KAHRAMANMARAŞ GELENEKLERİ
Nazarlıklar
İnsanlar eskiden beri kötü gözlerin iyi nesnelere dokunup zarar vereceğine inanmış, korunmak için çareler aramışlardır. Türkler, en iyi koruyucu olarak mavi boncuğu seçmişlerdir. Bu kelime Türk lehçelerinde, (Boncuk, Moncuk, Moyucak, Monşak) şekillerinde söylenmiştir. Türkler arasında koruyucu boncuğun mavi boncuk olmasına, ayrıca önem verilmesine mavi gözlü Türklere pek az rastlanması ve mavi gözlerde kemlik özelliği bulunduğuna dair inanç sebep olsa gerek. Eski Türkler atlarının boynuna tılsımlar astıkları gibi sancaklarının tepesine de koruyucu tılsım olarak boncuk takmışlardır.
Nazarlıklarda, zamanla çok çeşitli cisimlerin kullanılması adet olmuştur. Nazara inanma işi bugün bile Kahramanmaraş il merkezi ve köylerinde yaygın bir şekilde görülmektedir. Güzele, engine, üstün kabiliyet ve maharetlere sahip olanlara, işi iyi bilenlere, beden yönünden güçlü kimselere nazar değeceğine inanılmaktadır. Bazı kişilerin, özellikle gök gözlülerin nazarından korku duyanlar çoktur. Bu konuda türlü söylentiler vardır. Halk arasında, koşan bir atı bile durdurup çatlatacak kadar nazar sahibi kişilerin olduğu söylenir. İşi iyi giden insanların, gürbüz ve güzel çocukların, görkemli hayvanların hastalık ya da ölümlerinin nazara bağlandığı çok olur. Bu inanış öyle geniştir ki, araba, öküz, inek, bağ - bahçe ve ekinlere bile nazar değer. Nazar değmemesi için türlü nazarlıklar kullanılır. Bunlardan gök boncuk başta gelir. Diğer nazarlıklardan bazıları şunlardır:
İğde Çekirdeği, Göz Boncuğu, Şap, Yılan Kemiği, Küçük Kaplumbağa Kabuğu, Küçük Çakı, Makas, Karaçalı dalından muska şeklinde kesilmiş bir parça, Hayvan Boynuzu, Öküz, At, Karaca gibi hayvanların kafa tasları, At Nalı vs. Bunlardan taşınabilecek küçüklükte olanlar çocukların omuzlarına ve beşiklerine asılır. Hayvanlara ait kafa tası, boynuz ve nal gibi cisimler göz değeceğinden korkulan dükkân, ev ve benzerlerinin gözler görülebilecek uygun yerlerine asılır. Ayrıca araba ve görünüşü etkili olan binaların ön cephelerine "Maşallah" yazılır. Taksilerde, kamyonların şoföre yakın yerlerinde gök boncukla birlikte bir parça şap asılı olduğu çok görülmektedir. Nazar değdiğine inanılan çocuk ve büyüklere, nazarın bozulması için şu işlemler yapılır:
1- Bir hocaya okutturulur.
2- Ateşe üzerlik atarak çıkan dumanın nazar değenin üstüne gelmesi sağlanır.
3- Kömür sayılır.
Düğün Adetleri
Ne acı... zaman maalesef bir çok eski ve güzel geleneklerimizi unutturmuştur. Ama yinede unutulmayan örf ve âdetlerimiz oldukça çoktur. Bunlardan biride Kahramanmaraş'taki "Düğün Âdetleri"dir. Toplumsal olaylardan biri olan düğünlere dünyanın çeşitli ülkelerinde çeşitli şekillerde rastlayabiliriz. Bunlardan çok garipleri olduğu gibi, âyin, şölen, oyun ve tören gibi harikûlâde olanları da vardır.
Halk çoğunluğunu orta tabakanın teşkil ettiği Kahramanmaraş'ta yüzyıllardan beri süregelen düğün âdetlerini bugün de her mahallede, her evde ve her mevsimde görebiliriz. Yabancılar için gayet orijinal ve hoş, düğün sahipleri için gerekli ve çocuklar için bir eğlence olan bu güzel düğün âdetlerini, dolayısıyla mutlu bir yuvanın kurulabilmesi için gösterilen bu çabaları, kız görme, şerbet, nişan, kına, gelin getirme, düğün, nikâh, gerdek ve el öpmeler diye özetleyebiliriz.
Görücü (Kız Görme)
Kahramanmaraş'ta evlenmelerin büyük bir kısmı görücülerin aracılığı ile olur. Aileler oğulları evlenme çağına gelince kız görmeye başlarlar. Aile bu işle uğraşmakta gecikirse oğulları bu arzuyu bazı hareketlerle ifade eder. Örneğin; askerden gelmişse nüfus kâğıdını, terhis tezkeresini ailesinin görebileceği yere koyar. Elbisesini suya ıslatıp yıkamadan asar. Burada şu yaygın fıkrayı anlatalım:
Oğulları evlenme çağına gelmiş olan anne ve baba maddî yetersizlikten dolayı. Evdeki eşeği ve yaşlı öküzü satıp oğlanı evlendirmeye karar verirler. Konuşmaları kapı aralığından dinleyen genç sabırsızlıkla beklemeye başlar. Fakat günler geçtiği halde ailesinde bir hareket göremeyince sabırsızlanan genç bir gün konuşma arasında, "Hani hiç eşek, öküz lâfı etmiyorsunuz der". Kız görmek için Pazartesi ve Perşembe günleri uğurlu sayılır. Görücüler, oğlanın babaannesi, teyzesi ve diğer yakın akrabaları bir Pazartesi veya Perşembe günü kız evine giderler. Görücülere kahveyi evin gelinlik kızı getirir ve kahveyi ikram ettikten sonra oda kapısının yanında, uygun bir yerde elindeki kahve tepsisini göğsünün hizasında tutarak bekler.
Görücüler kızı beğenirlerse anne, babaya "Menendimizi bulduk" der. Baba da kızı bir araştırır. Pazartesi ve Perşembe günü görücüler tekrar kız evine giderler. Kızın annesi "Hoşgeldiniz, hangi rüzgar attı sizi buraya" der. Görücülerden en yaşlısı "Hoş bulduk" der. Oğlanın anası da , "Niçin geldik, sorsana" der. Kızın anası sorunca, "Allahın emri Peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istemeye geldik" derler. Kızın anası da "Allah yazdıysa bizim ne söyleye hakkımız var" der. Görücüler giderken kız evi kesin cevap için üç gün izin ister. Görücüler de "Peki ama üç gün sonra kızı almadan gitmeyeceğiz" der. Bundan sonrada kız evi de oğlan hakkında soruşturmalarını yapar. Üç gün sonra kaynana birkaç kişiyle gelir, "Rast gele" der içeri girerler. Hoş beşten sonra kızı vermeyeceklerse "Kızımız daha küçük" diye baştan savarlar. Vereceklerse, kız evi naz evi olduğundan birkaç hafta nazlanırlar. Bir top inci, 20 - 25 tek ince bilezik, 10 - 11 çift burma bilezik, bir gerdanlık istenilir, yol parası ve kızın ağırlığı tespit edilir. Zenginlerse, kız evinin istediği şeyleri verirler ve şerbet günü tayin edilir. Kız evinin isteklerini veremeyenler geri çekilmek zorunda kalır.
Şerbet
Şerbet günü, bir Pazartesi veya Perşembe günüdür. Her iki ailenin tuttuğu kadınlar tarafından hısım ve akrabalar şerbete davet edilirler. Konuklara oğlan evi tarafından gönderilen meyve, tatlı ve çerezler ikram edilir. Yine oğlan evinin gönderdiği şeker şerbet yapılır. Şerbet dağıtılırken kaynana kız yüzük takar. Hocalar dualar okur.
Ağırlık
Tespit edilen bir günde kızın ve oğlanın akrabaları, daha önceden kararlaştırılan eşyaları kız evine verirler.
