımında daha önceki yüzyıllarda olduğu gibi Çorum şehrinin Eyalet-i Rum’a bağlı bir sancak merkezi olduğu görülmektedir. Eyalete bağlı diğer sancaklar Sivas (Paşa), Amasya, Bozok, Divriği, Canik ve Arapkir idi. Nüfus yoklama defterindeki verilere göre, 1836-38 yılları arasında Çorum sancağı içerisinde Saz, Osmancık, İskilip ve Hacıhamza kazaları vardı. Daha önceki tarihlerde adı geçen Fevkattarîk, Tahtattarîk, Katar ile bu defterlerde ilk defa geçen Bayat ve Karapürçek, İskilip kazasına bağlı birer nahiye durumunda idiler.
Tosya ve Kızılırmak arasında İran yolu üzerinde bir durak yeri olan Hacıhamza, köyden kasaba haline geçmiş ve geçici bir süre Tosya’dan ayrılıp Çorum’a bağlanmıştır. Tahtattarîk, 16. yüzyılın başında İskilip’in bir nahiyesi olup, İskilip-Tosya yolunun batı yakasında yer alan Fevkattarîk nahiyesinin hemen karşısında bu yolun doğu yakasında yer almaktadır. Katar ise Çorum İskilip arasındaki bölgede, özellikle Kızılırmak’ın sınır oluşturduğu kesimlerle, bugünkü Uğurludağ civarında yer almaktadır.
Tanzimat dönemi, idarî modernleşme ihtiyacının şiddetle duyulduğu imparatorluğun son yüzyılıdır. 19. yüzyıla kadar imparatorluk yönetiminin bazı hizmetleri, mahallî gruplara, dinî cemaatlere, vakıflara bıraktığını biliyoruz. Tanzimatçılar bu gibi hizmetleri de alabildiğince merkezî hükümet örgütünün fonksiyonları içine alıp, güçsüz değil, güçlü bir merkezî yönetim kurmayı amaçlıyorlardı. II. Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra, her alanda yeni düzenlemeler yapılmış, bunların üstlendikleri görevler yeni kurum ve kuruluşlara devredilmeye başlanmıştı. Ülke yönetiminde de önemli değişiklikler yapılmıştır. Muhtarlık örgütü kurulmuş, ayanlık kaldırılmış, nüfus sayımı yapılarak defter nazırlıkları oluşturulmuştur. Bu dönemde, her yılın Şevval ayının başında İmparatorluk sınırları içinde bulunan bütün eyalet ve sancakların yöneticileri belirlenerek bir yıllık süre ile atanmaları yapılmaktaydı. 1831 tarihli Şevval tevcihi listesine bakıldığında Çorum’un “Mukata’ât Hazinesine” bağlı bir sancak merkezi olduğu görülmektedir. Bu durum müşirliklerin kurulmasına kadar devam etmiştir. Redif teşkilâtının eyalet ve sancak merkezlerinde hizmete girmesi gibi büyük değişikliklerle İmparatorluk yeni bir yapıya kavuşmaya başlamıştır. Redif askerini daha yararlı hale getirmek amacıyla önemli tedbirlere başvurulmuş, 1836’da “müşirlikler”in kurulmasıyla aşağı yukarı Kanunî Sultan Süleyman döneminden beri süregelen yönetim birimleri değiştirilmiştir. Bu düzenlemeler Tanzimata kadar sürmüştür. Bu yeni idarî düzenlemelerden Çorum da etkilenmiştir. Ankara, Çankırı, Kastamonu, Viranşehir ve Çorum sancaklarının birleştirilmesiyle, Redif-i Mansûre ve Eyalet-i Ankara Müşirliği teşkil edilmiştir. 1836 tarihine kadar Sivas eyaletine bağlı bir sancak merkezi olan Çorum, Ankara Eyaleti Müşirliğinin kurulmasıyla, bu eyalete bağlı bir sancak merkezi olmuştur.