Düğün Hamamı
Kız evi, oğlan evinin kiraladığı hamama yine akrabaları ile giderler. Gelini kız evi soyar. Yıkandıktan sonra iç çamaşırlarının üzerine sevaî (Yöresel bir nevi işlemeli önü açık, yakasız özel giysi) giydirilir. Saçları örülüp altın mahmudiyelerle süslendikten sonra başı bağlanır. Baş bağlayacak kadın iş bilir, elinden su içilir, maya çalınca tutacak, pekmez ebeleyecek (Mayalayacak) cinsten olmalıdır. Aksi halde gelinin çocuğu olmayacağına inanılır. Bundan sonra gelinin ön tarafına yeşil, arka tarafına kırmızı olmak üzere iki tane duvak bağlanır, ayağı sarı edik (Çizme vari ayakkabı) ile çorap giydirilir. Kollarında kırmızı kurdela bulunan sağdıçlar gelinin yanlarında; natırönde, arkasında da kız evinin gelin olacak çağa gelmiş kızları bulunur.
Kına
Çarşamba günü öğleden sonra oğlan evi, kız evine gider ve kaynanasının eli geline öptürüldükten sonra kaynana gelinin avucuna kına koyar. Burada kullanılan tahta kaşık oğlan evin gider. Herkes gittikten sonra gelin avucundaki kınayı evin duvarına çarpar. Bu davranışı gelinin o kına gibi tertemiz evi bırakmış olduğuna delalet eder.
Gelin Getirme
Zamanımızdan 25 sene önceye kadar gelin atla getirilirdi. Bugün ise arabalarla götürülüyor. Araba geleneği de önemlidir. Araba ne kadar çok olursa düğün o kadar şerefli sayılır. Gelin arabasının önüne halktan ip geren olursa şoförün yanında oturan kayın peder, avuç dolusu bozuk para fırlatır. Gelin oğlan evinin kapısında kayın pederinin elini öper, kaynana gelinin ayağı önünde boş bir şişe kırar ve çocuklara para atar. Gelin merdivenden çıktıktan sonra kaynananın kolunun altından geçer. Kaynana geline bir nar verir, gelin bu narı duvara vurup parçalar. Kınanın karıştırıldığı kaşığı gerdek odasının ortasında kırıp yere atar.
Gelin
Perşembe günü sabahı gelinin eline ayağına kına yakılır. Saçı güzelce taranır ve elbiseleri giydirilir. Düğün türküsü ve oyunlarla geçirilir. Erkekler gazel söyler, halay çekerler. En büyük ödev abdal davuluna ve Belediye Bandosuna düşer. Oyun oynayan ne kadar çoksa düğünün namı o kadar büyük olur. O gün herkese izzet ikramla "Velime Yemeği" yedirilir, velime yemeği çok kere lâhmacun, patates sulusu, pirinç pilavı ve hoşaftır. Özel olarak çörekte ikram edilir.
Dini Nikah
Çoğunlukla öğleden sonra yapılır. Kız ve oğlan vekilleri, şahitleri, imam efendi ve oğlan ile kızın babaları bulunur. Kızın vekilliğini kendisine nikah düşmeyen bir kişi üzerine alır. Vekillik alırken bu adam şahitlerin huzurunda geline üç defa "Beni vekil kabul ettiniz mi?" diye sorar, kızda "Evet" der veya sükût ederse "Sükût ikrardandır" deyip vekilliğini alır. İmam efendi nikah kıyar.
El Öpme
Damat, gelin ve yakın akrabaları Pazar'a rastlayan bir günde kız evine el öpmeye giderler. Damat, kayın peder ve kaynanasının elini öper
Kahramanmaraş Köylerinde Düğünlerde Sağmenler (Seymenler)
Kahramanmaraş köylerindeki düğünlerde, oğlan evi tarafından davet edilerek çevre köylerden gelen topluluğa sağmen (Seymen) denilmektedir. Düğünün olduğu köyden davet edilenler sağmen olamazlar. Sağmenliği meydana getiren kişiler oğlan evi tarafından okuntu gönderilerek çağrılır. Okuntu gönderme düğüne davet etme demektir. Bunun için, çağrılan kişilere birkaç elma, bir miktar şeker, bir değirmi basma, havlu, mendil, çorap gibi şeyler gönderilir. Bunlara okuntu, okuntuyu götürenlere okuyucu denir. Okuyucu okuntu dağıttığı kişilere "Size .....ın selamı var, önümüzdeki hafta düğüne buyurmanızı söyledi" der. Okuyucular genellikle dili tatlı, bu işe uygun kişiler arasından seçilir.
Köylerdeki düğünlerin çoğu Pazartesi ya da Salı günü kurulur. Sağmen alayı, düğünün başladığı gün gelir. Sağmen gelirken beraberinde keçi, koyun, inek ve öküz gibi hediyeler getirir. Bunlar düğün evine verilir.
Sağmenler, düğün olan köye yaklaştıkları zaman silah sıkarlar. Bu davranış sağmenin gelmekte olduğunu duyurur. Sağmenin gelişini haber alan köylü, davulla birlikte karşılamaya çıkar. Belli bir yerde karşıladıktan sonra birlikte düğün evine dönerler. Köylü, bu gelen topluluğu üçer, beşer paylaşır. Bu davranış düğün sahibini müşkül durumdan kurtarmak içindir. Düğün sahibi kendisine getirilen canlı malı kestirerek sağmene yemek ikram eder.
Sin - Sin Oyunu
Sağmenler akşam yemeğini yedikten sonra halaylar başlar. Gece yapılan oyunların en ilginci sin - sin oyunudur. Bunun için köyün uygun bir yerine ateş yakarlar. Bu ateşe alanbaş denir. Davul ve zurna sin - sin havasını devamlı olarak çalar. Oyuncular teker teker ateşin çevresinde el ve ayak hareketleri ile durmadan dönerler. Ateşin başında oynayan kişi, topluluktan biri çıktığı zaman alanı terk eder.
Bu terk etme işinde atik davranmazsa oyuna giren kişi oynayanın sırtına yumrukla vurarak çıkmasını sağlar. Gelin Perşembe günü sabahla öğle arasında ata bindirilerek her iki tarafın erkek sağdıçları yanında olmak üzere gelin alayı halinde götürülür. Bu gelin götürme törenine sağmenlerde katılırlar. Akşamdan sonra yatsı namazı ile birlikte gerdek'e verilir ve böylece düğün biter. Gelin geldikten sonra güreş yapılır. Bu güreşlere sağmenlerle birlikte komşu köylerden tanınmış pehlivanlar davet edilir. Galip çıkan pehlivanlara derecelerine göre ikramiye verilir. Ertesi sabah düğün bitmiş olur. Sağmenler ve diğer misafirler evlerine dağılırlar.
Kahramanmaraş İlinde Doğum Üzerine İnanışlar
İl merkezi, ilçe ve köylerimizde öteden beri yeni doğan çocuklara yapılan işlem türlü özellikler göstermektedir. Bunlardan yaygın olanları şöylece toplayabiliriz.
Çocuk doğunca göbeği, beş parmak ya da bir süngüç (Baş parmak ile şahadet parmağı arasındaki uzunluk) yukarıdan makasla kesilir. Biraz daha yukarıdan kesilirse sesinin güzel olacağına inanılmaktadır. Çocuk oğlan olursa kesilen göbeği "Ahırcı olsun, malcı olsun, çiftçi olsun" diye ahıra gömülür. Kız olursa "Don (Çamaşır) yusun, çalışkan olsun, temiz olsun diye suya atılır.
Ebe göbeği keserken çocuk kız ise, çoğunlukla Peygamber ya da uğurlu saydıkları kişilerden birinin adını göbek adı olarak koyar. Loğusa'ya üç güne kadar su verilmez. Önce yağ ile pekmez karışımı hafifçe kaynatılıp içirilir. Bu üç gün içinde yoğurt ve süt vermeyi de doğru bulmazlar. Çocuk doğunca ebe tarafından tuzlanır. Bu işi, ağzı ve bedeni kokmasın, çocuk sağlam ve pişkin olsun diye yaparlar. Yıkama işi doğumdan 5 - 10 dakika sonra yapılır. Çocuğu yıkarken ayaklarından tutup baş aşağı sallandırmak adettir. Bu iş yapılırken "Boynu ve kolları uzun olsun" denir. Sonra kundaklayarak beşiğe konur. Aradan üç gün geçince çocuğun altına toprak bırakılır.
Çocuk yürümeye geçinceye kadar toprak koyma işi devam eder. Toprakta yatan çocuğun gürbüz olacağına inanılmaktadır. Üç ezan sesi duyulmadan çocuğa meme vermek doğru sayılmaz. Asıl adının da, yaşlı bir kişi tarafından çocuğun kulağına ezan okunarak verilmesi şarttır.
Çocuk kırkını doldurmadan önce bulunduğu odaya su konmaz. Konursa çocuğun şeytanlar tarafından suda boğulacağına inanılır. Kırkı çıkmayan kadın ve çocuklar, diğer kırkı çıkmayan kadın ve çocukların yanlarına alınmaz. Alınırsa kırk basma durumundan korkulur. Kırk basan çocuğun hastalanıp öleceğine dair inançlar yaygındır. Komşu bulunan kırklı kadınların birbirlerine gelmeleri mutlaka gerekirse dikiş iğnesi verip öpüşürler. Yeni doğan bir çocuğun yanına çocuğu durmayan bir kadın sokulmaz. Şayet gelirse çok dikkat edilir. Çocuğu durmayan kadının öbür çocuğun üzerine silkelenmesinden korkulur. Bu davranış olursa çocuğun öleceğine ya da sakat kalacağına inanılır. Silkelenen kadın kendi çocuğundaki yaramazlığın öbür çocuğa geçeceğini sanır. Öbür tarafta bunu böyle düşünür. Bu silkinme olayına "Tıbıkası Geçti" denir. Çocuğun göbeği düşmeden komşulara evden hiçbir şey verilmez. Kırklı çocuğu evde yalnız bırakmazlar. Baş ucuna ya Kur'an-ı Kerim ya da bir süpürge koyarlar.
Doğumdan kırk gün sonra çocuk ve ananın kırkı çıkarılır. Bunun için en az kırk delikli bir süzgeç yahut hamam kesesinden üç tas su geçirmek şarttır. Bu üç tas su ana ve çocuğun başından aşağı dökülür. Tastaki suyu dökmeden önce, bunu yapacak olan kadın, "Kırk, kırk, kırk, ..." elini tastaki suya kırk defa çarpar. Hamam olan yerde, doğuran kadın hastalıklarını atmak için terletilmesi yoluna gidilir. Bundan başka, bir yumurtanın içine türlü baharat karıştırılarak bedenine sürülür. Bazı yerlerde doğumun yedinci ve yirminci günlerinde de kırk çıkarma işlemleri yapılmaktadır.
Kahramanmaraş'ta Ölüm İle İlgili Adetler:
a) Helâlleşme : Hasta ölüm döşeğine düştüğü zaman yakınları tarafından "Başı beklenir". Yani ölümüne intizar edilir. Başı beklenen, yani ölüm döşeğinde bulunan bir hastanın hısım, akraba, dost, arkadaş, tanıdık ve meslektaşları gibi yakınları helâlleşmek üzere ziyaretine gelirler. Ekseriye şu mealde konuşmalar yapılır.
- Hasta ölmemişte başında bekleyen ölmüş... Allah imandan ayırmasın, hepimiz ölümlü dünyadayız; o yolun yolcusuyuz... gibi teselliyi müteakip,
- Hakkını helâl et, bizden yana da helâ olsun, şeklinde helâlleşme ifa edilir.
b ) Vasiyyet : Ölüm döşeğindeki hastaya en yakın tarafından vasiyeti olup olmadığı sorulur. Esasen, ihtiyatlı Müslümanlar daha önceden vasiyetnamelerini yazarak hazırlarlar. Bu gibiler, vasiyetnamelerinin yerini soruya cevaben bildirirler. Gerek yazılı vasiyetname bırakanlar, gerekse şifaî vasiyette bulunanlar İslâm dinine göre en çok mallarının üçte birini vasiyet edebilirler. Bu hususa riayet edilerek yapılan vasiyetler, vereseleri tarafından aynen yerine getirilir. Vasiyet eden hasta alacaklarını ve vereceklerini beyan eder ve ayrıca hayır işi için harcamasını istediği meblağı bildirir. Bunu yaparken:
- Ya Rabbi, sen beni kuluna borçlu, huzuruna suçlu çıkarma, der ve bunu hastalığı devamınca zaman zaman da tekrarlar.
c) Haleti Nezi (Son Nefes) : Hastanın ahirete intikali esnasında İslâmın manevî huzurunu telkin ve uhrevi havayı teneffüs ettirmek gayesiyle hastanın "Başını beklemek" için toplanan yakınlarından bazıları Kur'an-ı Kerimden YÂSİN sûresini okurlar, bazıları da hastanın duyabileceği sesle "Şehadet Kelimesi" kelimesi getirirler ve hastanın da son nefeste Şehadet Kelimesi getirmesine yardımcı olurlar. (Hasta gözünü kapayınca Kur'an okumaya son verilir. Ta ki, yıkanıncaya "gasl"e kadar).
Ölüm haberi mahalle cami ve birçok minarelerde müezzinler tarafından (Selâ vermek suretiyle duyurulur. Selâ olarak yunus Emre'den "Yalan Dünya" ilâhisi veya şu ayet usulüne göre söylenir "Lailahe İllallah Vahdehu Laşerikeleh. Lehülmülkü ve lehülhamdü yuhyi ve yümit. Biyedihil hayr ve hüve alâ külli şey'in kadir. Ve İleyhilmasir, İnna Lillah ve İnna İleyhi Raciûn". Üç defa tekrarlandıktan sonra ölenin kimliği açıklanarak duyurulur ve "Allah Rahmet Eylesin" denir).
Ölü Selâsına bir Örnek;
Umulmaz bir vefâ senden
Yalan dünya değil misin
Erişmez hiçbiri gamden
Viran dünya değil misin
Bunu takiben ceset tabuta konulur. Vazifeli veya bir büyük tarafından umuma hitaben:
- Hakkınız Helâl Edin, denir ve tabut, baş tarafı öne gelmek üzere evden çıkarılır. Bu anda kadınların feryadı ve ağlaşmaları son haddini bulur.
Cenaze umumiyetle en yakın Cami'ye, Kahramanmaraş'ta çok defa Ulu Cami'ye getirilir. Namazı kılınır ve namazı müteakip cemaatten biri yüksek sesle:
- Nice Bilirsiniz? Diye cemaate sorar.
Cemaatte hep birden:
- İyi Biliriz, Allah Rahmet Eylesin, derler.
Yolda rastlayanlar son vazife olarak tabutu en az 7 ila 10 adım omuzlayarak taşırlar. Her taşıyan şunlardan birini söyler:
- Allah Rahmet Eyleye.
- Mekânı Cennet Ola.
- Peygamber Efendimiz Şefaatçisi Ola.
- Sûali Kolay Gele.
- Allah Cennette Cem Eyleye.
- Yattığı Yer Nur Ola.
- İlk Gecesi Âsan Gele.
- İmanı Kamil Ola vs.
Böylece mezara kadar götürülür.
d) Mezarlıkta : Mezarlığa girilince tabut hazırlanmış olan mezarın yanı başında toprağa konur. Cemaat bundan önce oturamaz. Mezarcı vazifesini yapar. Yakınları cenazeyi mezara indirir. Üç avuç toprak okunur ve mezara serpilir. Üç avuç toprağın okunması, ilki insanın topraktan yaratıldığı, ikincisi tekrar toprağa verildiği, üçüncüsü ba'sübadel mevt'i ifade eden dualarla olur.