Tanzimat Fermanının ilanıyla ülke yönetimi yeni baştan değiştirilerek, önemli düzenlemeler yapılmıştır. Muhassıllık teşkilâtının kurulmasıyla vali, sancakbeyi ve mütesellimlerin malî sorumlulukları kalmamıştır. Çorum sancağı da, 1840 Martından itibaren tekrar Sivas eyaletine ilhak edilerek bir muhassıl ile yönetilmeye başlanmıştır.
2 Haziran 1841’de Çankırı, Kastamonu, Viranşehir, Çorum sancaklarının ilhakıyla Ankara Eyaleti Müşirliği tekrar ihdas edilmiştir. Çorum, Ankara eyaletinde 6 sene sancak merkezi olarak kalmıştır. Bu dönemde Çorum, Ankara ve Çankırı sancaklarıyla beraber idare edilmekteydi.
1 Mayıs 1847’de Amasya ve Çorum sancakları birleştirilerek Sivas Mutasarrıflığına dahil edilmiştir. Bu şekilde bir düzenleme yapılmasının sebebi asayiş sorunu idi. Havalide bulunan bazı eşkıya gruplarının faaliyetleri önlenemediği için ikili bir yönetim tarzının faydalı olacağı düşünülmüştür. Amasya ve Çorum 9 yıl birlikte idare edilmiştir. Bu tarihte, Sivas Eyaletinde 3 liva, (Sivas, Amasya-Çorum, Divriği) 48 kaza bulunuyordu: Liva-ı Amasya ve Çorum’a bağlı kazalar şunlardı: Amasya ma’a nevâhî Lâdik, Gümüş ma’a Kabakuz, Gevreği, Hacıköy, Havsa, Kedegre nam-ı diğer Vezirköprü, Zeytun, nahiye-i Hacıhamza, Osmancık, Saz, İskilip, Çorum, Ekrâd-ı Çorum nam-ı diğer Karahisar Demirci, ma’a Katarsaray, Tahtattarîk ma’a Fevkattarîk, Gelenkiras ma’a Geldiklan, Zünnunabad, Merzifon ma’a Merzifonabad, nahiye-i Veray.
İki sancağın birlikte yönetilmesinden 1856 Martında vazgeçilmiştir. Çorum, Sivas veya Yozgat eyaletlerinden birine dahil edilmek istenmiştir. Çorum’un eyaletlere uzaklığı göz önüne alınmış ve 4 saatlik bir mesafede bulunan Yozgat’a ilhakı uygun görülmüştür. Çorum, 1856 yılına kadar sancak merkezi olarak idarî sistemdeki yerini korumuştur. Bu tarihten sonra bir kaza merkezi haline getirilmiştir.
1861 yılında Bozok eyaleti 5 liva ( Kayseri, Bozok, Ankara, Kengiri, Koçgirli) ve 83 kazadan oluşuyordu. Kazalar şunlardı: Yozgat, Kızılkocalar, Akdağ ma’a Ma’denciyan, Boğazlıyan, Çorum, Karahisar-ı Behramşah ma’a kabile-i Çini, İhsanhâneleri, Sorgun, Salmanlu, Salmanlu ma’a Avcılar, Hüseyinâbâd, Aşiret-i Mamalu, Aşiret-i Nadirlu, Aşiret-i Afşar, Aşiret-i Rişvân, Cebel-i Kozan Şarkî Kaymakamlığı.
1864 Vilâyet Nizamnamesi ile Osmanlı Devleti vilâyet, sancak, kaza ve köy yönetim birimlerine ayrılmıştı. Yeni düzenlemeyle eyaletin ismi, bazen eyaletleri de kapsayan, “bölge” ya da “memleket” anlamında kullanılan eski bir terim olan “vilâyet” terimiyle değiştirilmiştir. Bu değişiklikleri devlet salnamelerinden takip etmek mümkündür. 1869 ve daha sonraki devlet salnamelerinde, Çorum Ankara vilâyetinin Bozok sancağına bağlı bir kaza merkezi olarak yer almıştır. Bozok sancağının diğer kazaları ise Budaközü ve Maden’dir. 19. yüzyıl boyunca daha çok uluslar arası etkilerle, Anadolu’da ekonomik dengelerde bir değişim süreci başlamıştı. Bunun neticesinde Çorum şehri bundan etkilenmiş ve kaza merkezi seviyesine düşmüştür.