Bundan sonra mezarın üzeri toprakla örtülür ve dinî merasim başlar. Vazifeli hoca dua okurken cemaat Amin" der. Dua sonunda Fatiha okunarak cemaat mezarlığı terk eder ve vazifeli hoca Dinî Telkin yapar. Bu telkin ölünün anasının adı söylenerek yapılır.
Cemaat mezarlığı terk ederken tabutun üzerine örtülmüş olan ve daha çok âdet veçhile halı mahalle camiine sergi olarak verilir. Sıcak havalarda mezarlığa çağrılan meyan şerbetçileri, limonatacılar cemaate ölünün ruhu için bol bol şerbet e limonata dağıtırlar (Sebil).
Mezarlıktaki merasimlerden sonra cenaze evine taziyeye gidilir. Taziyeler üç gün devam eder. Bu üç gün içinde ölünün yakınları, dostları ve komşuları tarafından ölü evine çeşitli yemekler gönderilir. Bu suretle kederli aile yemek pişirme külfetinden kurtarılmış olur. Aynı zamanda fazla gönderildiğinden yemekler ziyaretçilere, fakir - fukaraya da ikram edilir. Ölü evinde ölenin ruhu için Aşrı Şerifler okunur, tevhit yapılır. Ölüyü hayırla anmak için zaman zaman Mevlid-i Şerifler okutulur. Yukarıdaki anlatılanlar il hudutları dahilinde ufak farklarla uygulanır.
OYMACILIK (AHŞABIN SICAKLIĞIYLA İNSAN EMEĞİNİN EŞSİZ BULUŞMASI)
Kahramanmaraş’ın geleneksel el sanatları içerisinde en ağırlıklı olanlardan birisi oymacılıktır. Yapılan araştırmalar ve günümüze dek uzanan örnekler; bu sanatın Selçuklular dönemine kadar uzandığını göstermektedir. Kahramanmaraş yerli sanayiinin en fazla istikbal vaadeden imalat sanayilerinden birisi de mobilyacılıktır.” Suların fazlalığından her tarafta çok miktarda ceviz ağacı yetiştirilmekte ve değişik şehirlerden (Bitlis, Muş, Van, Siirt, Tunceli, Rize, Trabzon ve Artvin) temin edilen ceviz ağaçları oymacılıkta kullanılmaktadır. Yalnız Kahramanmaraş’ta değil Türkiye’nin her köşesinde takdirle karşılanan, Çeyiz sandığı, Ziynet kutusu, portatif sandalye, kanepe, koltuk, masa ve sehpaları imal edilmekte ve ihraç edilmektedir.
Kahramanmaraş’ta geleneksel oymacılık sanatı günümüze kadar ulaşmıştır. Oymacılık sanatı merkezi Şehrin 18 Kilometre batısında yer alan Kavlaklı köyü ile güney batısında bulunan Kızılseki Köyü ve Kamadere kasabasıdır. Bundan başka Kahramanmaraş’ın Yusuflar mahallesinde de bir çok oyma atölyesi mevcuttur.
Oyma işleminde cevizin yanı sıra gürgen ve kavak ağaçları da kullanılmaktadır. Bu ağaçlar önce kurutulmakta, sonra hızarda düzgünce kesilmektedir. Bu noktadan sonra artık ustaların mahareti devreye girmektedir. Ustalar Kültürel hafızalarının gösterdiği desenleri çiziyorlar. Geleneksel El sanatlarında sıkça görülen geometrik üsluba Kahramanmaraş Oymacılığında da rastlanmaktadır. Genellikle her usta Atölyesinde babalarından, dedelerinden kendilerine miras kalan şablonları uyguluyorlar. Zaman zaman da, ustaların döneme ait çağdaş desenlerinin kullandıkları da oluyor.
Ustalar işte şablonları tahta üzerine kalemle çizmekle başlıyorlar. Oyma işlemine, öncelikle, kaba kesimle başlanıyor. Daha sonra sınır belirleme (dekopaj) tekniği uygulanıyor. Dekopaj tahta saplı, uç kesimleri demirden yapılan ıskerpela ile yapılıyor. Bu işlemden sonra desen tekrar inceleniyor ve gerekli düzeltmeler yapılarak işlem tamamlanıyor. Bu işlemler uygulanan modele göre bazen birkaç saat, bazen de, günlerce sürebilmektedir.
Kentteki oymacılık sanatının gelenek ve göreneklerle de birleştiği gözlenir. Evlenen her genç kızın çeyizinde oyma sandık, mücevher kutusu, oya ve örtülerin saklandığı camekan denilen camlı sandıkların bulunması âdetten sayılıyor.
Kahramanmaraş’ın Ustalarının elinden çıkan mobilyalar Türkiye’nin çeşitli kentlerinde ve yurt dışında talep görmektedir.
KUYUMCULUK
Günümüze değin varlığını sürdüren el sanatlarından biri de kuyumculuktur. Kuyumculukla Kahramanmaraş öylesine bütünleşmiştir ki, Kentteki tarihi kuyumcular çarşısı bunun en güzel örneğidir. Ayrıca Kahramanmaraş’ın hünerli altın ustaları kuyumculuk sektöründe kentimizin adını tüm Türkiye geneline taşımışlardır. Ünlü Maraş Burması, sadece genç kızların gelin olmadan “illaki istedikleri” yerel ürün olmaktan çıkıp, İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerin gelinlerinin düşlerine de girmiştir.
İlde kuyumculuk sanatı, Osmanlı Dönemi ve daha önceki dönemlere dayanmaktadır. 1400 yılında Maraş Valisi M. Ali Paşa tarafında yaptırılan gümüş kafesler bugün Konya Mevlana Müzesinde sergilenmektedir. Yine Zülkadiroğlu Beyliği zamanında işlenmekte olan ve günümüze kadar yapıla gelen Maraş Burması Kahramanmaraş’ a özgü kreasyonları yansıtmaktadır. Türkiye’de altın merkezi olan İstanbul’ dan sonra Kahramanmaraş ikinci sıradadır (özellikle işçiliği ve işleme atölyeleri bakımından “Kuyumcular Sanayi Şehri olarak ta bilinir) . Ülkemizde ziynet eşyası olarak kullanılan altının yaklaşık %25’i, sayıları 250′ yi bulan atölyelerde işlenmektedir. Bu atölyelerde ortalama 1500 kişi istihdam edilmekte, yıllık 30-40 ton altın elden geçmektedir. Ülkemizin zenginlik ölçü birimi olarak kabul gören altının bu kadar yüksek oranlarda Kahramanmaraş’a girip çıkması ilimizin bu alandaki gücünü göstermesi bakımından kayda değer bir önem arz eder.
Külçe ve Hurda altınlar eritilerek günün model ve isteklerine göre işlenip, halkın beğeninse sunulmaktadır. Kahramanmaraş altınlarının tüm Türkiye’de aranır olmasının en önemli sebeplerinden birisi de 22 ayar (916 milyem) ve ağırlığı 100 grama varır olmasından kaynaklanır. Şehirde 14-18 ayarlı altına rağbet edilmez. Kuyumculukta Maraş Burmasının yanı sıra Hasır Örgü ve Arı Peteği diye adlandırılan bilezikler Kahramanmaraş ustalarının en özgün modelleridir.
SİM SIRMA İŞLEMELERİ
Türk işleme sanatının en güzel örneklerini çağlar boyu bu yörenin kadınları, kızları sergilemişlerdir. Öyle ki; Kent, adını işleme sanatına vermiştir. Dival de denilen “Maraş İşi’nin” en güzel örnekleri Türkiye’nin çeşitli müzelerinde sergilenmeyi hak etmiştir. Araştırmalar sırma işinin Anadolu’daki vatanın Kahramanmaraş olduğunu ortaya koymaktadır. Maraş işinin tarihi, Selçuklulara kadar uzanmaktadır.
Maraş işi tek yüzlü bir işlemedir. Desenin altı özel olarak hazırlanan karton ile kabartılıp yedi kat sırma desen üzerinden atlatılarak kenarlarda içlik ile karşılıklı tutturulur. Aynı işlem yanyana uygulanarak işlenir. İşleme tekniği araç ve gereçleri diğer işlemelerden farklıdır. Bu işleme Maraş ilimizde yapıldığı için “MARAŞ İŞİ” adını almıştır. Maraş’ta halk arasında “SIRMA İŞİ” olarak adlandırılır.
Maraş işi sırmacılık önceleri saraçlar tarafından yapılırken, daha sonra Osmanlı Sarayı’na (Çelebi Mehmet’e) gelin giden Dulkadir Prensesi Emine Hatun’un çeyizleri arasında bulunan sırma işleri, saray ve çevresinde dikkatleri üzerine toplamış ve pek beğenilmiştir. Bundan sonra Fatih Sultan Mehmet’e gelin giden Dulkadir Prensesi Siddi (Satı) Hatun’un çeyizleri arasında kırk katır yükü tutan çeşitli sırma işlerinin bulunması Türk El Sanatının Rumeli’ye geçmesine yol açmış, İstanbul’un fethi ile de İstanbul ve çevresine yayılmıştır.. Bu tarihten sonra Türk-Osmanlı sanatında önemli yer tutan sırma işlemeciliği saraçlıktan ayrılarak, özel bir sanat dalı haline gelmiştir. Dulkadiroğlu Beyliği Osmanlı İmparatorluğu ve Memluklular arasındaki ilişkiler sırasında Maraş’taki Dulkadiroğlu Beyliği en parlak dönemini yaşıyordu. Dulkadiroğlu Bey’i güzel kızı olan Satı (Siddi) Hatun’u yanına alarak İstanbul’a gezmeye gider. Gezmeye gitmesinin asıl amacı; Osmanlı Sarayı’nı ziyaret etmektir. Babasıyla birlikte giden Satı Hanım’ın üzerinde Sim Sırmalı bir elbise vardır. Osmanlı Sarayındaki hanımların ilgisi bu sırmaya akar. Sim sırma Osmanlı Sarayı’nda ve çevrede moda halini alır. Sırma işleri, çok ince olmamak şartı ile, bütün kumaşlar üzerine, hatta deri üzerine işlenmektedir. Sırma işleri önceleri saraç sanatkârları tarafından at başlıkları, dizginler ve eğerin altına konulan belleme keçeler üzerine işlenmiş ise de, sonraları aşiret beylerinin odalarına serdikleri keçeler, yastıklar, perdeler, üzerine de işlenmeye başlanmıştır. Bunların dikkati çeken örnekleri kadife ve çuha üzerine işlenmiş olanlarıdır. Sırma işleri özel bir sanat dalı halinde geliştikten sonra giyim eşyalarında uygulanmaya başlanmıştır. Kadın giyim eşyaları ve gelin çeyizleri arasında som sırma işlemeli fes, kadife üzerine işlenmiş yakalık ve kolluklar, bindallı kadın elbiseleri, sabahlık, maşlak, kadın ayakkabıları, terlikler, seccadeler, bohçalar, sedir örtüleri, yastıklar, masa örtüsü ve pencere perdeleri, para keseleri bulunmaktadır. Erkek giyimlerinde sırmalı Maraş Abası, palaska, yelek, şalvar, yağlık ve çevre (mendil) görülmektedir. Kahramanmaraş’ta günümüze kadar gerileyerek yaşanan sırma işlemeciliği 1947 yılında Kahramanmaraş Kız Meslek Lisesi’nde bir sırma işlemeciliği bölümünün kurulmasıyla yeniden canlılık kazanmış, böylece ortadan kalmak üzere olan bu eski Türk Sanatı bugünkü hayata, kadın-moda gelişimine paralel olarak uygulanır olmuştur. Kız Meslek Lisesi’nde ve Akşam Kız Sanat Okulu’nda öğrencilere Maraş işi sırma işlemeciliği öğretilmekte, ayrıca Kahramanmaraş Halk Eğitim Merkezi’nce de gezici kurslar açılarak köy kadınlarına bu Türk El Sanatı öğretilmektedir. Ayrıca Kız Meslek Lisesi bünyesinde bulunan Sim-Sırma sipariş atölyesi gerek il çapında, gerek ülke çapında hatta yurt dışında bile adını duyurmuş olup, işlemeler yurdun her köşesinden ısrarla istenmektedir.
Sim Sırma işlerinde kullanılan desenler genellikle doğadan yararlanarak çizilmiştir. Bazı sembolik desenlere rastlansa da geometrik desenlere rastlanmaz.
OYACILIK
Oyacılık, Kahramanmaraş genelinde bilinen, gencinden yaşlısına hemen her yaştan ev hanımları tarafından işlenen geleneksel el sanatıdır. Yatak örtüsü takımları kenar süslemeleri, masa ve sehpa örtüleri, örtü kenarları, kadın giysilerinden eşarp ve başörtüsü kenarları, gecelik yakası gibi yerlerde uygulanabilmektedir. İşlendikten sonra kumaş kenarlarına iğne iplik ile tutturularak kullanılmalarının yanı sıra başlı başına bir örtü olarak da işlenebilmektedir. Motif olarak bitki motifleri, geometrik şekiller kullanılmaktadır. Genellikle evlerde genellikle dekorasyon amaçlı kullanılmakta ve genç kızlara çeyizlik olarak işlenmektedir. Kendi ihtiyacını
karşılamanın yanı sıra çevresine oya işleyerek aile ekonomisine katkıda bulunan
pek çok kadın bulunmaktadır. Oyaların kullanımı gün geçtikçe azalmaktadır.
İğne Oyası: İğne vasıtası ile ipliğin düğümlenmesi yapılır. Genellikle kenar motifleri
yapılır. Sağdan sola doğru işlenir.
Mekik Oyası: Mekik adı verilen bir araçla işlenen oya türüdür. Mekik ile birbiri
ardına zincirler meydana getirilmekte ve bu zincirler iğne veya tığ vasıtası ile
yarım daire veya tam daire şeklinde birleştirilerek motifler oluşturulmaktadır.
Çabuk yapılan ve işlenmesi kolay bir oya çeşididir.
Firkete Oyası: Tığ ve firkete vasıtasıyla yapılır. Firketenin iki kenarı arasına sarılan
ipliğin tığ ile orta kısımlarının birbirine bağlanıp işlenmesiyle meydana getirilir. Oyanın genişliği firketenin genişliğine bağlıdır.
Boncuk Oyası: Dikiş iğnesi ve tığ kullanılarak çeşitli renklerde boncuklarla, ipliklerle yapılır. Boncuklar oya üzerine yerleştirildiğinden örgü ve motifleri diğer oya türlerinden ayrılmaktadır(Anonim, 2002). Daha çok başörtülerinin kenarlarında kullanılmaktadır.