Bu dönem içerisinde Çorum halkının Yozgat’tan ayrılma ve sancak merkezi olma istekleri olmuştur. 20 Mart 1872 tarihinde, Çorum ahalisinin vekili olarak, İsmail Hakkı Efendi, Ankara vilâyetine bir dilekçe sunmuştur. Bu dilekçede, Çorum’un civarındaki bazı kazaların ilhak edilerek mutasarrıflık yapılması, ya da Yozgat’tan ayrılarak Amasya’ya bağlanması isteniyordu. Ahalinin Yozgat idaresinden hoşnutsuzluğu bulunuyordu. Şura-yı Devlet, Çorum halkının bu isteğini ekonomik gerekçelerle kabul etmemiştir. Bir mutasarrıfın istihdam edilmesi ve yeni azalar seçilmesinin çok zor olduğu belirtilmiştir. Ayrıca bu tür isteklerin, bazı kişilerce sancak meclisinde memuriyet kapma niyetiyle yapıldığı da ifade edilmiştir.
5 Aralık 1882 tarihinde, Çorum kaymakamlığı ve şehrin itibarlı kişileri, Çorum kazasının sancak yapılması isteklerini tekrarlamış ve Ankara vilâyetine bir yazı daha göndermişlerdir. Bu dilekçede şehrin büyüklüğü ve coğrafi konumunun önemi ileri sürülmüştür. Şehrin civarında bulunan Mecidözü, Osmancık, (Amasya’ya bağlı) İskilip, (Kastamonu dahilinde), Sungurlu kazaları ve Hüseyinâbâd nâhiyesinin (Yozgat dahilinde) bağlı oldukları sancaklardan alınarak Çorum’a dahil edilerek, şehrin sancak yapılması istenmiştir. Bu kazalar Çorum kazasına yakın bir mesafede bulunuyordu. Ancak şehrin sancak yapılma isteği bir kez daha Şura-yı Devlet tarafından reddedilmiştir.
22 Mart 1893 tarihli Ankara vilayetinin bir yazısında Çorum’un sancak yapılması durumunda, Ermenilerin bölgede çıkardığı karışıklıkların önleyebileceği iddia edilmiştir. Buna göre, Merzifon (Amasya sancağı dahilinde), Tosya (Kastamonu’ya bağlı) ve Sungurlu kazalarını içine alan Çorum mutasarrıflığı teşkil edilecekti. İlhakı düşünülen söz konusu kazalardan Merzifon’un Çorum’a 12 saat, şimdi bağlı olduğu Amasya’ya ise 9 saat mesafede bulunduğu, Tosya ve Sungurlu’nun bağlı oldukları mahallere uzaklığının Çorum’a olan mesafeleriyle aynı olduğu belirtilmiştir. Bunun sonucunda Merzifon’un Amasya sancağına, Tosya’nın Kastamonu’ya mesafe olarak yakınlığı ve münasebetleri dikkate alınmıştır. Çorum mutasarrıflığın, Osmancık, İskilip, Sungurlu kazalarından teşkil edilmesi uygun görülmüştür. Ermenilerin bu bölgedeki terör faaliyetleri sebebiyle, asayişinin sağlanması için Çorum’un sancak yapılmasının faydalı olacağı düşünülmüştür (20 Mayıs 1894).