BAKIRCILIK
Kahramanmaraş’ı ziyaret edenlerin ilgisini çeken, görülmesi gereken yerlerin başında gelen yerlerden birisi bakırcılar çarşısıdır. Çarşıya ilk girenler miyenin (çekicin) bakır metalle buluşmasının ustalıkla ses veren ritmini ve kendi aralarındaki ahengini duyarak ve seyircilerin görmesi için sağa sola asılmış, birbirinden güzel bakır objelerimizlerler. İnsan, zekanın tasarımla buluştuğu emeğin, nesnelerine hayranlıkla bakmaktan kendini alamaz. Çoğu yaşlı olan ustaları izlerken, sanki onların yıllar değil yüzyıllardır aynı işi yaptıkları duygusuna kapılır görenler ki; bu doğrudur. Anadolu da bakırcılık çok eski tarihlere kadar uzanmaktadır. Yapılan arkeolojik çalışmalar da İ.Ö. VII bin tarihlerinde, dövme tekniği ile yapılmış çeşitli süs eşyaları, dövme tekniğinin ilk kez Anadolu’da kullanıldığını kanıtlamaktadır. Büyük Selçuklularla birlikte de İslam maden sanatında önemli gelişmeler olmuş, yüzde 70 bakır ve yüzde 30 çinkodan oluşan pirinç, her türlü kap ve benzeri eşyanın yapımında kullanılmıştır. Pirinç kullanımı Anadolu Selçukluları ile birlikte Kahramanmaraş yöresinde yaygınlaşmıştır. Yörede çok eski bir geleneğe sahip olan bakırcılık sanatı 1950’lili yıllardan sonra Türkiye’de yaşanan hızlı sosyo-ekonomik gelişim ve değişimden diğer el sanatları gibi başlangıçta olumsuz etkilenmiştir. Bakırın yerini mutfak eşyalarında alüminyum, plastik gibi alternatif malzemeler almıştır. Ancak, zaman içinde, özellikle yurtdışından gelen talep, bakırın yeniden mutfaklara girmesini sağlamıştır. Günümüzde her ne kadar büyük şehirlerden mutfak eşyası olarak talep gelmese de, dekorasyon aksesuarı olarak bakıra ciddi bir yurtiçi talebi vardır. Ayrıca ihracat devam etmektedir. Atölyelerde bakır veya pirinç geleneksel ya da turistik talebe göre biçimlendirilmektedir.
Bakırcı ustalarının ürettikleri kazanlar büyüklüklerine göre isimlendirilir. Tabanı 100 cm.’den büyük kazanlar Masere Kazanı(1) diye adlandırılır. Yine aynı işi yapmak için kullanılan çok büyük leğenlere de “Masere Teşti” adı verilir. Tabanı 50-80 cm olan kazanlara “Don Kazanı” denilmekte ve çamaşır yıkamada kullanılmaktadır. Don Kazanından daha küçük kazanlara ise “Kelle Kazanı” denilmekte ve yemek yapımında kullanılmaktadır. En küçük kazalara ise “çorba Kazanı “ denilmektedir.
Bakraçlar için; 3 Litreden fazla sıvı alanlara “Satır”, 3 Litrelik olanlara yaklaşık (3.200 kg ağırlık içeren ağırlık birimine Batman denildiği için) “Batman Satırı” denmektedir. 3 Litreden küçüklere ise “Çitil” denilmektedir.
Dondurmasıyla ünlü Kahramanmaraş’ta, geleneksel kaplar arasında dondurma kabı da ayrı bir yer tutmaktadır.
Turistik ve dekoratif amaçlı olarak üretimine devam edilen bakırcılıkta süsleme ve yapım tekniği olarak, yörenin en eski tekniği olan “dövme tekniği” kullanılmaktadır. Gelişen teknolojiye rağmen halen dövme tekniğinin kullanılması, ürünlerin “el sanatı” değeri taşımasını sağlamaktadır. Turistik ürünler olarak: mangallar, çiçeklikler, büyük dekorasyon ibrikleri, kabartma desenli tepsiler, salep kazanları, sipariş üzerine şömine dekorasyonu vb. işler yoğun olarak yapılmaktadır. Bu ürünler doğrudan ihraç merkezlerinin yanı sıra İstanbul, İzmir, Adana, Antalya ve çevresinden de alıcı bulmaktadır.
1-Masar; Üzüm, Susam, Zeytin vb. şeylerin sıkıldığı yer.
Masere Kazanı; Üzüm suyunu toplanıp işleme tabi tutlduğu pekmez ve tarhananın yapıldığı kap. Kabın büyüklüğünü anlatmak için kullanılmış bir isim.
DEMİRCİLİK
Çin ve Arap tarih ve coğrafya kaynaklarında Türkler eski çağlardan beri demiri en iyi işleyen millet olarak tarif edilmektedir. Türk destanlarında demircilere sıkça yer verilmesi, demircilerin kutsallığına inanılması, günümüzde Kahramanmaraş’ta ve Türklerin yaşamakta olduğu pek çok yerde yeni ölmüş birinin üzerine bıçak, makas gibi demirden eşyalar koyulması, pek çok belde ve köy isminin demirciler, demirci v.b adlarla anılması gibi pek çok olgudan demirin ve demirciliğin Türk kültür ve inanışındaki önemi rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Kahramanmaraş’ta ağırlıklı olarak Demirciler Çarşısı’nda faaliyet gösteren demirciler; kancalar, zincirler, tarım araçları ve benzeri metal yapılı eşya ile demir ve benzeri maden parçalarını bükerek, döverek veya kalıpla biçimlendirmektedir. Demircilik diğer geleneksel el sanatlarında ve sanayi de kullanılan pek çok el aletinin isteğe göre şekillendirildiği bir meslek konumundadır. Demirin istenilen sertlikte şekle sokulabilmesinin tek yolu demircilerden geçmektedir. Taş işlemeciliğinde taşa şekil vermek için kullanılan demir kalemler, bir çekiç türü olan madraha, çarpacak ve diğer geleneksel el sanatlarında kullanılan pek çok el aleti demirci ustaları tarafından özel olarak yapılmaktadır. Çekiç, örs, mengene, ocak gibi araçları kullanarak demire şekil verip Kahramanmaraş’ta bu eski mesleği devam ettiren ustalar Demirciler Odasına bağlı olarak faaliyet göstermektedir.
BIÇAKÇILIK
Kahramanmaraş Merkezde Demirciler Çarşısında ve Merkeze 32 km uzaklıkta olan Hartlap Köyünde bıçakçılık yapılmaktadır. Üretilen bıçaklar il içinde ve il dışında alıcı bulmaktadır. Bıçak üretiminde çelik, tosak ağacı, boynuz, plastik ve fiber ana malzemeler olarak kullanılmaktadır. Bıçakların çelik veya demir olan kısmına “namti” denilmektedir. Namti yapımında geçmişte tren yollarına döşenen raylar kullanılmıştır. Ray demirlerinin kullanılma sebebi bu rayların üretiminde kullanılan demirin kaliteli olması ve daha keskin bıçaklar elde edilebilmesidir. Günümüzde namti yapımında ise çelik şeritler kullanılmaktadır (Y. Demir ile kişisel iletişim, 11 Eylül 2012). Çelik şerit kullanımının Kahramanmaraş’ta çelik sanayinin gelişmeye başladığı 1990’lı yıllardan itibaren arttığı düşünülmektedir. Bıçağın sapının yapımında ise “tosak ağacı”, boynuz, plastik ve fiber tercih edilmektedir. Sert, dayanıklı ve işlenmesi kolay bir yapıda olan tosak ağacı, 1990’lı yıllara kadar bıçak sapının yapımında kullanılan temel malzemedir. Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesinden, Düldül Dağı’ndan, Hatay’ın Erzin ve Yayladağı ilçesinden temin edilebilmektedir. Boynuz olarak koç boynuzu ve keçi boynuzu kullanılmaktadır. Günümüzde tosak ve boynuz saplı bıçak üretimi azalmış ağırlık olarak plastik ve fiber saplar kullanılmaya başlanmıştır. Bu malzemelerin kullanımının yaygınlaşma sebebi kolay temin edilebilmeleri ve ucuz ve seri üretime imkan vermeleridir. Plastik saplar Kahramanmaraş’ta sanayiden hazır olarak alınabilmekte ve namtilere monte edilmektedir. Hartlap Köyünde eğri bağ bıçağı, maskot bıçağı, cep bıçağı, ges boy bıçak, orta boy bıçak, kurban bıçağı, meyve bıçağı, kasap bıçağı, kıyma bıçağı gibi bıçak çeşitleri üretilmektedir. Her bıçak çeşidinin yılan dili, söğüt yaprağı, böbrekli ve topak olarak adlandırılan şekilleri vardır. Ayrıca üretilen bıçakları kapanır ve kapanmaz olarak da ikiye ayırmak mümkündür (Ö.Çelik ile kişisel iletişim, 11 Eylül 2012). Köyde üretim evlerin altında bulunan atölyelerde gerçekleştirilmekte ve genelde tek usta çalışmaktadır. Köyde bulunan bıçakçıların çocukları bıçakçılığı öğrenmiş ancak geliri azaldığı için bırakmıştır. Yanlarında yetişen çırakların da birçoğu bıçakçılığa devam etmemiştir. Bu yüzden geçmişte evlerin altında 35’e kadar çıkan bıçakçı atölyesi sayısı günümüzde 10-15’e kadar düşmüştür.
Kaynakça:
ÇALIŞ, Hikmet (2014). Kahramanmaraş’ta Geleneksel El Sanatları. Akdeniz’in Altın Kenti Kahramanmaraş. Kahramanmaraş İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayını, 316.
Çelik, Ökkeş, Mesleği: Bıçakçı, Doğum Tarihi:1977, Doğum Yeri: Kahramanmaraş-Hartlap Köyü, Eğitim Durumu: Lise.(11 Eylül 2012 tarihinde Hikmet Çalış tarafından yapılan görüşme kaydı).
ÇAĞA YENİK DÜŞEN EL SANATLARI
Kahramanmaraş’ta zaman, oymacılık, işlemecilik ve bakırcılık gibi el sanatlarının lehine işlerken, kimi el sanatlarının aleyhine işledi. Gelişen teknoloji, yörede; köşkerlik, saraçlık ve dericiliği olumsuz yönde etkiledi. Ancak kentte yine de bu el sanatları ile uğraşan ustalar bulunmaktadır. O ustalar “Bir zamanlar… diyerek anlatacaklardır. Bu sanatların atalarımız zamanının en gözde sanatları olduğu, tarih sayfalarını süsleyecektir. Zanaatlar her zaman değerlidir, Belki kendi içerisinde gelişim göstererek değişime uğramışlardır. Sorun buradadır, yoksa “değer” yerindedir.
KÖŞGERLİK
Kentte hala geleneklerine sahip çıkanlar ve de turistler sayesinde köşger ürünlerine yani yerel ayakkabılara talep var Yemeni, Postal, Çarık, Edik isimlerindeki yöresel ayakkabıları yapan köşgerler, 1940’lı yıllara dek en parlak dönemlerini yaşadılar. “Ayakkabı”ya, ayakkabı denmediği zamanlarda köşgerler hem kendi kentlerine hem de komşu illere yeteri kadar köşker yetiştirmekte zorlanıyorlardı. Ancak ayakkabı yapımcılığında el emeğinin yerini teknolojinin alması ve taleplerin değişmesiyle birlikte köşgerler birer birer meslekten çekildiler. Ancak çarşıda modern ayakkabıcıların yanında hâlâ köşkerlere rastlamak mümkündür.
SARAÇLIK
Saraçlar tarihteki yerlerini almak için köşgerlerden de önce davrandılar. 1930’lu yıllarda atla yapılan ulaşım, yerini modern nakil araçlarına bırakınca ne atlara, ne de saraçlara ihtiyaç kalmadı. Saraçların çoğu kendilerine başka işler buldular. Günümüze kadar ulaşan az sayıdaki saraç ustası hâlâ keçe üzerine sırmadan işlenen hayvan takımlarının en güzellerini yaparak ustalıklarını icra etmektedir.
ABACILIK
Dokuma tezgâhında dokunan, gömlek üzeri giyilen nakış işlemeli, yakasız, kısa kollu bir yerel kıyafet olan aba, kışın sıcak, yazın serin tutması ve yağmur geçirmemesi sebebiyle Kahramanmaraş’ta eski dönemlerde çokça kullanılmış geleneksel bir giysidir. Kahramanmaraş’ta kırmızı aba, boz aba, ibrişimli kırmızı aba, güreş abası, Bertiz abası gibi farklı çeşitleri bulunmaktadır. Geçmiş dönemlerde hali vakti yerinde olan insanlar tarafından ibrişimli kırmızı aba tercih edilmekte, zenginliğin simgelerinden biri olarak kabul edilmekteydi. Fakir kesim nakışsız ve motifsiz abayı kullanırken, orta gelirli halk genelde motifi az olan abayı tercih etmekteydi. Aba üzerindeki her motife ‘sandık’ ismi verilmektedir. Abada 9 sandığın bulunması giyen kişinin çok zengin biri olduğunu göstermekteydi. Sandık sayısı arttıkça abanın değeri de artmaktadır.
Dokuma malzemesi olarak kuzu yünü kullanılır. Dokumada gömme tezgâh denilen el tezgahı kullanılmaktadır (Anonim, 2010a). Siyah tura iplikle zikzak yapılarak dikilmektedir. Önünde düğme ve ilik yoktur. Koltuk altı dikilmez ve cepsiz olarak yapılır. Bazı abaların omuz başlarına veya sırtın tam ortasına 7 delikli mavi göz boncuğu yerleştirilir ve etrafına iğde dikilerek süslenir (Savaş, 2004:108.) Aba yapımında kullanılan motifler sehpa örtüsü, masa örtüsü, kırlent gibi eşyaları süslemede de kullanılmaktadır. Kahramanmaraş’ta aba yapan tek usta olan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Geleneksel Türk El Sanatları Sanatkârları listesinde kayıtlı olan 1971 doğumlu Hüseyin Gülegül, bu mesleğin ailesi tarafından 6 kuşaktır yapıldığını belirtmektedir.
KEÇECİLİK
Koyun ve kuzu yününden yapılan keçe, soğuğa karşı güçlü yalıtım özelliği ve dayanıklılığından dolayı geçmişten günümüze kullanılmaktadır. Kahramanmaraş’ın geleneksel giysilerinden olan ve başa giyilen keçe külah, çobanların giydiği kepenek, Maraşlı keçeciler tarafından üretilmektedir.
Keçenin yapılışı: Yüncülerden temin edilen kuzuların birinci kırkım yünü makineye atılarak ayıklanmakta ve ayrıştırılmaktadır. Makineden çıkan yumuşak ve ayrıştırılmış yün yerde bir naylon üzerine serilmektedir. Serme işleminden sonra naylon yuvarlanarak aradaki yün sıkıştırılmakta ve düzleştirilmektedir. Daha sonra depik makinesine girmekte oradan da tezgaha geçerek su ve sabunla ıslatılıp yuvarlanarak pişirim işlemi yapılmaktadır. Su ve sabun yünün kaynaşmasını, birleşmesini, düzleşmesini ve yumuşamasını sağlamaktadır. Yünün içerisinde pıtırak ve benzeri maddeler varsa bu aşamada ayıklamada bıçak kullanılmaktadır. Sonra tekrar depik makinesine girmekte çıkışta da tekrar su ve sabunla düzleştirme ve birleştirme devam etmektedir. Son aşamada hazırlanan keçe kurumaya bırakılmaktadır. Üzerindeki desenlerin yapımında siyah koyun yünü ve kırmızı yün boyası kullanılmaktadır. Günümüzde Kahramanmaraş’ta bakırcılar çarşısı civarında iki keçeci dükkanı bulunmaktadır. Ustalar gelirlerinin az olmasında dolayı yeni çırak yetişmediğini ve mesleklerinin kendileriyle birlikte kaybolacağını dile getirmektedir.