Çorum sancak merkezi olduktan sonra mutasarrıflığa, Dersim sancağı mutasarrıfı Rüşdü Paşa getirilmiştir (6 Haziran 1894). Ne var ki Rüşdü Paşa göreve başlamamış ve Çorum dört buçuk ay idarecisiz kalmıştır. Bu arada sancakta Ermeni çeteleri de faaliyetlerini artırmıştır. Meclis-i Mahsus’un yapılan görüşmeler sonucunda Ankara Vilâyet İstinaf Mahkemesi Ceza Reisi Ahmet Edib Bey, Çorum’a mutasarrıf olarak tayin edilmiştir. Çorum mutasarrıflığı tam olarak 17 Nisan 1895’te kurulabilmiştir. Daha önce bahsedildiği üzere bölgede Ermeni çete faaliyetlerinin yoğunlaşması, bölgenin güvenliğini tehdit ettiği için böyle bir idarî değişiklik gerekli görülmüştür. Bu dönemde şehrin önemli bir ticarî gelişme göstermesi, nüfusun artması gibi unsurlar da sancak yapılmasında önemli rol oynamıştır.
Daha sonra 1910 Martında, İskilip kazası, Çorum mutasarrıfının Çorum mebusu Ali Osman Beyin ve İskilip halkının bütün engellemelerine rağmen, Kastamonu vilâyetine ilhak edilmiştir. İskilip halkı, Kastamonu’nun kazalarına 24 saat mesafede bulunduğunu, kış günlerinde gidip gelmede çok zorluklar çektiklerini belirtmişlerdir. Buna karşılık İskilip Çorum’a sadece 9 saat mesafede bulunuyordu. Bu yüzden İskilip halkı Çorum’dan ayrılmak istememiştir. Ancak, halka İskilip’le Tosya arasına bir yol yapılacağı ve yolun kısalacağı söylenmiştir. İskilip’e dahil bazı köyler Sungurlu ve Çorum’a bağlanmıştır. Kazanın adlî ve malî işlerine, bir yıl sonra Kastamonu vilâyeti bakmaya başlamıştır.
Hazırlayanlar:
TARİH ÖNCESİ VE TARİHÎ ÇAĞLARDA ÇORUM-YRD.DOÇ.DR.ŞERİF KORKMAZ[ÇANAKKALE ONSEKIZ MART ÜNIVERSITESI EĞİTİM FAKÜLTESİ TARİH EĞİTİMİ ANABİLİM DALI]
ROMA ve BİZANS DÖNEMİ-ÖĞ.GÖR.ESRA KESKİN[HITIT ÜNIVERSITESI MESLEK YÜKSEK OKULU]
SELÇUKLULAR DÖNEMİ-YRD.DOÇ.DR.ŞERİF KORKMAZ[ÇANAKKALE ONSEKIZ MART ÜNIVERSITESI EĞİTİM FAKÜLTESİ TARİH EĞİTİMİ ANABİLİM DALI]
BEYLİKLER DÖNEMİ-YRD.DOÇ.DR.ŞERİF KORKMAZ[ÇANAKKALE ONSEKIZ MART ÜNIVERSITESI EĞİTİM FAKÜLTESİ TARİH EĞİTİMİ ANABİLİM DALI]
OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİ-YRD.DOÇ.DR.ŞERİF KORKMAZ[ÇANAKKALE ONSEKIZ MART ÜNIVERSITESI EĞİTİM FAKÜLTESİ TARİH EĞİTİMİ ANABİLİM DALI]
CUMHURİYET DÖNEMİ- ÖĞ.GÖR.DR.MUSTAFA BAKAN[HITIT ÜNIVERSITESI MESLEK YÜKSEK OKULU]
BÖLÜM EDİTÖRÜ: ÖĞ.GÖR.DR.MUSTAFA BAKAN[HİTİT ÜNİVERSİTESİ MESLEK YÜKSEK OKULU]
YRD.DOÇ.DR.ŞERİF KORKMAZ[ÇANAKKALE ONSEKIZ MART ÜNIVERSITESI EĞİTİM FAKÜLTESİ TARİH EĞİTİMİ ANABİLİM DALI]
Kaynak: Coğrafyası, Taihi, Kültürü ve Edebiyatıyla Çorum – Çorum Valililiği Yayını - 2008