SEMERCİLİK
İnsan ve yük taşımak amacıyla binek hayvanlarının sırtına bağlanan hayvan koşumlarına semer adı verilmektedir. Semerciliğin geçmişi çok eskilere dayanmakla beraber günümüzde yeni çırak yetişmemekte ve giderek kaybolmaktadır. Kahramanmaraş’ta bu işle uğraşan birkaç dükkân kalmıştır. Semercilikte keçe, deri, ot, çivi, çınar veya meşe ağacı kerestesi, telis, çivi, raptiye gibi malzemeler ile çuvaldız, çeşitli iğneler, biz, bıçkı bıçağı, makas, pense, el demiri, ot demiri gibi araçlar kullanılmaktadır. Keçeler yine Maraş’ta bulunan keçecilerden temin edilmektedir. Semer yapımına iç telisinin biçilip dikilmesiyle başlanılmaktadır. Sonra telisin içine berdi (ot) yerleştirilmektedir. Bu işlem sonunda ortaya çıkan semerin iç kısmına “kürtün” adı verilmektedir. Suda ıslatılıp yumuşatılan deri, kürtün üzerine dikilmekte, hazırlanan ağaç aksam da derinin üzerine yerleştirilmektedir. Son olarak keçe semerin alt kısmına dikilmekte ve süsleme işlemi yapılmaktadır. Ağaç aksamın hazırlanmasında geçirme tekniği kullanılmaktadır. Parçalar deri kolonlar ve çivilerle birbirine tutturulmaktadır. Bir semerin yapımı 1-1,5 gün kadar sürmekte, kalite ve büyüklüğüne göre çeşitli fiyatlarda alıcı bulmaktadır. Kullanılan deri, keçe gibi malzemelerin orijinal olması nedeniyle maliyet fazla olduğundan fazla kar bırakmamaktadır. Geçmişte ürettikleri semerler temel ihtiyaç olarak görüldüğü için daha yüksek kar ile satabilen semerciler, günümüzde köylülerden geçmişteki kadar rağbet görmediklerini ve bu nedenle semerleri ucuza satmak zorunda kaldıklarını belirtmekte, eskiden müşterilerin semerin kalite ve süslemesine daha çok önem verdiklerini, günümüzde ise bu durumun o kadar da önemsenmediği anlatmaktadırlar.
KORDON İŞLEMECİLİĞİ
Yöre halkı tarafından günümüzde tanınan bir el sanatı olmamakla birlikte Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesinde geçmişten kalan örnekleri bulunmaktadır. Maraş işinde kullanılan sim sırmaların eğrilerek bir araya getirilmesiyle kordon elde edildiğinden, kordon işlemeciliğinin de ilimizde geçmişte yapıldığı düşünülebilir. Yazılı kaynaklarda da kordon işlemeciliği ile ilgili olarak herhangi bir veriye rastlanılmamıştır. Sim sırma ustası olan Aysun Ciğer, müzede gördüğü eserleri kordon işlemeciliği örneği olarak adlandırmış, eserlerdeki teknik ve motiflerden yola çıkarak kordon işlemeciliğini öğrenmiştir. Usta-çırak ilişkisi içerisinde geleneksel bir aktarım söz konusu değildir. 2009 ve 2011 yıllarında Kahramanmaraş İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bünyesinde Maraş İşi Kordon İşlemeciliği Kursu açılmış ve Aysun Ciğer eğitimci olarak görevlendirilerek kordon işlemeciliğinin günümüze aktarımı sağlanmıştır. 2012 yılı içerisinde kordon işlemeciliği Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü modüler sistemine de kaydedilerek ilerleyen zamanlarda kurs açılmasına olanak sağlanmıştır.
Kordon işlemede gergef, makas, iğne gibi araçlar ve ayna, renkli kumaş, pul, boncuk, inci, kordon ve kordon rengi ip gibi malzemeler kullanılmaktadır. Genelde kalın atlas ve saten kumaş kullanılır. Sim, altın, gümüş ve ibrişim iplikleri eğrilerek en az 10 en fazla 30 kat kıvrılarak kordon elde edilir. Kordon, gergef üzerine sabitlenen kumaşın tek yüzeyine yine kordonun elde edildiği iplikle desen oluşturularak sabitlenir. Desen oluştururken kordonun üst üste gelmemesine dikkat edilir. Kordon kumaşın altına hiçbir zaman geçmez. Tek yüzden işlenen bir el sanatıdır. Kordon işlenen kumaşın altına astar çekilmektedir. Gelinlik, nişan kıyafeti, seccadeler, gece çantaları, oda takımları, masa örtüleri, cepken, şalvar gibi ürünler üretilebilmektedir. Motif olarak çiçek, dal, yaprak, çirtik motiflerinin çoğunlukta olduğu simetri ve özgün desen tasarımlarıyla oluşmuş bir nakış türüdür. Çiçek desenlerinin orta kısmına ayna veya farklı renk kumaş yerleştirilerek desene hareket kazandırılabilir. Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesi envanterinde cepken, ceket, işlemeli başlık, kısa şalvar gibi kıyafetler üzerinde kordon işlemeciliği örnekleri bulunmaktadır.
YORGANCILIK
Yorganların dışında saten, satenin altında beyaz astar ve dolgu malzemesi olarak da pamuk kullanılmaktadır. Kenar dikişleri makine ile yapıldıktan sonra üzerlerindeki motifler, 3 numara dikiş iğnesi ile ustanın maharetine göre şekillenmektedir. İç dolgu olarak genellikle pamuk ve elyaf tercih edilmekle birlikte yün de kullanılmaktadır. Yorgancılar elde yaptıkları yün döşek, gelin işi yatak, beyaz mitil yorgan gibi ürünlerin yanı sıra dikiş makinesiyle karyola örtüsü, seccade gibi işleri de yaparak gelirlerini artırmaya çalışmaktadır.
Motifleri saten üzerine iğne ile dokuma işlemine “sırıtma” adı verilmektedir. Motif olarak buket lale, tavuz kuşu, deniz yıldızı, bülbül ve gül, kelebek, yelpaze, tavan nakışı, zincir, bahar dalı, mor menekşe gibi motifler kullanılmaktadır. Yorganın sateni ve altının “mermerşahi (yorganın alt beyaz kısmı)” makinede dikilmektedir. İç kısmı dışa çevrilerek yere serilir. İç olarak hazırlanan kabartılmış haldeki 3,5 kg pamuk, yerde saten kısmı üste gelecek şekilde serili olan örtünün üzerine yayılır ve iki taraftan yuvarlanarak dürüm şeklinde katlanır. Tekrar doğru yüzü döndürülür. Pamuk bu şekilde içe geçmiş olur. İnce bir değnekle dıştan vurularak dıştan özenle düzlenir. Her tarafı eşit incelikte olur. Pamuğun toplanmaması için “mafta (ilgi)” yapılır. 12 cm. enliliğinde kenar çekilir. Müşterinin isteğine göre gerekiyorsa “çıpkı (tebeşire bulanmış ipi yorganın üstüne gererek izi yorganın üzerine gererek ortasını bulma ve tebeşir izinden yola çıkarak çizim yapma)” yapılır. Motiflerin çiziminde karton kalıp kullanılır. Daha sonra üç numara iğne yorgan üzerine geleneksel motifler işlenerek sırıtma yapılır ve yorgan tamamlanır. Sırıtmanın azlık çokluğuna göre bir yorgan ortalama 1-2 günde tamamlanır.
Kahramanmaraş merkezde, geneli Kahramanmaraş Kalesinin doğusunda yer alan 12 adet yorgancı esnafı bulunmaktadır. Yorgancılığı Darende’de Yorgancı Kamil Şimşek’ten öğrenen yorgancılar, memleketlerine dönerek mesleği Kahramanmaraş’ta devam ettirmişlerdir. Darende de mesleği öğrenen birkaç usta burada da çırak yetiştirmiş ve bugün dükkan açanların sayıları 12’yi bulmuştur. Yorgancılık mesleğine günümüzde ilgi azalmış olduğundan yeni çırak yetişmemektedir. Yaz aylarıyla beraber artan düğünler için çeyizlik olarak hazırlanan saten yorganların satışıyla birlikte yorgancıların da gelirleri bu mevsimde artmaktadır. Genellikle çeyizlik olarak dikilen yorganların pamuk, saten, yün v.b malzemelerini oğlan evi almakta, kız evi ise sırıtma masrafını üstlenmektedir.